Araştırma Yazıları 1

Ağrı Dağı Hakkında Bilgiler
Tırmanış Tarihçesi ve Rotaları
Yazan: Yavuz İşçen

Türkiye’nin en yüksek doruğu olan Büyük Ağrı Dağı,  5165 m yükseklikte sönmüş bir volkandır. Bazı kaynaklarda yüksekliği 5137 m. olarak belirtilmektedir. Türkiye, İran ve Ermenistan sınırlarının kesiştiği noktada sınırdan 25 km. kadar içerde, çapı yaklaşık 40 km.yi bulan bir koni görünümündedir. Büyük Ağrı Dağı’nın kuzey yamaçları Iğdır ili sınırları içinde, güney yamaçları ise Ağrı ili sınırları içinde yer almaktadır. Büyük Ağrı Dağı’nın güney doğusunda yine sönmüş bir volkan olan Küçük Ağrı Dağı (3896 m.) yer almaktadır. Bu iki volkanik koni arasında 11 km. uzaklık bulunmaktadır. İki dağ arasında 2678 m. rakımlı Serbulak Geçidi  (Serdarbulak) yer almaktadır. Volkanik patlamalar sonucu oluşmuş olan bu dağların üzerinde krater bulunmamaktadır. Yanardağlar, tek baca çıkışlı ve merkezsel püskürme sonucu lav tabakalarının birbirlerinin üzerine yığılmasıyla ile meydana gelmişlerdir.


BUZULLAR
Büyük Ağrı Dağı’nın üzeri kalın bir örtü buzulu ile kaplıdır. Ortalama bir değerle 4500 m.den başlayan buzul, 12 km2 alanı kaplamaktadır. Bu örtü buzulunun kalınlığının yüzlerce metreyi bulduğu ve krateri kapattığı düşünülmektedir. Örtü buzulu, Dağın zirvesinden güney, güneybatı ve kuzeybatı yönlerinde aşağıya doğru sarkar. Eğime uyarak aşağı doğru sarkan bu buzullar vadi buzulu özelliği kazanır ve kuzeybatı yönünde 3500 m’ye kadar iner. Kuzeybatı yamacındaki bu buzul, 10 km2’lik bir alan kaplar ve Türkiye’nin en büyük buzuludur. Eski yıllarda “manyak yüzbaşı” lakaplı bir subay tarafından bu buzul, Küp Gölü’nden tank ile top atışına tutulmuştur.
Büyük Ağrı Dağı’nın güneybatı tırmanış rotası üzerinde olduğu için en bilinen ve önemli buzullarından biri de tipik bir vadi buzulu olan güney buzuludur. Buzul aşındırması sonucu oluşmuş genç bir buzul vadisi içinde yataklanmıştır. Bu vadiye Öküz Deresi Vadisi adı verilmektedir. Uzunluğu 5 km., kalınlığı 50–100 m. arasında değişen güney buzulu, püskürme sırasındaki lav tabakalarının sertlik farkına göre ve eğime uyarak üç buzul balkonu (basamağı) oluşturmuştur. Üzeri yer yer kum–çakıl ve iri taş parçaları ile kaplı olan güney buzulu yaklaşık 4000 m.ye kadar iner.
Büyük Ağrı Dağı’nın doğu yüzünde 4900 m. civarında kükürt buharı çıkan bir bölge bulunmaktadır. Gaz çıkışının devamlı mı yoksa zaman zaman mı olduğu doğrultusunda bir bilgi yoktur. 1961 yılında bir tırmanış sırasında gözlenmiştir. Ancak bu durum, volkanın püskürmesinin son aşamasına geldiğini ve Dağın sönmüş volkan sınıfına girdiğini göstermektedir.

AHURA KÖYÜ’NÜN YOK OLUŞU
Büyük Ağrı Dağı’nın kuzeydoğusunda derince yarılmış bir vadi içinde yer alan ve Cehennemdere buzul dili olarak adlandırılan buzul oluşumu, Takke buzulundan itibaren 3.5 km. uzunluğa sahiptir ve 2370 m. rakıma kadar inmektedir. Oluşumu ile ilgili farklı görüşler bulunmaktadır.
Ağrı Dağı bölgesi bir fay hattı üzerinde yer almaktadır. Bu nedenle bölgede tektonik veya volkanik kökenli depremler görülmektedir. 1840 ve 1940 yıllarında yaşandığı tespit edilen birer deprem sonrası Dağın kuzey yamacında büyük bir heyelan meydana gelmiş, kaya ve buzul bloklarının koparak büyük ve derin bir heyelan vadisi meydana getirmesi sonucu Cehennemdere oluşmuştur. Bu heyelanlar sırasında Dağın kuzeydoğusunda bulunan Ahora Köyü toprak altında kalarak yok olmuştur. Bugün aynı köyün yerine Gündoğan Köyü kurulmuştur. Bir başka görüş ise, 2 Haziran 1840 yılında (bazı kaynaklarda 2 Temmuz olarak yazmaktadır) meydana gelen ve heyelana neden olan etkenin deprem değil Ağrı Dağı’nın son patlaması olduğu doğrultusundadır.
Bu olayı ilk kaydeden kişi, Dr Wagner’dir. 1843 yılında dağa tırmanan alman doğa bilimcisi Wagner, görgü tanıklarının ifadelerine dayanarak 1840 yılında yaşanan bu olayı şöyle nakleder. “Yaşanan büyük çapta bir depremdir. Güneşin batışından yarım saat kadar önce gerçekleşmiş ve iki saniye kadar sürmüştür. Depremi muazzam bir patlama izlemiştir. Patlama sonrası dağın yamacında büyük bir yırtık meydana gelmiştir. Fazla miktarda çamur ve tonlarca ağırlıkta kayalar havaya fırlamıştır. Yamaçlardaki yerleşimlerde 6000 civarında ev tahrip olmuştur. Buralarda yaşayan 2000 kişiden sadece 114 ü sağ kalmıştır. Patlamadan 4 gün sonra, kar ve buz kütlelerinden ve sağanak halindeki yağmurdan oluşan binlerce ton su, büyük kanyonun önündeki taş ve kil engelini aşarak vadiden aşağıya aktı, Iğdır Ovası çamur ve kayalarla kaplandı.”
Büyük Ağrı Dağı’na ilk çıkan kişi olan Prof. Dr. Parrot, 27 Eylül 1829 günü zirveye ulaşır. Parrot’un 1844 yılında ölümünden sonra yerine geçen ve devlet adına bölgeye gönderilen Prof. O.W.Herman Abich 1846 yılında üniversiteye “Ahura tamamen imha oldu” şeklinde rapor gönderir. Ahura’nın Abich’in belirttiği tarihte yok olmuş, ancak daha sonra benzer bir felaketi 1940 yılında yeniden yaşamıştır. Ahura ile birlikte burada yer alan Yakup Manastırı ve Peygamber Çeşmesi de yok olmuştur. O tarihlerde yapılan araştırmalarda bulunan ve Nuh’un gemisine ait olduğu söylenen bazı parçaların yok olan bu manastırda saklandığı bilinmektedir. Gemiye ait diğer bazı parçaların ise Erivan yakınlarındaki başka bir manastırda bulunduğu bilinmektedir. Ağrı Dağı’na ilk çıkan kişi olan Parrot, 1829’da bölgeye geldiğinde Etşimiadsin Manastırı olarak bilinen bu manastırda, manastırın patriği Aziz Jacop tarafından kendisine kutsal emanet olarak kabul edilen gemi parçalarının gösterildiğini nakleder.

ARARAT ADININ KAYNAĞI
Büyük Ağrı Dağı’nın diğer bir adı da Ararat’dır. Kitabı Mukaddes’te geçen Ararat adı, İÖ 120 –600 yılları arasında bölgede yaşayan Urartulardan gelmektedir. Urartu adına ilk kez, 13. yüzyıldan kalma Asur kaynaklarında rastlanmaktadır. Bu kaynaklarda Urartular, Sami ırkından gelme “Uruatri” adında bir boy olarak tanımlanmaktadırlar. Bu ad, İbrani dilinde Ararat olarak geçmektedir. Urartulardan daha sonra İÖ 600-İS 640 yılları arasında bölgede bir Hint–Avrupa topluluğu olan Ermeniler yaşamıştır. Urartu bölgesi bu tarihten sonra Ermenistan olarak anılmaya başlanmıştır. Ermeniler, İS 301 yılında Hıristiyanlığı kabul etmişlerdir. Ermeniler de Ağrı Dağı için Ararat adını benimsemişler ve kullanmışlardır.
Bugün batı dillerinin hemen hepsinde Dağın adı Ararat olarak geçmektedir. Hatta Harita Genel Komutanlığı’nca çıkartılan 1950’li yıllara ait haritalarda Dağın adı, Ağrı Dağı (Ararat) şeklinde yazılmıştır. 1980’li yıllardan ve özellikle 1990’dan sonraki Türk hükümetleri Ararat adından kıl kapmışlar (!) ve Ararat adına bir tür yasaklama getirmişlerdir. Bunda, Ermeni örgütü ASALA’nın, Türkiye aleyhine yaptığı çalışmalar ve eylemler etken olmuştur.
Dağa çıkış başvurularında Dağın adını Ararat olarak kullanan yabancı ekiplere zorluklar çıkartılmıştır. Zaten yabancı bir ekibe izin verilebilmesi için evrakların 170 imzadan geçtikten sonra çıkabildiği düşünülürse, bürokrasi başlı başına bir engel bile kabul edilebilir. Baskının boyutu gitgide artmış ve adı Ararat olan bir yerli turizm acentasının ve Doğubeyazıt’ta dağcıların kalmayı gelenek haline getirdikleri Ararat Otel’in adı da değiştirilmiştir (bu otelin yeni adı İsfehan Otel’dir). Ermenice olduğu gerekçesi ile Dağın adının ülke içinde ve hatta batı dillerinde de Büyük Ağrı Dağı olarak benimsetilmesine çalışılırken–ki aslında Dağın adının Ermenicesi Masis’dir- Ermeniler de Ararat adını kullanmaktadırlar.

NUHUN GEMİSİ
Tufandan sonra Nuh’un gemisinin oturduğu sanılan yer, Büyük Ağrı Dağı’dır. Bu konuda kutsal kitaplarda çeşitli bilgiler bulunmaktadır. İS 70 yılında Josephus yazdığı bir yazıda Nuh’un gemisine ait kalıntıların görünür ve ulaşılabilir olduğuna ilişkin bize ikinci elden bilgiler verir. 1800’lü yıllara ait çeşitli araştırmalar hep gemiye ait parçaların görüldüğü hatta bulunduğu doğrultusundadır. Birinci Dünya Savaşı sırasında bir Rus pilotun Ağrı Dağı üzerinde uçarken gördüğünü söylediği gemi kalıntısı, bunu doğrulamak için İkinci Dünya Savaşı sıralarında yapılan ikinci uçuş ve gene aynı bilgilerin aktarılması efsaneyi sürekli gündemde tutmayı başarmıştır.
Musa Peygamber tarafından yazıldığı söylenen Eski Ahid’in (Tevrat) beş kitabından ilki olan Tekvin’de Ararat adı ilk kez şu şekilde geçmektedir. “ Ve gemi yedinci ayda, ayın onyedinci gününde Ararat Dağları üzerine oturdu.” (8. Bab 4. Ayet) Kur’an-ı Kerim’in Hud Suresi’nde ise geminin Cudi Dağı’na oturduğu belirtilmektedir. “ Ey arz suyunu yut ve ey gök sen de suyunu tut denildi. Sular çekildi, iş de tamam olup bitti. Gemi Cudi’ye oturdu. ” ( 11 / 44 ) Bügün de Cudi Dağı ve yöresinde Nuh ve gemisi ile ilgili inançlar ve bir kültür bulunmaktadır. Sümer destanlarından Gılgamış’da ise, İÖ 5000 yıllarında yaşandığı belirtilen bu tufan ve Nuh’un gemisi olayı detaylı olarak anlatılmaktadır. Bu destana göre gemi, Nisip Dağı’na (Nissir) oturmuştur. Nisip Dağı’nın neresi olduğu tam belli değildir. Cudi Dağı  Şırnak ile Silopi arasında 2114 m. yükseklikte bir dağdır. Yakınında bulunan Nusaybin ilçesinin eski adı Nisibis’dir. İsim benzerliğine bakılarak bu dağın Cudi olabileceği tahmin edilmektedir. Ancak Nissir’in Urartu bölgesinde bir dağ olduğu akla yakın gelmektedir. Görüldüğü gibi Nuh’un gemisinin hangi dağa oturduğu kesin olmayıp tartışmalıdır.
İÖ 5000 yılına ait Sümer–Babil tarihinde “Gılgamış Destanı” olarak anlatılan Nuh tufanı, düzelmesi olası görünmeyen insan soyunu düzeltebilmek için tufan kararı alan tanrının bu kararını Nuh Peygamber’e bildirmesi ve bir gemi yapmasını istemesi ile başlar. Nuh Peygamber, 22 m. eninde 150 m boyunda ve üst üste 3 güverteden oluşan bir gemi inşa eder. Sonradan çok şiddetli yağışlarla tufan başlar ve her yer sular altında kalır. Nuh peygamber karısı ve üç oğlu ile gelinleri ve her hayvandan birer çift olarak gemiye biner. Aylarca sular üzerinde dolaşan gemi nihayet bir kara parçasına rastlar burası efsanedeki adı ile Ararat Dağı’dır. Gemi burada karaya oturur ve insanlık soyu buradan tekrar çoğalarak dünyaya yayılır.
O gün bu gündür Nuh’un gemisi Ağrı Dağı’nda aranır olmuştur. Bir ara zirveye yakın bölümlerde bulunan tahta parçaları heyecana neden olmuş ancak bunların geçen yüzyılda Ruslar tarafından kurulan bir teodolitin taban parçaları olduğu anlaşılınca durum normale dönmüştür. 1950–60 arasında Fransızlar, 60’lı yıllardan sonra da Amerikalılar çeşitli araştırmalar yapmışlardır. Bir sonuç alınamaması üzerine konu bir süre unutulmuştur.  1981 yılında aya ilk giden astronotlardan James Irwin Ağrı Dağı’na gelerek tekrar araştırmalarda bulunmuştur. A. Mecit Doğru’nun naklettiğine göre, 1983 yılında gemiyi aramaya gelen dağcılardan Amerikalı S.V. Dyke geminin yerinden ve onu bulacağından o kadar emindir ki, gemiyi bulduğunda dağ ayakkabıları ile içine girip zarar vermek istemediği için yanına lastik ayakkabılarını da alarak aramaya gider. (Ah şu Amerikalılar !) Bütün bu aramalar sonunda bugüne kadar alınmış somut bir sonuç bulunmamaktadır.

DOĞAL GEMİ KALINTISI
Dağın güney yönünde Gürbulak sınır kapısına giden yol üzerinde, karayoluna 3.5 km uzaklıkta, Telçeker Köyü ile Meşar Köyü arasında bir yamaçta gerçekten de gemiye benzeyen, lav akıntısı sonucu meydana gelmiş, tamamen doğal bir oluşum bulunmaktadır. Bugün bu oluşum, Nuh’un gemisi olarak gelen ziyaretçilere ve turistlere gösterilmektedir. 1987 yılında doğal SİT alanı ve açık hava müzesi olarak koruma altına alınmıştır.

METEOR ÇUKURU
Bölgeye gidenlerin görmek istedikleri yerlerden biri de meteor çukurudur.  İran ile sınır oluşturan Gürbulak sınır kapısı ile Sarıçavuş Köyü arasında İran sınırına 2 km. uzaklıktadır. 1913 yılında düştüğü sanılan bir göktaşının açtığı çukurdur (bazı kaynaklarda 1920 yılında düştüğü belirtiliyor). Göktaşının çukurun dibine gömülmüş olduğu düşünülmektedir. Çukurun çapı 35 m., derinliği ise 60 m. kadardır. Alaska’daki meteor çukurundan sonra dünyada büyüklük olarak ikinci sırada yer aldığı rivayet edilmektedir.

AĞRI DAĞI’NA ÇIKILABİLİR Mİ ÇIKILAMAZ MI ?
 “ ...tepesinde Nuh’un gemisinin bulunduğu söylenen çok yüksek bir dağ vardır. O kadar geniş ve uzundur ki, çevresini dolaşmak iki günden fazla sürer. Zirvedeki derin kar bütün bir yıl boyunca kalır ve kimse ona tırmanamaz (Marco Polo İS. yaklaşık 1295).”
Marco Polo’nun da belirttiği bu inanış, yani Ağrı Dağı’na çıkılamayacağı düşüncesi uzun süre devam etmiştir. Hatta dağa ilk çıkışın gerçekleştirildiği 1829 yılından sonra bile bu inanış varlığını bir süre daha sürdürmüştür (farklı bir şekilde bugün de devam ediyor). Dağa ilk çıkan kişi olan Parrot uzun süre dağın zirvesine çıktığını kanıtlamak durumunda kalmıştır. Dağın çıkılamaz olduğu inancı, dağın yüksekliği ve o dönemlerdeki zorluğundan değil, dinsel bir inançtan kaynaklanmaktadır.
Hristiyanlığın ilk yıllarında Aziz Hagop, Ararat’a bazı tırmanış girişimlerinde bulunur. Ancak başarılı olamaz. Üçüncü tırmanışta kendisine bir melek görünür ve tanrının bu dağa çıkılmasını istemediğini söyler. Bu karşılaşma sırasında melek tarafından Nuh’un gemisine ait bir parça, Aziz Hagop’a verilir. Sonradan bu parça Erivan yakınında bir manastırda kutsal emanet olarak saklanır. Daha sonra bu söylenti yayılır ve özellikle de din adamları, tanrının bu dağa çıkışı yasak ettiğine inanırlar. Parrot dağa çıktıktan uzun süre sonra bile din adamlarının direnci ile mücadele etmek zorunda kalmıştır. Özetle 170 yıl kadar önce yaşanan farklı bir Galile olayı ile karşı karşıyayız.
Hala bile tırmanış için gelenlere “Nereye kadar çıktınız ?” diye soruluyor olması, dağın çıkılamaz olduğu inancını yansıtıyor sanıyorum. Yörede konuştuğumuz çeşitli insanlar, dağa çıkıldığına ya da çıkılabileceğine gene inanmıyor. Mustafa Bilgili’nin, “Ağrı Dağı’na Yolculuk” adlı kitabını okurken rastladığım, yörede, “Dağın üzerinde hava boşluğu var, üzerinden uçak bile geçemez” şeklindeki söylentiyi okuyunca, aklıma birden Ankara’dan Doğubeyazıt’a gittiğimiz otobüsteki iri kıyım adam geldi. Tırmanışa birlikte gittiğimiz arkadaşlara, benzer bir hikayeyi elden geldiğince inandırıcı olarak anlatıyordu.
Yöre insanı (bunlar tamamen Kürtlerden oluşuyor) dağa çıkan o kadar insanı gördükleri halde, hatta bir kısmı rehberlik yapıp tırmanışa bizzat şahit oldukları halde, gene de dağa çıkılabileceğine bir türlü inanmak istemiyor.
Eskiden bölgede dağ üzerine yemin edilirmiş. Yani yemin etmek gerektiğinde nasıl “kurana el basayım” ya da “anam avradım olsun ki” gibi şeyler söylenirse, benzer bir ifade Ağrı Dağ’ını içine alacak şekilde kullanılırmış. Bence bu,  dağın ne kadar dokunulmaz (çıkılamaz) ve bir anlamda da o kadar kutsal olarak kabul edildiğinin güzel bir göstergesi. Belki de yöre insanının hazmedemediği, kabullenemediği şey budur. Bizler onların bir nedenle kutsal olarak kabul ettikleri bir şeye (dağa) gelip çıkıyoruz hatta çıktığımız yetmiyormuş gibi birde içine edip gidiyoruz. O insanlar da bizim bu tavrımıza karşı direniyorlar ve “bizim dağımıza çıkılamaz” diye tutturuyorlar (bir tür pasif direniş). Doğubeyazıt’lı dağ rehberlerinin bir dönem başkanı olan Ahmet Turan,   “siz   (turistleri kastediyor) gelmeden önce biz bu dağ üzerine yemin ederdik, şimdi bu adamların dağa işemelerini hazmedemiyorum” derken bence konuyu çok güzel özetliyor.
Aslında kaynağı ya da nedeni ne olursa olsun, Ağrı Dağı’na çıkılamayacağı inancı, ülkemiz insanının bugün bilimsel tarzın ne kadar uzağında olduğunu ve dolayısıyla da söylentilere ne kadar açık olduğunu bir kez daha gösteriyor sanıyorum.

EDEBİYATTA AĞRI DAĞI
Gerek görkemli görüntüsü ile hafızalardan silinmeyecek büyüleyici etkisi, gerekse hakkında çivi yazılı kil tabletlerden kutsal kitaplara ve seyahatnamelere kadar birçok yazı ile Ağrı Dağı gerçekten de yazın hayatımızda önemli bir yer tutar.
1952 yılı ağustos ayında Ağrı Dağı zirvesine tırmandığını bildiğimiz Yaşar Kemal, “Nuh’un gemisi peşinde” adlı yazısında bir edebiyatçı diliyle Ağrı tırmanışını anlatır. “Ağrı’nın tepesindeki üşümüş yıldızlar ağarıyor. Gün, doruğun çok aşağılarından, Ağrı’nın sağ kanadı üzerinden doğar. Orada bir ağartı, kocaman, fışkırmaya hazırlanmış bir top ışık... Öyle duruyor. Ne gün doğuyor, ne de kızarıyor. Kocaman, birikmiş bir top ışık !”
“Önümde geniş bir alan ağarıyor. Buraya nasıl geldim, neyle geldim, farkında değilim. Yalnız biliyorum ki, burası Ağrı’nın tepesidir. Bu ağaran da tepenin buzullarıdır. Rüzgar bütün şiddeti ile esiyor ve tipiyi savurup donduruyor. İlerde tek sıra olmuş askerler gidiyorlar. Bunlar en yüksek doruğa bayrağımızı çekecekler.”
Yaşar Kemal, “Ağrı Dağı Efsanesi” adlı romanında Osmanlı döneminde yörede geçen bir aşkı anlatır. Bir halk masalı esintisi taşıyan bu roman, paşa kızı ve ona aşık olan bir köy genci gibi klasik görünen bir temayı ele almakla birlikte, Osmanlı–halk karşıtlığı, temelinde köylülerin yalnız bırakılmışlığı, halka uygulanan baskı ve zulüm gibi aslında geçmişten günümüze fazla değişmemiş konuları gözler önüne serer.
Yaşar Kemal’in bölge ile ilgili bütün yazılarında, devlet yönetiminin sadece askere alırken ve vergi toplarken hatırladığı halkın, içinde bulunduğu derin yoksulluk ana temayı oluşturur.
“Ağrı” adlı uzun şiirinde, Ahmet Muhip Dranas, dağın görkemi karşısında şaşkınlığa uğrayan insanın ruh halini vermeye çalışır.
Doğrusunu söylemek gerekirse Ağrı Dağı’nı ilk gördüğüm an ben de çok etkilendim ve dağın şu ana kadar görmüş olduğum bir çok dağdan daha heybetli görünüşü karşısında nedendir bilinmez hayretle karışık bir saygı hissine kapıldım !
1952 yaz ayında Ağrı’ya çıkış yapan Fransız ekibi başkanı F. Navarra tırmanış anılarında “Ararat’ı bu ilk görüşün yol açtığı kendinden geçme duygusundan hiçbir yolcu kurtulamaz. Birçoğu bundan en unutulmaz anılarından biri olarak söz eder” demektedir.
Ağrı ili doğumlu bir yazar olan Ömer Polat’ın eserlerinde ise yöre insanının toplumsal sorunları önemli bir yer tutar. Yıllar önce AST’da seyrettiğim “Aladağlı Mıho”dan (1976 yılında İsmet Küntay ödülü almıştı) hatırladığım,  Rana Cabbar’ın mükemmel oyununun yanı sıra Cumhuriyet dönemi boyunca yöre insanına çok az şeyin götürülebildiğidir. Gene 1977 Madaralı roman ödülüne layık görülen “Dilan”da, Ömer Polat, benzer konuları çarpıcı bir şekilde yansıtmaktadır.

DAĞIMIZIN BİR SAHİBİ VAR
Ağrı Dağı’na Doğubeyazıt tarafından çıkacak olanlar Eli Köyü’nden geçmek durumundadırlar. Hele yüklerinizi taşıtmak için katır kiralayacaksanız, köye uğramanız ve gerekli ilişkileri kurmanız şarttır. Buraya gidenler köyün ağası Ahmet Çokdin’i tanımadan edemezler. Zaten o bir yolunu bulup kendini size tanıtacaktır. Bugün 51 yaşında olan Ahmet Çokdin, çobanlıktan yetişmedir. Şu anda ithalatla uğraşmaktadır. 4 çeker görünümünde olup sadece 2 çekeri çalışan son model bir Nissan Terrano jeep’e binmektedir. Köyün ağası olmak kolay değildir elbette. Eli Köyü’nden, Ağrı Dağı’nın zirvesine kadar uzanan 50 dönüm arazinin tapusuna sahiptir. Özetle o, Ağrı Dağı’nın sahibidir. 5 çocuk babası olan Ahmet Ağa, 120 kg.lık bir görüntüye sahip olmakla birlikte zayıfken iki kez zirveye çıkmıştır. Çıkarken de tüm kayalara yağlı boya ile adını yazmaktan geri durmamıştır. Şimdilerde ise gelen ekiplerden ödünç aldığı sırt çantası, baton vs ile pozlar vererek, dağa çıkıyormuş gibi izlenim yaratmaktadır. Onun fotografını çekmek serbesttir. Hatta bunun için sizi zorlayabilir ! Ahmet Ağa, bir televizyon programı sırasında Banu Alkan’a medyatik olarak sarkmasıyla da tüm ülke tarafından tanılan hale gelmiştir.
Ahmet Ağa, 1974 yılında 415.000 TL vererek (8-9 kilo altın parasına) Ağrı Dağı’nı Sabri Ceyhan’dan satın almış. Sabri Ceyhan ise ANAP milletvekili Yaşar Eryılmaz’ın babası Rıza Eryılmaz’dan satın almış. Ağrı Dağı’nın Boğaz Köprüsü kadar gelir getireceğini düşünen Ahmet Ağa, dağın yaklaşık 10 yıldır turizme kapalı olması sonucu epey para kaybetmiş gibi görünüyor. Hatta bir ara dağı satışa bile çıkartmış. Yabancılar 100 milyon Dolar teklif etmişler! Ama onun gönlü razı olmamış, yabancılara gitsin istemiyor. Ne de olsa memleketimizin dağı değil mi? Bizden biri isterse yarı fiyatına bile vermeye razı. Ahmet Ağa’nın ticari yaklaşımlarının ne kadar iyimser olduğunu ondan katır (aslında at) kiraladığınızda zaten daha iyi anlama fırsatınız olacaktır. Eli Köyü’nden 4200 kampına gidiş-dönüş adam başı 50 Milyon TL’dir. Bir at 2 kişinin yükünü taşımaktadır. Böylece bir attan elde edilen gelir 100 Milyon TL olmaktadır. Bu arada belirtmekte yarar var bölgede söz konusu bir atın satış fiyatı 120 milyon TL. civarındadır !! ( kaynak Ertuğrul Melikoğlu )
Ortaokul mezunu olan ancak üç hayat fakültesi bitirdiğini belirten Ahmet Ağa’nın, bir de yanında dolaştırdığı yerel gazetecisi bulunmaktadır. Ahmet Ağa’nın 1983 yılında Ağrı Dağı’na tekrar gelerek Nuh’un gemisini arayan astronot James Irwin ile birlikte araştırmalarda bulunduğu bilinmektedir. Bu araştırmalar sonucu gemi bulunamamıştır. Eğer bulunsaydı herhalde Ahmet Ağa alıp evine götürürdü.  Ne de olsa arazi onun.

AĞRI DAĞI TIRMANIŞLARI İLE İLGİLİ BAZI BİLGİLER
1829 yılı: 27 Eylül 1829 Prof. F.V. Parrot Ağrı Dağı’na ilk çıkan kişi olur. (Rus-Alman)
Bazı kaynaklarda bu tarih 9 Ekim, bazılarında ise 29 Ekim olarak yazılıdır.
1845 yılı: Wage ve Abich’in başında bulunduğu bir ekip tırmanış yapar.
1937 yılı: Binbaşı Cevdet Sunay başkanlığında 15 subay ve 50 askerden oluşan bir askeri birlik zirveye hareket eder, içlerinden 8 kişi zirveye ulaşır ve Atatürk büstü dikerler. Bu askerlerin dağa ilk çıkışlarıdır. O zamanlar binbaşı olan Cevdet Sunay, dağa tırmandığında 38 yaşındadır. Daha sonra Türkiye’nin 5. Cumhurbaşkanı olarak 1966–1973 yılları arasında görev yapacaktır.
1952 yılı: Ağustos ayında yazar Yaşar Kemal Ağrı Dağı’na tırmanır. Tırmanışı yaptığında Yaşar Kemal, 30 yaşındadır. Tırmanış ile ilgili anılarını “ Nuh’un gemisi peşinde ” adlı yazısında anlatır.
1968 yılı: Albay Turhan Selçuk (Karikatürist Turhan Selçuk’la bir ilgisi yok)  başkanlığında 18 subay, 16 astsubay ve 112 askerden oluşan tam örgütlü dağ taburu zirveye çıkarak 3. Ordu flaması ve Türk bayrağı dikerler.
1970 yılı: 21 Şubat günü Bozkurt Ergör Ağrı Dağı’nın ilk Türk kış çıkışını gerçekleştirir. Dağa çıktığı tarihte 42 yaşındadır.
1982 yılı: Ağrı Dağı yabancı uyruklu tırmanışçıların tırmanışına açılır.
1987 yılı: Bölgede PKK eylemleri yaygınlaşır. Yaz aylarında dağa gelmiş olan Amerikalı, Alman ve Japon turistler kaçırılır. Bir süre rehin tutulup bırakılır. Eylemler birkaç kez tekrarlanır. Son olarak yerli bir tur rehberi vurularak öldürülür.
1990 yılı: Bölgede yayılan PKK eylemleri nedeni ile dağa çıkış riskli hale gelir ve dağa çıkışlar güvenlik gerekçesi ile bir süre durdurulur.
1999 yılı: Ağrı Dağı 9 yıl aradan sonra yeniden tırmanışçılara açılır. Tırmanış için izin alınması gereklidir. İzin işlemleri Ağrı Valiliği ve Doğubeyazıt 34. Mekanize Tugay aracılığı ile halledilebilir. Ya da dağa tur düzenleyen bir firma ile anlaşırsınız (parayı bastırırsınız) onlar sizin adınıza bu işleri hallederler.
18 Eylül’de 9 yıl aradan sonra ilk çıkış İDADİK tarafından 6 kişi ile gerçekleştirilir. Bunu, 2 Kasım’da 5 kişilik AKUT ekibi çıkışı izler. 
2000 yılı: 22 Şubat’ta Ertuğrul Melikoğlu Ağrı Dağı’na ilk solo Türk kış tırmanışını gerçekleştirir.
2001 yılı: ......ve 10 Temmuz günü Yavuz İşçen, Ağrı Dağı’nın zirvesine çıkar. Tırmanış tarihinde 43 yaşındadır (Yanlış anlaşılmasın konunun tarihi bir önemi olmayıp sadece kendimi ilgilendirmektedir).

AĞRI DAĞI’NDA ÖLÜMLE SONUÇLANAN KAZALAR
24 Temmuz 1985: Gülden Haberoğlu’nun iniş sırasında heyelan–çığ sonucu ölümü.
24 Temmuz 1985: Nuray Sarıbatur’un iniş sırasında heyelan–çığ sonucu ölümü.
13 Şubat 1987: Fatih Sireci’nin iniş sırasında düşme sonucu ölümü.
25 Şubat 1989: Halil Yeniçıkan’ın çıkış sırasında İnönü zirvesinin hemen altında donma sonucu ölümü.
27 Şubat 1989: Recep Çatak’ın iniş sırasında düşme sonucu ölümü. Olay Halil Yeniçıkan’ın cesedinin indirilmesi sırasında yaşanır. Recep Çatak’ın mezarı, vasiyeti üzerine Aladağlar’da Emli Vadisi girişine gömülmüştür.
29 Şubat 2000: İskender Iğdır’ın iniş sırasında buzuldan düşme sonucu ölümü.
15 Temmuz 2001: Sertaç Tümerdem’in iniş sırasında zirvenin 10 m. kadar altındaki yüksekliği 1.m. kadar olan buz setinin altında düşme-donma sonucu ölümü.

BİTKİ ÖRTÜSÜ HAYVANCILIK
Büyük Ağrı Dağı üzerinde orman örtüsü gelişmemiştir. Küçük Ağrı Dağı’nın batı, güney ve güneydoğu kesimlerinde huş ve meşe ağaçlarına dağınık olarak rastlanır. Büyük Ağrı Dağı’nın 3000-3500 m’ye kadar olan bölümleri otlak olarak kullanılmaktadır. Özellikle küçükbaş hayvancılık yapılmasına olanak tanıyan bu bölümler yöre halkı için büyük ekonomik öneme sahiptir. Yaz mevsimi boyunca bu otlaklarda birçok yayla çadırı kurulur ve hayvancılık yapılır. Bölge PKK eylemleri nedeniyle yaklaşık 10 yıldır yaylacılığa kapalı bulunuyordu. Son 2 yıldır yeniden açıldı. Yaylacılık mayıs ve ağustos ayları arasında yapılmaktadır. Dağın 3500 m.den, devamlı kar sınırı olarak kabul edilen 4000 m.sine kadar olan alanlar ise yüksek dağ çayırları ile kaplıdır. Büyük Ağrı Dağı’nın büyük bir bölümü lav akıntılarının kapladığı bir çöl görünümündedir.

SU DURUMU
Dağın üst bölümü devamlı kar ve buzla kaplı olmasına karşın Ağrı Dağı’nda su sıkıntısı çekilmektedir. Kalıcı kar ve buzulların erimesi ile haziran ve temmuz aylarında en üst düzeye çıkan erime suları bile gündüzleri kısa süreli yüzey akışı göstermektedir. Erime suları çok geçirimli olan andazit ve bazalt lavların altından sızarak yeraltında kaybolmaktadır. Bu sular, lav örtülerinin son bulduğu ova tabanında güçlü kaynaklar halinde yüzeye çıkarlar.

YABAN HAYATI
Yaban hayatı açısından zengin olan Ağrı Dağı’nda, yüksek kesimlerde kurt ve ayıya fazla miktarda rastlanır. Ayrıca yüksek kesimlerde rastlanan bir hayvan da yaban koyunudur. Dağın ova ile birleştiği sıcak ve kumluk kesimlerde zehirleri insan için de öldürücü olabilen bazı engerek yılanı türleri yaşamaktadır.

İKLİM
Büyük Ağrı Dağı etrafında genel olarak karasal iklim hüküm sürer. Gece ve gündüz arasında ısı farkları oldukça fazladır. Yüksek bir dağ olan Büyük Ağrı Dağı, kendi iklimini kendi yaratır. Gündüzleri ısınan hava yükseklere doğru hareket eder. Bu yükselme sırasında havadaki nem oranı artar ve sıcaklık düşer. 3000 m.den sonra bu hava, buzulla karşılaşır ve nem oranı daha da artar. Bu durum ani ve beklenmedik yağışları hazırlar. Geceleri ise bu işlem terse doğru işler ve soğuyan ve ağırlaşan hava doruk bölgesinden aşağıya vadilere doğru kanalize olur. Yüksek dağlara özgü bu düşey ve dikey hava hareketi, bazen yatay hava hareketleri ile birleşerek, tipili ve türbülanslı yağışlara neden olur.
Zirve tırmanışı yapan dağcılar bu nedenle yazın sürpriz gibi görünen kar tipileri ile karşılaşabilirler. Büyük Ağrı Dağı’nın zirve bölümü genellikle bulutlarla kaplıdır. Bu durum, tırmanışı fazlasıyla riske etmemekle birlikte tırmanış zevkini ve zirveden seyredilmesi umulan manzarayı görememeyi doğurabilir. Bunun için zirveye mümkün olduğunca erken varılması önerilir. Ağrı Dağı’nın bu bulutlarla kaplı hali zamanında Rus çarını bile hayal kırıklığına uğratmıştır. Vakti zamanında Rus çarı, Çar Nikola, Ağrı Dağı’nı merak eder ve görmek için St. Petersburg’dan kalkıp haftalar süren bir yolculuktan sonra Erivan’a gelir. Dağın üzeri sis ve bulutla kaplıdır. Dağı görebilmek için beş gün Erivan’da bekler, ancak dağın zirve kısmı bir türlü açılmaz. Çar dağa küser ve “yüzünü bile göstermeyen dağın onuru olamaz” der. Dağı göremeden üzgün ve kızgın olarak geldiği yere geri döner.
Büyük Ağrı Dağı’nda en iyi hava koşullarına sahip zaman temmuz ve ağustos aylarıdır. Yaz sezonunda gündüz hava ısısı 5-12 derece arasındadır. Gece ise ısı, 0 derece ve altında olabilmektedir. Kış sezonunda ise tırmanış için en uygun aylar, şubat ve mart aylarıdır.

DAĞA IĞDIR YÖNÜNDEN DE ÇIKILABİLİR
Bozkurt Ergör ve ondan sonra Dağcılık Fedarasyonu’nun başına getirilen Abdülmecit Doğru dönemlerinde de dağa hangi yönden çıkılacağı sorunu hep tartışılmıştır. Ağrı Dağı’nı turizme açan ilk başkan Bozkurt Ergör’dür. Yabancılara dağa çıkış izni sağlayan anlaşmada “yabancılar yerli halkla temas edemezler” diye bir madde bulunmaktadır. Ergör, bu maddeye dayanarak dağın Doğubeyazıt tarafında yaşayan Kürtlere bir türlü rehberlik sertifikası vermeye yanaşmaz. Kürtler rehber olurlarsa, doğal olarak yabancılarla da diyalogları olacaktır. A. Mecit Doğru ise, Federasyonun başına geçince Kürtleri rehber yapmakta bir sakınca görmez.
Bu arada dağa Iğdır tarafından tırmanışların yaygınlaştırılması için çalışmalar da sürmektedir. Hatta bir vatandaş, A. Mecit Doğru ile olan hemşehriliğine de dayanarak, dağın bu yüzünün de turizme açılacağından emindir ve otel yapmaya başlar. Bu otel inşaatı, beklentinin gerçekleşmemesi üzerine yarım kalır. Dağın Iğdır tarafındaki yüzünden (kuzey yüz) çıkışlar Ahura (Yenidoğan-Gürdoğan) Köyü üzerinden gerçekleştirilmektedir. 
Dağın bu yüzünde Azeriler yaşamaktadır. Azerilerin ve Kürtlerin birbirlerinden fazlaca hoşlandıkları söylenemez. Dağın turizm gelirini paylaşabilme konusunda yıllardır sürdürülen rekabeti şimdilik Kürt lobisi kazanmış gibi görünmektedir. Ancak Azeriler de boş durmamaktadır. 2000 ve 2001 yıllarında bir tür atağa geçmişlerdir. Iğdır Valisi Mustafa Tamer, 10 Milyon dolarlık bir projenin yap, işlet ve devret modeli ile hayata geçirileceğini belirterek, “Iğdır-Ağrı Dağı Doğa ve Kış Turizmi Merkezi”nin Korhan Yaylası, Yenidoğan mevkiinde yapılacağını bildirmiştir. Aynı vali bu yıl, dağın Iğdır tarafında Kültür Bakanlığı’nın da katkılarıyla Ağrı Dağı festivali düzenlemiştir.
Anlaşılan o ki turizm, Iğdır tarafından ve Doğubeyazıt tarafından olmak üzere iki koldan dağa doğru saldırıya geçmiştir. Dağın bu saldırılara daha ne kadar dayanabileceğini hep birlikte gözleyeceğiz.

Yazarı Notu:
Belki sizlerde hissetmişsinizdir, bölgede gezerken üzerinde yaşadığımız bu topraklara, yöreye ve insanlara ne kadar yabancı olduğunuzu algılıyorsunuz. Farklı bir dil konuşuluyor, farklı yaşam şekilleri, adetler, gelenekler ve inançlar. Doğrusunu söylemek gerekirse, bu yabancılık hissi, yaşadığım şeylerden tat alma duygumu köreltiyor. Kendimi, kendi ülkemde bir turist gibi hissediyorum. Bu derlemenin tek amacı, insana, yaşama, kültüre ve doğaya ait tüm güzellikleri yakalayabilmek, ufak ayrıntıları ortaya çıkartarak, yörenin gayri resmi tarihini de fark edebilmek içindi. Yoksa, her gördüğü şeye hemen hayran oluveren, çabuk hayret eden, boynuna astığı “turistsel kimliği” ile kare kare pozlar çeken şabalak turistten hiçbir farkımız kalmayacak.

Yazan: Yavuz İşçen / Ankara
Temmuz 2001
www.cappadociaexplorer.com
İSHAK PAŞA SARAYI

Yazan: Yavuz İşçen

İshak Paşa Sarayı, Ağrı iline bağlı bir ilçe olan Doğubeyazıt’ta yer almaktadır. Doğubeyazıt’ın 5 km. kadar doğusunda Karaburun adı verilen 1750 m. rakımlı bir tepe üzerinde kurulmuştur. Avrupa’daki şato tipi yapıların yurdumuzdaki temsilcilerinden biri olduğu söylenebilir. Üzerindeki kitabesinden, 1784 yılında İshak Paşa tarafından tamamlandığı anlaşılmaktadır. Ancak sarayın yapımının 100 yıl kadar sürdüğü bilinmektedir. Osmanlı saray planına göre inşa edilmiş olan yapının ilginç bir mimarisi bulunmaktadır. Barok ve Rokoko tarzının iç içe geçtiği, yer yer Selçuklu etkisi görülen, yerel motiflerle bezenmiş bir karakteri vardır. Saraydan öte bir külliye görünümünde olan yapı, İstanbul Topkapı Sarayı’ndan sonra son devirde yapılmış sarayların en ünlüsüdür.


BEYAZIT ESKİDEN VİLAYETMİŞ !
Osmanlı döneminde, İshak Paşa Saray’ı çevresinde gelişen Beyazıt vilayeti, Cumhuriyet dönemi ile birlikte il olmuştur. Şehrin kurulduğu alan ovadan 100 m. kadar yüksekte olduğu için rüzgarlı ve daha serindir. Zemininin kayalık olması ve ulaşım güçlüğü gibi nedenlerle zamanla yerleşim daha aşağıya kaymaya başlamıştır. Şehrin aşağıya taşınmasında, Birinci Dünya Savaşı’nın başladığı 1914 yıllarında Rusların bölgeyi işgal etmesi ve şimdiki Doğubeyazıt ilçesinin bulunduğu alana tren istasyonu yapmaları da büyük etken olmuştur. İstasyon çevresindeki yerleşim alanı zamanla genişlemeye başlamıştır.
1927 yılında daha içerde bulunan Ağrı’nın il yapılması ile Beyazıt, Ağrı’ya bağlı bir ilçe durumuna getirilmiştir. 1934 yılında ise postada meydana gelebilecek karışıklıkları önlemek amacı ile adının başına “Doğu” kelimesi getirilerek Doğubeyazıt adını almıştır. 1938 yılında eski Beyazıt tamamen terkedilmiş ve yerleşim aşağıya kaymıştır. Burası şu anda tam bir ören yeri görünümündedir. Şimdiki Doğubeyazıt ilçesi, 1650 m. rakımda bulunan düz bir ova üzerine kurulmuştur. Bugün nüfusu 40 binin üzerinde olan Doğubeyazıt, gelişmiş ve canlı yapısı ile dikkati çekmektedir.

BEYAZIT ADININ KAYNAĞI
Adın kaynağına geçmeden önce bu adın yazılışı üzerine birkaç söz söylemekte yarar var. Doğrusunu söylemek gerekirse kelimenin doğru yazılışının ne olduğunu tam olarak bilemiyorum. Eski ve yeni kaynaklarda belirgin farklar olduğu gibi aslında hiçbir kaynak birbirini tutmuyor. Beyazıt, Bayazıt, Bayezıt, Bayezit Bayezıd ,Beyazıd şeklinde yazıldığına rastladım. 14.yy’dan beri kullanıldığını bildiğimiz Beyazıt adı için kaynaklarda çelişkili bilgiler bulunmaktadır. Bazıları bu adın, buralara kadar gelen Osmanlı Sultanı Yıldırım Beyazıt’tan gelebileceğini söylerken, bazıları ise Osmanlı sultanının buralara hiç gelmediğini ve adın buradan gelemeyeceğini belirtmektedirler. Besim Darkot’a göre, 14.yy’da çevreye hakim olan Celayirlilerden Sultan Ahmed’in kardeşi şehzade Beyazıt’a izafen şehir Beyazıt adını almıştır.

SARAYIN YAPIM AŞAMALARI
Bugün ikinci avluya bakan Harem girişi üzerinde yer alan bir kitabede yazanlara göre sarayın hicri tarihle 1199 yılında İshak Paşa tarafından yaptırıldığı anlaşılmaktadır. Bu tarihin miladi karşılığı 1784 yılıdır. İshak Paşa söz konusu tarihte bölgenin sorumlusu olan kişidir. Ancak sarayın yapımına yaklaşık 100 yıl kadar önce Çolak Abdi Paşa zamanında başlanmıştır.
Bugün sarayın ikinci avlusunda caminin güneyinde kendi adını taşıyan türbede yatan Çolak Abdi Paşa, Beyazıt’ın ilk sancak beylerindendir. Osmanlı padişahlarından 4. Murat döneminde 1634 yılında Revan (Erivan) seferi sırasında kolunu kaybettiği için “Çolak” lakabı ile anılmaya başlanan Abdi Paşa, savaş sonrası Beyazıt sancakbeyliğine verilmiştir. 1680 yıllında sarayın inşasına başlayan ancak ömrü yetmediği için sarayı bitiremeden ölen paşa, ölümünden sonra buraya gömülmüştür. Sarayın inşasına Abdi Paşa’dan sonra, onun halefi ve aynı zamanda akrabası olan Abdülfettah Efendi ve ondan sonra da oğlu Mahmut Paşa devam etmiştir. Mahmut Paşa’nın 1767 yılında ölmesi üzerine, 2. İshak Paşa’nın sancakbeyliği yıllarında (1784) saray tamamlanmıştır.

İSHAK PAŞA KİMDİR ?
1761 yılında Çıldır valisi olan Hasan Paşa, 10 yıl sonra vezirliğe getirilmiştir ve Gürcistan Seraskeri iken azlolunmuştur. Daha sonra Köstendil ve Selanik valiliklerinde de bulunan Hasan Paşa, 1769 yılında Hotin muhafızı iken orada öldürülmüştür. Bugün kendi adı ile anılan sarayı tamamlatan 2. İshak Paşa, bu Hasan Paşa’nın oğludur. 
Daha önce bölgede sancakbeyliği yaptığı bilinen 2. İshak Paşa, 1789 tarihinde vezir rütbesi ile Çıldır ve Ahiska’ya vali olarak görevlendirilmiştir. Valiliğinin ikinci yılında, Şerif Paşa’nın azline sebep olması nedeni ile bu görevinden alınmış, Hasankale’ye (Pasinler)  gönderilerek hapsedilmiş ve orada öldürülmüştür. İshak Paşa’nın bir vali için fazla ihtişamlı olan sarayı ile dikkat çektiği ve bu durumu hazmedemeyen padişah tarafından öldürüldüğü söylenirse de gerçekle bir bağlantısı yoktur.

SARAYIN HAZİNELERİ NEREDE ?
Yapımı sırasında kullanılan taşların Ağrı ili merkeze bağlı Ağadeve Köyü’ndeki taş ocaklarından çıkartıldığı ve yaklaşık 110 km taşındıkları bilinen İshak Paşa Sarayı, Rusların 1828 yılındaki ilk işgalleri sırasında yağmalanmıştır. Yağmalanan eserler arasında, Harem’in altın kaplamalı kapı kanatları ile Saray Kütüphanesi’ndeki çok sayıda kitap da bulunmaktadır.
Bu eserlerin, Moskova ve St. Petersburg (Leningrad) müzelerine götürüldüğü bilinmektedir. Harem kapıları daha sonra 1917 yılında Moskova Müzesi’ne taşınmıştır. Daha sonraki yıllarda da Ruslar, birkaç kez daha bu bölgeyi işgal etmişler ve yağmalar devam etmiştir. Saray 19.yy’ın sonunda tamamen harap duruma gelmiştir.

MADEM HARAP DURUMA GELDİ, O ZAMAN KIŞLA YAPALIM !
Rusların bölgeyi son kez işgal ettikleri 1914 yılında ( Birinci Dünya Savaşı yılları ) saray, Rus askerleri tarafından kışla olarak kullanılmıştır. Rusların bölgeyi terk etmesinden sonra aynı geleneği Türk askerleri de sürdürmüş (!) ve saray bir süre de Türk askerlerine kışla görevi görmüştür. Çok sayıda askerin yemek ihtiyacının karşılandığı saray mutfağının içi, ocağın yeterli olmaması yüzünden yanlarına ilave edilen bacasız ocaklar nedeni ile is ve duman içinde kalmıştır. Mutfağın tavan ve duvarlarında bu nedenle 1.5 cm kalınlığında bir siyah zift ve kurum tabakası ile kaplanmıştır. Sarayın ağaç üzerine işlemeli kapıları ve tavan süsleri ile dolapları bu dönemde odun olarak yakılmıştır. Saraya ilgi,  ikinci dünya savaşından sonra hızla artmıştır. Çeşitli araştırmacılar konuya dikkat çeken araştırmalar yayınlamışlardır. Sonunda 1963 yılında saray korunması gereken eserler kapsamına alınmıştır. 1980 yılından sonra da restore edilmeye başlanmıştır. Restorasyonun başarısı (!) bugün gözlenebilir.

SARAYIN TUVALETLERİ
Burada anlatacağım tuvaletler sarayın kullanıldığı dönemlerdeki tuvaletler değil. Şu anda ziyaretçilere hizmet veren tuvaletler (çeşmenin sağında). Sarayı gezmek için normal vatandaştan 4 milyon TL alınıyor. Yabancılar ise ufak çaplı bir servet ödüyorlar. Parayı verip içeri giriyorsunuz. Ancak sarayın içinde yanlışlıkla tuvaletiniz gelirse iki odadan oluşan ( biri bay, diğeri bayan ) tahta kapılı,  kapıları tam açılıp kapanmayan ve girerken kafanızı iyice eğmek zorunda olduğunuz korkunç bir yer var. Aman içeri girerken bastığınız yerlere dikkat edin. Ayrıca hatırlatmamda yarar var içerde su yok (akmıyor değil, yok !!). Artık kullanacağınız temizlenme yöntemini kendiniz belirlersiniz.
Bir de sarayın dışında saraydan Doğubeyazıt Kalesi’ne doğru giden yolun hemen başlangıcında ilk bakışta telefon kulübesi sandığım, ancak dikkatli bakınca Mr. Spock’ın uzaya ışınlandığı kabinlere daha çok benzediğini fark ettiğim birbirine bitişik 4 tane yapı var. Biraz yaklaşıp dikkatli incelerseniz zemin kısmına yerleştirilmiş olan alaturka tuvalet taşlarını görüyorsunuz. Muhtemelen belediye tarafından yapılmış kabinler. Hiç birinde kapı yok. Ayrıca içlerinde su düzeneği de bulunmuyor (yani musluk, boru falan gibi). Buralarda bizim bilmediğimiz farklı bir yöntem kullanılıyor herhalde. !!

SARAYIN BÖLÜMLERİ
Kesme taşlardan yapılmış olan ve bilinçsiz şekilde gezildiğinde bir labirentten farksız olan İshak Paşa sarayı iki katlıdır. Yaklaşık 115 x 50 metre  boyutlarında bir alanı kaplayan sarayın 360 kadar odası bulunmaktadır. Saray, kabaca üç bölümden oluşmaktadır. Ayrıca her bölüme bağlı çeşitli yapılar yer almaktadır.

1)      1. Avlu
2)      2. Avlu
3)      Harem

Birinci Avlu
TAÇ KAPI: Birinci avluya giriş, aynı zamanda sarayın da giriş kapısını oluşturan görkemli bir taç kapıdan yapılır. Bu kapıda Anadolu Selçuklu yapılarındaki taç kapı görüntüsü büyük ölçüde vurgulanmıştır. Yuvarlak ve basık kemerli asıl girişin üzeri Selçuklu tarzında mukarnas sıraları ile doldurulmuştur.
NÖBETÇİ ODALARI: Taç kapıdan geçildikten sonra solda küçük bir oda bulunmaktadır. Bu oda saraya girişi denetleyen nöbetçi odasıdır.
ÇEŞME: Taç kapıdan girildikten sonra kapının sağında çeşme ve yalak taşı yer almaktadır. Genişçe bir kemer içersine alınmış olan çeşme iki muslukludur.
MUHAFIZ KOĞUŞLARI: Birinci avlunun sağ yanı sarayın güvenliği ile ilgili bölümlere ayrılmıştır. Bu bölümde sarayın muhafızlarına ait oda ve koğuşlar bulunmaktaydı.
ZİNDAN: Muhafız koğuşlarının bulunduğu bölümün alt katındadır. Zindan iki bölümden meydana gelmektedir. İlk bölüm 5 odadan oluşur ve adi suçlular içindir. Koridorun sonunda zindanın ikinci bölümü yer alır. Suçlular buraya yukarıdan atılarak cezalandırılırlardı.
AT KOŞUM VE ARABA YERLERİ: Taç kapıdan girildikten sonra en sağda kalan kısımdır. Ahır bölümüdür.

İkinci Avlu
TAÇ KAPI: İkinci avluya giriş, gene bir taç kapıdan geçilerek yapılmaktadır. Anıtsal bir görüntüsü olan bu kapı Gotik bir mimari tarzı yansıtır. Girişin alt kısmı, uzun beşik tonozlu ve derinliği 10 m. yi bulan bir koridor olarak düzenlenmiştir.
HİZMETLİ ODALARI: Taç kapıya sağdan ve soldan bitişik iki katlı olarak düzenlenmiş odalar, hem 1. avluya hem de 2. avluya bakmaktadır. Bu odalar, saray hizmetlilerine ayrılmış alanlardır. Bu bölümün yanı sıra, 2. avlunun sol tarafı, derin bir bodrum üzerine gene iki katlı olarak inşa edilmiş hizmetli odalarından meydana gelmekteydi. Ancak bu bölüm bugün tamamen yıkılmış ve yok olmuş durumdadır. Bodrum bölümleri restorasyon sırasında çelik iskeletle desteklenmiş olarak görülebilmektedir. Bu bölümlere, 1. avlu tarafından ahırların bulunduğu bölümden bir kapı ile ulaşılmaktaydı.
SELAMLIK: Selamlığa ikinci avlunun sağındaki ayrı bir kapıdan girilmektedir. Ana hatlarıyla Selçuklu taç kapılarını anımsatan kapı, sivri kemerli olup girişin üzeri mukarnaslıdır. Selamlık, önemli kişilerin konuk edildiği, bir takım devlet görevlerinin karara bağlanıp yürütüldüğü, bölgesel yargılamaların yapıldığı bir bölümdür. Selamlık kapısından girildikten sonra sağda kalan bölüm, mahkeme salonudur (Divan Sofası) ve ikinci avluya bakan 5 penceresi bulunmaktadır. Solda kalan bölüm ise Selamlığa ait iki odadır. Bu odalarında, ikinci avluya bakan 4 penceresi bulunmaktadır. Selamlığa ait bu odaların önünden geçen 11 m. uzunluğundaki bir koridor, camiye açılmaktadır.
CAMİ VE SON CEMAAT YERİ: Selamlık bölümünün en güzel bölümlerinden biri cami ve son cemaat yeridir. Selamlıktan bir koridorla ulaşılan cami, hem iç hem de dış mimari açısından önem taşımaktadır. Gerek cami, gerekse üç kemer ile camiye bağlı olan son cemaat yeri, hemen hemen birbirine eşit iki kare alan üzerine, ortada haçvari iki ayağın arasındaki üç kapı ile bağlantılı olarak inşa edilmişlerdir.
Tek kubbeli olan cami, İshak Paşa yapı topluluğunun en sağlam kalan yapılarındandır. Önündeki son cemaat yerinin üzeri teras biçiminde kapalıdır. Terasın kuzey köşesinde pramidal  biçimli iki Gözetleme Kulesi ve Kuş Köşkü yükselmektedir.
SU DEPOSU: Caminin yanındaki büyük su deposu yıkılmıştır. Dağlardan ve çevre yaylalardan getirilip bu depoda biriktirilen sular, pişmiş topraktan yapılmış künklerle saraya dağıtılıyordu. Bu künkler bozulmadan bulunmuştur.
ÇOLAK ABDİ PAŞA TÜRBESİ: Caminin ikinci avluya bakan tarafında (caminin kıble duvarı-güney yüz) avlunun kenarında küçük zarif bir yapı olan türbe, sarayın yapımını başlatan Abdi Paşa’ya aittir. Osmanlı-Safavi Savaşı’nda kolunu kaybettiği için “Çolak” lakabı ile bilinmektedir. Buradaki türbe, sembolik olarak yer almaktadır. Asıl mezar odası, bu sembolik yapı içinden merdivenlerle inilen yerin altında, tonozla örtülü dikdörtgen bir yapıdır. Burada iki mezar yer almaktadır. Mezarlardan birinin Abdi Paşa’ya diğerinin ise karısı Habibe hanıma ait olduğu genel kabul görmüştür.  Bu mezar odasının tavan bölümünden dışarıya açılan iki tane penceresi bulunmaktadır. Sekizgen şekle sahip türbede Selçuklu  kümbet mimarisi etkisi hakimdir. Bazı araştırmacılar ise burada yatan kişilerin, İshak Paşa ve eşi olduğunu ileri sürmektedirler.


Harem
İshak Paşa Sarayı’nın kitlesel olarak en kalabalık bölümü Harem’dir. Harem’e oldukça görkemli bir taç kapıdan girilmektedir. Ortada yer alan Salonu üç yönden Harem odaları çevrelemektedir. Ayrıca Haremin güneyinde, hamam, mutfak ve tuvaletler yer almaktadır. En dışta ise Harem’e ait avlu bulunmaktadır.
TAÇ KAPI: İki katlı tasarlanan kapı gerçekten de çok etkileyicidir. Kapı eşiğine üç kademeli bir merdivenle ulaşılmaktadır. Kapı bordür çerçevesi yoğun süslemelerle kaplıdır. Çerçevenin alt kısmında her iki tarafta birer aslan kabartması yer almaktadır. Kapının üzerindeki kitabede özetle, sarayın içinde yaşananların geçici olduğu, yalnız Allah’ın kalıcı olduğu ve sultan olsun, bey olsun, paşa olsun herkesin bu kapının altından eğilerek geçeceğini hatırlatan ifadeler bulunmaktadır. Taç kapının en üzerindeki kitabe ise, İshak Paşa’nın da adının geçtiği bölümdür. Buradaki harfler ebced hesabına göre M. 1784 yılını vermektedir.
SALON: Haremde bayramlaşma, özel günlerde yapılan eğlenceler ve önemli aile toplantılarının yapıldığı, bey ve paşaların ikametine ayrılmış en önemli kısım burasıdır. Salona taç kapıdan girildikten sonra, küçük holün sağındaki tonozlu bir odadan geçilerek ulaşılır. Salon içi mimaride, Türk etkilerinin yanı sıra Barok, Rokoko ve Ampir tarzı süslemelerde dikkati çekmektedir. İçerde taç kapıdan girilen yöndeki iç kapının üzerindeki kitabe ve içerdeki diğer kitabelerde İshak Paşa’yı öven yazılar bulunmaktadır.
HAREM ODALARI: Harem odaları uzun koridorlarla birbirine bağlıdır. Her birinin koridora açılan bir kapısı, şöminesi ve şöminenin iki yanında yer alan birer penceresi bulunmaktadır. Ayrıca oda duvarlarında dolap, kandillik ve şerbetlik amacı ile açılmış nişler yer almaktadır. Odalar iki katlı olarak inşa edilmişlerdir.
HAMAM: Hamama giriş koridor üzerinde, mutfak girişi ile aynı kapıdandır. İçerde 6 yönde yıkanma kurnaları bulunmaktadır. Yıkanma alanının yanında kare planlı soyunmalık yer almaktadır. Hamamın özelliği, kendi ısıtma sistemi ile bütün Haremi dolaşarak günümüzdeki kaloriferli ısıtma sistemine benzer bir yapılanmanın ilk örneklerinden olmasıdır. Bu amaçla duvar aralarından geçirilerek Harem bölümlerinde dolaştırılan künkler, bugün de yerlerinde durmaktadır.
MUTFAK: Harem’in güney bölümünü kaplayan mutfak, tek örtü biçimine sahip bir kütle şeklinde ve dışa taşkındır. Tavandaki kemerlerin ortasındaki açıklık, duman ve isin dışarıya atıldığı bir havalandırma yeri olarak tasarlanmıştır. Bu yerin tam ortasında yukarda tavan üzerinde zarif sekizgen yapılı pramidal bir külah yapısı vardır.
Mutfak içi, buranın kışla olarak kullanıldığı dönemde yakılan ateşlerin çıkardığı is sonucu oldukça kötü bir durumdadır (restorasyon sırasında bu is tabakası kazınmıştır).
TUVALETLER: Burada anlatacağım tuvaletler sarayın kullanıldığı dönemlere aittir ! Harem bölümünün tuvalete L şeklindeki koridorun en güney ucunda solda, köşede, mutfak duvarına bitişiktir. Güneye bakan pencereleri olan tuvaletlerin üzeri beşik tonozlarla örtülüdür.
HAREM DIŞ AVLUSU: Haremin batı yüzünün ortasında bulunan bir kapı ile, Harem binalarını üç yönden çevreleyen dış avluya çıkılmaktadır.

DOĞU BEYAZIT KALESİ
Doğubeyazıt’ın 6 km kadar güneydoğusunda, Eski Beyazıt’ın ve dolayısıyla İshak Paşa Sarayı’nın kuzeyinde yükselen kayalıklar üzerinde bulunan kalenin hangi tarihte yapıldığı bilinmemektedir. Bugün yıkık durumda olan kalenin hemen altında saraya bakan tarafta küçük bir cami daha yer almaktadır. Eğer üşenmeyip kaleye çıkarsanız İshak Paşa Sarayı’ndan baktığınızda göremediğiniz Ağrı Dağı’nın görkemli görüntüsü ile karşılaşırsınız. Sadece bunun için bile çıkılmaya değer.

Yazan: Yavuz İşçen / Ankara
Temmuz 2001
PUSULA KULLANMA 
VE DOĞADA YÖN BULMA BİLGİSİ
Yazan: Yavuz İşçen

Burada konu daha çok doğa sporları ile uğraşan, dağcılar, trekking yapanlar gezginler ve tüm doğa insanları için doğada yön bulabilmeyi kolaylaştırmak açısından ele alınmaktadır. Navigasyon bilgisi olarak da adlandırabileceğimiz doğada yön bulma, klasik anlamı ile pusula ve harita kullanarak doğada gideceğimiz yere ulaşabilmeyi içermektedir. Kuşkusuz pusula ve harita olmaksızın da doğada bulunduğumuz yeri belirleyebilir, yönümüzü bulabilir ve gideceğimiz rotayı saptayabiliriz. Bunun için çok basit aletler ve bilgilerin yanı sıra içgüdülerimizden bile yararlanabileceğimiz gibi yeni çıkan GPS gibi son teknoloji ürünü aletleri de kullanabiliriz.
Yönümüzü her ne ile bulacaksak bulalım, doğada bazen bunun hayati önem taşıdığı anlar yaşayabiliriz. Sonuçta bir şekilde doğada bulunan insanların bu bilgi birikimine ve donanıma sahip olmaları gerekmektedir. Son yıllarda ülkemizde doğaya olan ilginin yaşadığı patlamayı hangi nedenlerle açıklarsak açıklayalım, bu insanlarda doğada yaşam konusundaki alt yapı eksikliğinin, hem doğal çevrenin korunabilmesi hem de bu insanların korunabilmesi açısından giderilmesi gerekmektedir. Bu konuda, konu ile ilgili tüm insanlara çeşitli görevler düştüğü inancındayım.
PUSULA
Pusula, kabaca kuzeyi gösteren bir alet olarak tanımlanabilir. Ancak sadece bu işi yapan bir pusula, kuzey kutbuna doğru bizi yönlendirmekten başka bir işe yaramaz. Bu tür pusulalar, amacımız kuzey kutbuna gitmek, ya da namaz için kıbleyi (güneyi) bulmak değilse fazla işlevsel değildir. Tüm pusulaların çalışma prensibi ve mantığı aynı olmakla birlikte, kullanım amaçlarına göre çeşitli yapıda olanları vardır. Günümüzde dağcılar ve gezginler tarafından kullanılan pusulalar belli özellikler taşırlar. Üreten firmaya göre farklı markalarda piyasada bulunan bu pusulalardan Silva, Suunto ve Recta gibi markalar yaygın olarak kullanılmaktadır. Bu tür pusulaları doğa malzemeleri satan mağazalarda bulabilirsiniz.

PUSULA ALACAKLARA ÖNERİLER
Her şeyden önce bu iş için ayırabileceğiniz bütçeyi belirlemelisiniz. Amaca uygun olarak alabileceğiniz en basit pusula,  20–40 DM arasında bir fiyata sahiptir. Daha profesyonel bir pusula istiyorsanız, 70–110 DM arasında bir fiyat ödemeniz gerekir. Ancak bu fiyat gruplarından hangisine karar verirseniz verin, alacağınız pusula, kullanım amacınıza uygun özellikleri taşıyacaktır. İki fiyat grubu arasında daha çok, pusulanın hassaslığı ile ilgili farklar bulunmaktadır. Yazının bundan sonraki bölümünde bu sınıflamalara giren iki pusula tanıtılacaktır. Şekil 1’de tanıtılan pusula alabileceğiniz en ekonomik ve özellikleri açısından da minimum olarak niteleyebileceğim bir pusuladır. Özetle, üzerinde bu özellikleri barındırmayan bir pusula doğada işinize yaramaz. Boşuna para vermeyin. Şekil 2’de tanıtılan pusula ise, daha profesyonel bir pusula olup, paranız varsa tadından yenmez.
PUSULAYI TANIYALIM
Şekil 1’de görülen pusula, Silva Starter modeli olup, döner bilezik 5 derece aralıklarla işaretlenmiştir. Ülkemizdeki fiyatı 20 DM kadardır. Ekonomik, ancak amaca uygun bir pusula almak isteyenlere önerebilirim. Şimdi bu pusulanın üzerinde bulunan özellikleri tanıyalım.
1) PUSULA İBRESİ (OKU) KUZEY UCU
Bu ibre kendi etrafında 360 derece dönebilen hareketli bir yapıya sahiptir. İbrenin kırmızı yada fosfor rengine boyanmış olan ucu, kuzeyi gösterir. Aynı ibrenin diğer ucu genellikle beyaz renge boyalıdır ve güney yönünü gösterir. Bu ibre, soğukta donmayan içi özel bir sıvı ile dolu bir kapsül içine yerleştirilmiştir. Pusula ibresinin içinde yer aldığı kapsüle, “Pusula Yuvası” adı verilir.
2) PUSULA YUVASI İÇİNDEKİ KUZEY – GÜNEY ÇİZGİLERİ
Bu çizgilerin hareketi, döner bileziğin hareketine bağlıdır. Kullanılan pusulanın markasına göre, bu çizgilerden iki tanesinin ucu ok şeklinde birleştirilmiş ya da fosforlu renkle çizilerek işaretlenmiş olabilir. Kullanım sırasında pusula ibresi kuzey ucu ile, bu çizgiler, döner bilezik çevrilerek birbirine paralel konuma getirilirler.
3) PUSULA YUVASI AÇI KADRANI (DÖNER BİLEZİK)
Pusula yuvasının dışı, üzerinde açı değerlerinin yazılı olduğu bir kadrana sahiptir. Kısaca “döner bilezik” olarak da adlandırılan bu kadran, kullanıcı tarafından elle çevrilerek kullanılır. Açı kadranı üzerinde 0’dan 360 dereceye kadar açı değerleri yer almaktadır. Kullanılan pusulanın kalitesine göre, açı kadranının bölünümü 1, 2 ya da  5’er derecelik aralıklarla olabilir. Bu bölünüm ne kadar küçükse pusulanın hassasiyeti o kadar artar. Dolayısıyla 1’er derecelik bölünüme sahip olan pusula en ideal olanıdır. Bu tür bir pusulada istikamet açıları hesaplanırken hata payı en aza iner. Döner bilezik üzerinde açı değerlerinin yanı sıra harflerle belirtilen yönler ve ara yönler de yer almaktadır.

N–Kuzey                  
NE–Kuzeydoğu
E–Doğu                     
SE–Güneydoğu
S–Güney                    
SW-Güneybatı
W–Batı                     
NW–Kuzeybatı

4) İSTİKAMET AÇISI OKUMA ÇİZGİSİ
Hedef açısı okuma çizgisi, Kerteriz açısı okuma çizgisi ya da Gösterge olarak da adlandırılan bu çizgi, pusula şeffaf gövdesi üzerine genellikle fosfor rengi ya da kırmızı boya ile çizilmiş sabit bir çizgidir. Bu çizgi, döner bilezik üzerindeki değerleri okuyacağımız noktayı işaret eder. Özetle pusula ile bir açı ölçtüğümüzde bu açının değeri, bu çizginin karşısına gelen döner bilezik üzerindeki rakamdır.
5) HAREKET YÖNÜ OKU
Bu ok, pusula şeffaf gövdesi üzerinde sabit olarak işaretlenmiş kırmızı renkli bir ok işareti şeklindedir. Bu ok, örnekteki pusulada istikamet açısını belirlerken pusulayı hedefe doğru olarak yönlendirebilmemiz için kullanılır. Bu okun ucu gidilecek hedefi gösterecek şekilde tutulduktan sonra gerekli açı ölçme işlemleri yapılır. Açı belirlendikten sonra bu okun ucu hareket edeceğimiz yönü gösterir.
6) CETVEL (SANTİMETRE)
Pusulanın iki kenarında cetveller yer alır. Bunlardan biri cm. olarak bölünüme sahiptir. Bu cetveller, Harita üzerinde çalışırken gerekli açı ve uzaklık ölçümleri yapmamıza yarar. Örneğin harita üzerinde iki nokta arasındaki uzaklığı hesaplayabilmek için bu iki noktanın arasını bir çizgi ile birleştirir ve bu çizgiyi cetvelle ölçeriz. Daha sonra yaptığımız ölçümü haritanın ölçeği ile kıyaslayarak gerçekteki uzunluğun ne kadar olduğunu buluruz.
7) CETVEL (İNCHES)
Cetvellerden diğeri, farklı ölçü sistemlerine sahip ülke ve haritalarda çalışabilmek için inches olarak bölünüme sahiptir.
8) SEFFAF YÜZEY (TABAN)
Pusula tabanı şeffaf bir maddeden yapılmıştır. Bu özellik, harita üzerinde çalışırken harita değerlerinin rahat bir şekilde okunabilmesi için düşünülmüştür.
DAHA İYİ BİR PUSULA
Şekil 2’de daha kompleks yapılı, dağcılar ve gezginler için profesyonel sayılabilecek bir pusula görülmektedir. Şekil 1’de tanıtımını yaptığımız pusulada bulunan bütün özellikler, bu pusulada da bulunmaktadır. Çalışma prensipleri hemen hemen aynıdır. Ancak bu pusula, hem daha hassas ölçümler yapabilir hem de daha farklı bazı özelliklere sahiptir. Aşağıda sadece bu farklı özellikler tanıtılacaktır. Şekil 2’de görülen pusula Silva Ranger modeli olup, döner bilezik 2 derece aralıklarla işaretlenmiştir. Ülkemizdeki satış fiyatı 100 DM kadardır.
1) GERİ İSTİKAMET AÇISI OKUMA ÇİZGİSİ
Arazide gitmek istediğimiz hedefler ve bunlara ait istikamet açılarını hesapladığımızda, aynı rotadan başlangıç noktasına geri döneceksek, geri istikamet açılarını da hesaplayıp dönüşte bunlara göre hareket etmemiz gerekecektir. İstikamet açısı ve geri istikamet açısının nasıl hesaplandığını ilerde anlatacağız. Ancak geri istikamet açısının hesabını hiç yapmaksızın bu çizgiyi kullanarak bu açıyı hemen görebiliriz. Bu çizginin bir amacı budur.
Örneğin, arazide A noktasından B noktasına gitmek için, A noktasında istikamet açısı belirleriz. Belirlediğimiz bu değeri, A’dan B’ye giderken kullanırız. İstikamet açısını belirlediğimiz an, bu değer, istikamet açısı okuma çizgisinin karşısındaki döner bilezik değeridir. Aynı noktada yani A’da, geri istikamet açısı okuma çizgisinin karşısına gelen döner bilezik değeri ise, bize geri istikamet açımızı verir. Biz bu değeri B’den A’ya geri dönerken kullanırız. Geri istikamet açısı okuma çizgisinin diğer bir işlevi, bir hedefe nişan alırken kullanılmasıdır. Ayna üzerindeki siyah çizgi, aynadan bakıldığında bu çizgi ile aynı hizaya geldiğinde hedef, V çentiği içine alınmalıdır. Bu konumda doğru nişan alıyoruzdur.
2) ROAMER
Roamer,  kareleme yöntemi kullanılarak harita üzerindeki herhangi bir noktanın yerinin rakamsal olarak tanımlanmasına yarar. Hesaplamanın nasıl yapılacağını harita ile ilgili  bölümde ele  alacağız. Roamer, pusula şeffaf yüzeyi üzerine kırmızı boya ile yazılarak sabitlenmiş bazı değerlerden oluşur. Biri yatay diğeri dikey olmak üzere iki çizgi, bir köşe oluşturacak şekilde birleştirilmiştir. Çizgiler üzerinde çeşitli rakamsal bölünümler bulunmaktadır.  1/25.000 ve 1/50.000 ölçekli harita kullanımına göre 2 farklı şekilde gruplandırılmıştır. Çizgilerin dışına gelen değerler, 1/25.000 ölçekli harita, içine gelen değerler ise 1/50.000 ölçekli haritalar içindir.
3) KAPAK
Bu pusulada, pusula yuvasını kapatan açılıp örtülebilen bir kapak bulunmaktadır. Ancak kapağın işlevi sadece pusula yuvasını örterek korumak değil, üzerinde yer alan diğer elemanları sayesinde (V çentiği, ayna, ayna üzerindeki siyah çizgi) daha hassas ve kolay ölçümler yapılabilmesini sağlamaktır.
4) AYNA
Pusula kapağını 90 derece ya da biraz daha az açtığımızda, pusulayı bir hedefe yöneltip istikamet açısı hesaplarken, aynanın işlevi, kadran üzerindeki değerleri ve kuzeyi gösteren ibrenin ucunun konumunu görmemizi sağlamasıdır. Böylelikle ayna sayesinde istikamet açısı hesaplarken pusulanın konumunu bozmaksızın değerleri kolayca görebilme şansımız olur. Tabi ki aynayı normal zamanlarda saçınızı taramak ve makyaj tazelemek için de kullanabilirsiniz !
5) AYNA ÜZERİNDEKİ SİYAH ÇİZGİ
Bu çizgi, pusula kapağını ve aynayı ortadan ikiye bölmektedir. Amacı, “V çentiği” ile geri istikamet açısı okuma çizgisini birleştirerek, pusulanın hedefe doğru bir şekilde yönlendirilebilmesini sağlamaktır. Böylelikle açı hatası yapmaksızın daha sağlıklı ölçümler yapabilmemizi sağlamaktadır.
6) V ÇENTİĞİ
Tabanca ve tüfeklerde bulunan “gez” in işlevine sahiptir. Bu çentikten hedefe doğru bakılır. Hedef yani varılmak istenen nokta, bu çentiğin tam ortasına getirilir. Pusula bu konumda iken istikamet açısı ölçülür. Çentiğin amacı hedefin kaymasını önleyerek ölçümün hassasiyetini artırmaktır. Bir hedefe nişan alınırken pusula öyle bir tutulmalıdır ki, ayna ortasındaki siyah çizgi, geri istikamet açısı okuma çizgisi ile aynı hizada tutulurken, hedef de V çentiğine yerleşmiş olsun.  Eğer bu nişan alma olayı doğru yapılmazsa, belirlediğimiz istikamet açısı da yanlış olacaktır. Bu ise istenilen noktaya ulaşamama ya da uzağına varma anlamına gelebilir.
7) BÜYÜTEÇ
Şeffaf taban üzerinde ufak bir büyüteç yer almaktadır. Bu büyüteç, harita ile çalışırken, harita üzerindeki küçük yazıldığı için okunmakta güçlük çekilen değerlerin rahat okunmasını sağlamak amacı ile konulmuştur. (Örneğin eş yükselti çizgilerinin rakamsal değerlerini sağlam gözle bile okumak güçtür) Bir söylentiye göre bu büyüteç, kibritsiz ancak güneşli havalarda ateş yakmak içinde kullanılabiliyormuş !
8) BOYUNA ASMA İPİ
Pusulayı boyuna takarak kolye gibi taşımak amacı ile kullanılır.
9) DEKLİNASYON AÇISI AYAR VİDASI
Bu vida döner bilezik üzerinde ya da döner bileziğin arka tarafında bulunur. Daha fazla bilgi için, Deklinasyon açısı bölümüne bakınız.
10) EĞİM ÖLÇME VE DEKLİNASYON AÇISI AYARLAMA KADRANI
Bu pusulada, tırmanılan ya da inilen eğimin hesaplanabilmesi için pusula yuvası içine yerleştirilmiş bir kadran bulunmaktadır. Bu kadran, döner bileziğin hareketine bağlı olarak hareket etmektedir. Kadranın ortasında sıfır değeri ve bu değerin sağında ve solunda 90’ar derecelik bölünümler bulunmaktadır. Kadran üstü değerler 2 derecelik hassasiyete sahiptir.
Bu kadran aynı zamanda yazının sonunda bahsedeceğimiz Deklinasyon açısının hesabında da kullanılır.
11) EĞİM ÖLÇME KADRANI ÜST ÇİZGİSİ
Bu çizgi de pusula yuvası içinde bulunmaktadır ve hareketi döner bileziğin hareketine bağlıdır. Kadranın sınırlamasını yapan bu çizgi, pusula yuvası içindeki kuzey -güney çizgilerini dik kesecek şekilde kırmızı boya ile boyanmış bir çizgidir. Eğim ölçme işlemi sırasında, eğim ölçme kadranı üst çizgisinin, istikamet ve geri istikamet açısı okuma çizgileri ile aynı hizaya gelecek şekilde, döner bilezik çevrilerek ayarlanması gerekmektedir. Kadran bu konuma getirildikten sonra eğim ölçme işlemi yapılır.
12) EĞİM ÖLÇME İBRESİ
Pusula yuvası içinde bulunan ucu ok şeklindeki siyah renkli ibre, eğim ölçme ibresidir. Eğim ölçme kadran değerlerinin zemine doğru baktığı konumda bu ibre sıfırı gösteriyorsa düz bir zeminde duruyoruzdur. Aksi konumlarda karşılık geldiği değer kadar  +  ya da  -  eğim mevcuttur.

PUSULA KULLANIRKEN DİKKAT EDİLMESİ GEREKENLER

1)       Pusula kullanılırken yere paralel olacak şekilde yatay olarak tutulmalıdır. Elde tutularak kullanılıyorsa, sarsmamaya özen gösterilmelidir.
2)       Pusulayı kullanmadığınız zamanlarda da mıknatıs ve manyetik alanlardan uzak tutununuz.
3)       Pusula, pusula ibresinin sapmasına neden olabilecek metal eşyalardan, elektrik akımı taşıyan gerilim hatlarından, telefon ve telgraf hatlarından, dikenli tellerden, metal ağırlıklı kayalardan, maden yataklarından, uzakta kullanılmalıdır. Bir fikir verebilmesi açısından aşağıya bulunulması gereken ortalama uzaklıklar çıkartılmıştır.

-         Yüksek gerilimli enerji hatlarından  .....................................  55 m.
-         Araba  ......................................................................................  15 m.
-         Dikenli teller  ........................................................................... 10 m.
-         Telefon ve telgraf hatları  ....................................................... 10 m.
-         Buz kazması, cep telefonu ........................................................  1 m.
-         Saat, konserve kutusu, ............................................................ 0.5 m.

4)       Kullanılmadığı zamanlarda mutlaka kapağı kapalı tutulmalı, sudan ve aşırı nemden korunmalıdır. Bunun için bir kılıf içinde çantada taşımak uygundur.

TERS KUTUPLAMA DURUMU 
Pusulanın, manyetik alan ya da mıknatıs gibi etkenlerle karşılaşması sonucu, pusula ibresi bozulabilir. İbresi bozulmuş bir pusulada, ibre ağır hareket eder ve sabitlenmesi geç olur. Eğer ibre tam olarak bozulmuşsa, ibrenin güneyi göstermesi gereken beyaz ucu, kuzeyi göstermeye başlar. Bu duruma ters kutuplama denir. Bu durumdan kurtulabilmek için, kuvvetli bir mıknatısın güney ucu ile, pusula ibresinin kuzey ucuna anlık bir darbe vurmak gerekir. Daha sonra doğru gösterdiğinden emin olunan başka bir pusula ile karşılaştırma yapılarak yapılan işlemin sonucu gözlenmelidir.

KABARCIK SORUNU
İçi sıvı ile doldurulmuş olan pusula yuvalarında, bu sıvı içersinde, hava kabarcıkları meydana gelebilir. Hava basıncındaki düşme ve tırmanılan yükseklik nedeni ile meydana gelen bu kabarcıklar, normal hava koşullarında ve alçak rakımlarda kendiliğinden kaybolur.

PUSULASIZ YÖN BULMA

GÜNEŞİN DOĞDUĞU YERE GÖRE
Güneşin doğduğu ya da battığı yeri biliyorsanız, yönlerinizi saptamanız kolaydır. Yüzünüzü güneşin doğduğu yere çevirin ve kollarınızı iki yana açın;
-     Yüzünüz-Doğu
-         Arkanız-Batı
-         Sol kolunuz-Kuzey
-         Sağ kolunuz-Güney  
 Bu dört yöne “ Ana Yönler ” adı verilir. Yüzünüzü güneşin battığı yere döndüyseniz, bu bölünüm tam tersi olarak değişecektir.

SAATİNİZİ KULLANARAK YÖN BULMAK
Bunun için akrep ve yelkovanı olan klasik bir saate sahip olmanız gerekmektedir. Digital saatiniz varsa hiç şansınız yok.
-         Saatin akrebini (kısa olan ucu) güneşe doğru çeviriniz.
-         Saatin yelkovanını (uzun olan ucu) 12’nin üzerine getiriniz.
-         Saatiniz bu konumda iken, akrep ve yelkovan arasındaki açının tam ortası güneyi gösterir. (Bu yöntem kuzey yarımküre için geçerlidir)

KUTUP YILDIZINA BAKARAK YÖN BULMAK
Gece bulutsuz bir havada kutup yıldızını (kuzey yıldızı) bularak yönümüzü belirleyebiliriz. Kutup yıldızı, küçükayı takımyıldızı olarak bilinen yıldız grubunun en ucundaki parlak yıldızdır. Bu yıldızı bulmak için üç ayrı yöntem kullanabiliriz. (Kuşkusuz farklı yöntemler de vardır)

a)      Küçükayı’yı bulabiliyorsanız, takımın sonuncu yıldızı kutup yıldızıdır.
b)      Büyükayı’yı bulabiliyorsanız, Büyükayı’nın tabanını oluşturan iki yıldız, kutup yıldızı ile aynı doğrultudadır. Büyükayı’nın tabanını oluşturan iki yıldızın arasındaki uzaklığın 5 katını küçükayı’ya doğru uzatırsanız kutup yıldızını bulursunuz.
c)      Cassiopeia (Kraliçe) takım yıldızını tanıyorsanız, bu yıldız grubundan yola çıkabilirsiniz. Cassiopeia takımyıldızı, birçoğumuz tarafından bilinir. Ancak belki adını bilmiyor olabiliriz. Bu yıldız grubu gökyüzünde “M” ya da duruma göre “W” şeklinde dikkat çekici bir şekilde görünen 5 yıldızdan oluşur. Bu takımı bulduktan sonra Büyükayı’yı bulmamız gerekmektedir. Cassiopeia’dan, Büyükayı’ya doğru bir hat oluşturulduğunda, kutup yıldızı bu hattın tam ortasına gelir.

FARKLI BİLGİLER
-         Ağaçların ve büyük kayaların kuzeye bakan yüzleri, kuzey rüzgarının etkisi ile yosunlu olur.
-         Karınca yuvalarının kuzeye bakan yüzlerinde daha çok toprak yığılıdır.
-         Minarelerin şerefe kapıları güneye bakar
-         Müslüman mezarlarında mezar taşları güney yöne dikilir.

PUSULANIN KULLANIŞ ŞEKİLLERİ
Pusula doğada çok amaçlı olarak kullanılmaktadır. Yazı içersinde bunların hepsine belli oranlarda yer vereceğiz. Ancak pusulanın en bilinen ve yaygın kullanımı harita ile birlikte kullanılmasıdır. Doğada işlevsel olan haritalar ise, 1/50.000 ya da 1/25.000 ölçekli haritalardır. Örneğin 1/25.000 ölçekli bir haritada 1 cm. arazide 250 m.’dir. Elimizde, içinde bulunduğumuz bölgenin bu ölçekte bir haritası varsa her istediğimiz noktayı elimizle koymuş gibi bulabiliriz. Ülkemizde bu ölçekte haritalar, daha çok askeri amaçlı olarak üretilmekte ve sivil kullanıcılara kapalı bulunmaktadır. Bu durum, ülkemizdeki doğa insanlarının, dağcıların, gezginlerin en ciddi problemlerinden birini oluşturmaktadır. Neyse ki, bu ölçekte haritalara sahip olmaksızın da doğada pusula ile bir çok şey yapabiliriz. Yazımızın bundan sonraki bölümünde detaylı olarak pusulanın harita olmadan kullanım şekilleri üzerinde duracağız. Daha sonra da haritaya sahip olma durumunda nasıl kullanılabileceğini ayrı bir bölüm olarak ele alacağız.

PUSULANIN HARİTA OLMAKSIZIN KULLANIM ŞEKİLLERİ

İSTİKAMET AÇISI NEDİR?
Doğada ilerde gözle görebildiğimiz bir noktaya ulaşmak teorik olarak kolay gibi görünse de, bütün doğa insanları çok iyi bilir ki bu, hiç de göründüğü kadar basit değildir. Yürüyüşe başladığımız anda iyi bir şekilde görebildiğimiz hedef belli bir süre sonra gözden kaybolabilir. Ya da yürüyüşün başında belli bir açıdan gördüğümüz hedefe başka bir açıdan yaklaşmaya başladığımızda tamamen farklı bir hedefe doğru gittiğimiz hissine kapılabiliriz. Bütün bunlara sis, tipi, havanın kararması ya da hedefle aramızda bulunan ormanlık bir alanın içinden geçmek durumunda olmak gibi etkenleri de eklerseniz, başlangıçta saptadığımız hedefe ulaşmak hemen hemen imkansız hale gelebilir.
Bu tür sorunları en aza indirebilmek için, pusulamız aracılığı ile yürüyüşe başlamadan önce hedef ile bulunduğumuz nokta arasındaki istikamet açısını hesaplayarak işe başlayabiliriz.  Bu açıyı hiç kaybetmeksizin pusula ile yürüdüğümüzde belirlediğimiz hedefe mutlaka ulaşırız.  Kerteriz açısı, Hedef açısı gibi adlarla da anılan istikamet açısı, kabaca kuzey doğrultu ile varılmak istenen nokta (hedef) arasındaki açıdır. Bu açı pusula ibresinin gösterdiği kuzey doğrultudan başlayıp, saat yelkovanı dönüş istikametinde hedefe kadar olan açı değeridir.
Pusulamızı hedefe yönelttiğimizde, pusula yuvası içindeki kuzey–güney çizgilerinin pusula ibresine paralel olduğu konumda, pusula ibresinden başlayıp hedefe kadar ölçtüğümüz açı, saptadığımız hedefin istikamet açısıdır. Bu açının değeri, istikamet açısı okuma çizgisinin karşısında döner bilezik üzerinde görünen rakamdır. Şimdi de konuyu biraz daha açıklayarak  yazalım.

İSTİKAMET AÇISININ ÖLÇÜLMESİ

1)      Pusula kapağını 90 derece ya da biraz daha az olacak şekilde açın.
2)      Pusulayı göz seviyesinde yere paralel olacak şekilde tutun.
3)      Hareket yönü oku, gitmek istediğiniz noktayı (hedefi) gösterecek şekilde hedefe doğru dönün.
4)      Ayna üzerindeki siyah çizgi, geri istikamet açısı okuma çizgisi ile aynı hizada olacak şekilde pusulayı tutarken, hedefi “V” çentiğine yerleştirin.
5)      Bu konumu bozmaksızın aynadan takip ederek, döner bileziği, bilezik üzerindeki N işareti pusula ibresinin kuzey ucu ile aynı hizaya gelene kadar çevirin. (Aynı hizaya geldiği an, pusula yuvası içindeki kuzey–güney çizgileri ile pusula ibresi birbirlerine paralel konuma gelir)
6)      Döner bilezik üzerinde, istikamet açısı okuma çizgisinin karşısına gelen rakam, belirlediğiniz hedefin istikamet açısıdır.

Doğada bir hedef ve onun istikamet açısını belirlediğimizde bunun pratik anlamı şudur. Bu açıyı hiç bozmaksızın yürüdüğümüzde hedefe ulaşırız. Bütün yürüyüş boyunca bu açıyı bozmadan nasıl yürüyebiliriz? Bu teorik olarak şu şekilde olabilir. Pusulamızı elimize alıp, pusula ibresini, N işareti karşısından hiç ayırmadan yani pusula ibresinin pusula yuvası içindeki kuzey–güney çizgilerine paralel konumunu hiç bozmaksızın yürümemiz gerekir. İbrenin saptığı durumlarda uygun dönüşler yaparak pusulanın konumunun değişmesine izin vermeyiz. Böylece hedefe varırız.
Bu söylediğim tamamen teorik bir şeydir. Çünkü, İstikamet açısı olarak belirlediğimiz açı, aslında hedefle bizim aramızda oluşturduğumuz hayali bir hattır. Arazi koşullarında bu hayali hattı takip edebilmek imkansızdır. Bu hayali hat üzerinde bizim yürüyüşümüzü engelleyecek birçok doğal oluşum bulunabilir. Hayali hattımızı kesen kayalık bir yamaç, bir göl, geçit vermeyen çok sık bitki örtüsü gibi. Yukarda anlattığımız ilerleme şekli ancak futbol sahası gibi dümdüz bir arazide söz konusu olabilir. O halde iş sadece istikamet açısını belirlemekle kalmıyor, arazi şartlarında belirlediğimiz istikamet açısını nasıl takip edebiliriz? Bunun yöntemleri neler olabilir? gibi sorulara da cevap bulmamız gerekiyor. 

İSTİKAMET AÇISINI TAKİP ETMENİN KOLAY YOLLARI
Burada amacım her duruma uygun reçeteler vermek değil, zaten doğada böyle reçeteler söz konusu olmaz. Ancak bir takım yöntemleri biliyor olmak, karşılaşılan zorlukların üstesinden gelmeye yardımcı olabilir. Herkesin, kendi kişisel birikimleri ve deneyimlerini kullanarak sorunları çözebileceği inancındayım.

“ARA HEDEFLER”  BELİRLEYİN
En pratik yol, gitmek istediğimiz ana hedefle aramıza “Ara hedefler” koymaktır. Bunun için, istikamet açımızı belirledikten sonra, kafamızda hedefle bulunduğumuz nokta arasında hayali bir çizgi oluşturmamız gerekir. Bu çizgi üzerine denk gelen belirgin bazı noktaları esas alarak yürüyüş sürdürülebilir. Her ara noktaya ulaşıldığında yeniden pusula ile yön kontrolü yapılmalıdır. Ara noktalar belirlenirken, hayali çizginin tam üzerinde olmasına ve görüş ve ulaşım açısından uygun konumlarda bulunmasına özen gösterilmelidir.
Örneğin A noktasından, B noktası olarak adlandırdığımız bir zirveye doğru belli bir istikamet açısı ile ilerliyoruz. A ve B arası 3 km. olsun. Biz kafamızda oluşturduğumuz hayali çizgi üzerinde 500 m. ilerde bir kaya belirledik. Pusulamızı kapatıp direk olarak bu kayaya doğru yürümeye başlarız. Yürüyüş sırasında bir dere ile karşılaştık ve karşıya geçemiyoruz diyelim. Ancak derenin ilerde inceldiği bir nokta olduğunu görüyoruz, bu şartlarda hayali çizgimizden sapacağız fakat bunu yaparken hiçbir zaman ara hedef noktamızı yani kayayı gözden kaybetmememiz gerekir. Derenin inceldiği noktaya kadar yürür buradan karşıya geçer sonra tekrar ara hedef noktamız olan kayaya ulaşırız. Kayaya geldiğimizde pusulamızı çıkartır ve asıl hedefle zirve ile olan istikamet açımızı kontrol ederiz. Daha sonra gene hayali çizgimiz üzerinde ikinci bir ara hedef belirleriz. Bu da 1 km. ilerdeki bir ağaç olsun. Pusulamızı kapatır ve bu ağaca kadar yürürüz. Yolda önümüze çıkan bir gölün etrafından ağacı gözden kaybetmeden dolaşabiliriz. Ağaca ulaştığımızda diyelim ki asıl hedefimiz olan zirveyi göremiyoruz. Bu çok önemli değildir çünkü pusulamızı çıkartıp istikamet açımızı kontrol ettiğimizde zirveyi göremesek bile yönünü hemen tespit edebiliriz. Bu yön üzerinde üçüncü bir ara hedef belirleyerek yolumuza devam edebiliriz. Bu işlemleri zirveye varana kadar tekrar edersek hedefimize ulaşırız.
Özetle, istikamet açısını belirledikten sonra asıl hedefe kadar bir takım ara hedefler tespit ederek yürümek, hem bizi sürekli pusulayı elimizde tutarak rotadan sapmamak için yoğun bir uğraş vermekten kurtaracak hem de asıl hedefi göremediğimiz durumlarda bile doğru hat üzerinde hedefe emin bir şekilde ilerlememizi sağlayacaktır.
Burada dikkat edilmesi gereken nokta, hedefe doğru yürüyüşün aynı hat üzerinde yapılıyor olmasıdır. Yani istikamet açımıza göre oluşturduğumuz hayali hattın dışına hiç çıkmıyoruz. (Pusula ibresinin N noktası hizasından sapmaması bu anlama gelir) Gölü dolaşmak gibi bir nedenle hattan ayrılsak bile ara hedefi gözden kaybetmeden tekrar hayali hat üzerine geri dönüyoruz. Peki doğa koşullarında bu mümkün müdür? Örneğin çok dağlık bir arazide ilerliyoruz, belirli bir zirve için belirlediğimiz istikamet açımız ve ona bağlı olarak oluşturduğumuz hayali hattı ara hedefler koyarak bile takip edebilmek neredeyse imkansızdır. Çünkü vadinin ortasından ilerleyen belli bir patika vardır ve bizde bunu takip etmek durumundayızdır. Hayali hattan sapmamak uğruna yamaçlara tırmanmak hiç de mantıklı değildir.
Bu gibi durumlarda tek bir istikamet açısını, ara hedeflere bölmek yerine arazi koşullarına uygun birçok istikamet açısı belirlemek ve bunları ara hedeflere bölerek ilerlemek daha uygundur. Bu durum, doğada kırtasiye işlemlerini biraz artırmak anlamına gelse de, bu şekilde davranmayı alışkanlık haline getirmek güvenli bir biçimde doğaya gidip gelebilmemiz açısından önemlidir.

İSTİKAMET AÇISI SAYINIZI ARTIRIN
Bu sayıyı artırmamızın amacı, doğada arazinin koşullarına daha uygun bir ilerleme şekli yakalayabilmek içindir. Tek bir hattı takip etmenin zorluğunun üstesinden gelebilmek için arazi koşullarına uygun birçok hat (yani istikamet açısı) belirlemek daha pratiktir. Belirlenen her istikamet açısını bir kağıda not etmek iyi bir alışkanlıktır. Çünkü bu açılar aynı hattan geri dönerken de bize lazım olurlar.
Örneğin çıkmak istediğimiz zirveye doğru derin bir vadinin içinden kıvrılarak ilerleyen bir patikada olduğumuzu düşünün. Ancak vadinin ve patikanın da zaman zaman çeşitli kollara ayrıldığını ve başka vadilerle birleştiğini varsayalım. Direk olarak çıkmak istediğimiz zirvenin istikamet açısını hesaplamak yerine, vadi içindeki ilk ayrıma ya da ilk dönemece kadar istikamet açısı almak daha uygun olur. Bu noktaya ulaşıldığında gene arazinin yapısına göre, asıl çıkmak istediğimiz zirveye ters gelmeyecek şekilde örneğin vadinin iki kola ayrıldığı noktaya kadar istikamet açısı alabiliriz. Böylece belki 4 – 5 istikamet açısı belirledikten sonra zirveye ulaşabiliriz. Tabi ki ilerlerken her istikamet açısını ara hedeflere bölmeyi de ihmal etmeden.

YANA KAYMA YÖNTEMİ
Doğada istikamet açımızı takip ederken çeşitli engellerle karşılaşmamız kaçınılmazdır. Bunları, nehir ve göl örneğinde olduğu gibi nasıl geçmemiz gerektiğinden yukarda bahsettik. Ancak bazen karşılaşılan engelleri aşma durumumuz olmayabilir. Ya da karşılaşılan engel, ara hedef noktamızı görmemizi engelleyebilir. Örneğin çok sık ve geçit vermez bir orman örtüsü ile karşılaştığımızı varsayalım. Bu ve benzeri durumlarda istikamet açımızın belirlediği hayali hattımızdan ayrılmamız gerekir. Her ne nedenle olursa olsun hayali hattımızdan ayrılmak zorunda kalırsak, bir daha aynı hatta dönebilmemiz için dikkat etmemiz gereken bazı şeyler vardır.
Aslında bizim yapmak istediğimiz, karşılaşılan engeli çizgisel olarak aşmaktır. Ancak doğa buna izin vermediği için sağa ya da sola kayarız. Bu yana kayma işlemini yaparken hayali hattımızla 90 derecelik açı yapacak şekilde hareket etmemiz gerekir. Ayrıca engelin durumuna göre kaç metre? ya da kaç adım? veya yürüyerek kaç dakika sağa ya da sola kaydığımızı hesaplamamız gerekir.  Yana kayma işlemi engel sona erene kadar devam eder. Bu noktada gene ilk istikamet açımızla yürüyüşü sürdürmemiz gerekir. Böylece hayali hattımıza paralel başka bir hatta yürüyor konuma geliriz. Engelin tamamen ortadan kalkmasından sonra ilk hattımıza geri dönebilmek için bir öncekine ters olacak şekilde 90 derece açı ile hattan ne kadar uzaklaşmışsak hatta doğru o kadar geri yürürüz. Bu işlemden sonra, engel çizgisel olarak aşılmış olur ve biz ilk istikamet açımıza geri dönmüş oluruz.

GERİDEN KESTİRME YÖNTEMİ
Ara hedefler belirleyip bunlara doğru ilerlerken bazen bu ara hedefi göremez duruma düşebiliriz. Örneğin aniden bastıran bir sis bizi ara hedefimizi göremez hale getirebilir. Ya da ara hedef noktamızı bir nedenle kaybedebiliriz. Böyle durumlarda rotadan saptığımız endişesine kapılabiliriz. Gerçekte sapmış ta olabiliriz.  Panik olmayın eğer bir önceki ara hedef noktanızı görebiliyorsanız. Mesele yok demektir. Tamamen pusulanız ile birlikte 180 derece geriye dönün. Bu durumda pusulanın ibresinin beyaz ucu (güney) döner bilezik üzerindeki N işaretinin karşısına gelir. Pusula bu konumda iken, hareket yönü okunun bir önceki kerteriz noktasını gösteriyor olması gerekir. Gösteriyorsa sorun yok demektir. Olmanız gereken hattasınızdır ve 180 derece arkanız varmak istediğiniz ara hedef noktasına dönüktür. Hareket yönü oku, bir önceki ara hedef noktanızı göstermiyorsa bu, hattan saptığınız anlamına gelir. Hattı yeniden bulabilmek için pusula ibresi beyaz ucunun N işaretinin karşısında olduğu konumu bozmaksızın, olduğunuz yerde sağa ya da sola doğru kayın. Ta ki, hareket okunun yönü bir önceki ara hedef noktanızı gösterene kadar. Bu konuma geldiğinizde kaybettiğiniz hattınızı yeniden bulmuşsunuz demektir. Bu yöntemin adına, geriden kestirme yöntemi denmektedir. Geriden kestirme yöntemini rotadan saptığınızı düşündüğünüz her hangi bir anda kullanabilirsiniz.

GERİ İSTİKAMET AÇISI NEDİR, NASIL HESAPLANIR?
Doğada genellikle bir yere gider ve daha sonra da aynı rotadan geri döneriz. Dağlık bir alanda bir yere kampımızı kurup, belirlediğimiz bir zirveye gider ve daha sonra kampımızın yolunu tutarız. Eğer giderken belli istikamet açıları kullanarak gittiysek, geri dönüş sırasında yolumuzu bulamamak gibi bir sorunla karşılaşmayız. Daha çok dönüş sırasında bastıran bir sis, ya da zaman hesabında yapılan bir hata sonucu havanın kararması ya da başka herhangi bir nedenle geri dönüş yolunu bulamamak, hiç tahmin etmediğimiz ciddi sorunlara yol açabilir.
Eğer bir noktaya giderken istikamet açıların hesaplayıp not ettiysek, geri dönüş sırasında bu istikamet açılarının, geri istikamet açılarını hesaplayarak başlangıç noktamıza rahat bir şekilde geri dönebiliriz.
Geri istikamet açısı, bir istikamet açısı doğrultusunun artı ya da eksi 180 derece farklı doğrultusuna denir. Örneğin, A noktasından B noktasına belli bir istikamet açısı ile ilerlediğimizi varsayalım. Aynı hattan, B’den A’ya geri dönmek istediğimizde başlangıç açımızla aramızda 180 derecelik bir fark olacak demektir. Bu nedenle bu fark (yani 180 derece) istikamet açımıza eklenerek ya da çıkartılarak geri istikamet açımız bulunur. Ekleme ya da çıkartma işlemini, istikamet açımızın değerine göre yaparız. Eğer istikamet açımızın değeri 180’den küçükse eklenir. 180’den büyükse çıkartılar. Bu durumu farklı şekilde söylersek, elinizdeki istikamet açısı değerinden 180 çıkıyorsa çıkartın çıkmıyorsa ekleyin. Bir örnek verelim;

İstikamet açınızın değeri 85 derece ise, geri istikamet açınız, 85+180=265 derecedir.
İstikamet açınızın değeri 200 derece ise, geri istikamet açınız, 200–18 =20 derecedir.

Kullandığınız pusulada bu hesabı yapma derdinden sizi kurtaracak küçük bir çizgi bulunmaktadır. Bu çizginin adı “geri istikamet açısı okuma çizgi”sidir. Herhangi bir istikamet açısı belirlediğinizde, döner bilezik üzerinde, geri istikamet açısı okuma çizgisinin karşısında yazan rakam, belirlediğiniz istikamet açısının geri istikamet açısı değeridir. İstikamet açısını belirlediğiniz anda, geri istikamet açınızı da bu çizginin karşısından okuyup bir yere birlikte not alırsanız, geri dönerken hesaplamak durumunda kalmazsınız. Ancak geri dönüş için daha kolay yollarda vardır. İşte size geri dönüşte izleyeceğiniz iki yöntem. Hangisi kolayınıza geliyorsa!

GERİ İSTİKAMET AÇISININ TAKİBİ
Geri istikamet açısının takibinde iki yöntem kullanılmaktadır.

AÇI BAĞLAMA YÖNTEMİ
Geri istikamet açılarınızı, ister geri istikamet açısı okuma çizgisi karşısından okuyarak,  ister istikamet açılarınıza 180 ekleyerek ya da çıkartarak hesapladıktan sonra bulduğunuz değeri, döner bileziği çevirerek istikamet açısı okuma çizgisinin karşısına getirin. Daha sonra, pusula ibresinin kuzey ucu N işaretinin karşısına gelene kadar kendi etrafınızda dönün. İbre istediğiniz noktaya geldiği anda hareket yönü okunun gösterdiği yön, gideceğiniz yöndür. Bu yaptığınız işleme “açı ayarlamak” ya da “açı bağlamak” adı verilir. Özetle, geri istikamet açınızı pusulanıza bağlayın ve yolunuza devam edin.
Açı bağlama yöntemi, size herhangi bir istikamet açısı verilip izlemeniz istendiğinde kullanacağınız bir yöntemdir. Örneğin, çeşmenin yanına geldikten sonra 120 derece açı ile 5 dakika yürümeniz halinde yola ulaşacaksınız deniliyorsa; yola ulaşabilmek için yapmanız gereken işlem, 120 rakamını istikamet açısı okuma çizgisinin karşısına getirip, pusula ibresi kuzey ucu,  N işaretinin karşısına gelene kadar kendi etrafınızda döndükten sonra ibrenin bu konumunu bozmaksızın pusula hareket oku yönünde 5 dakika yürümektir.

GÜNEY UCU TAKİP YÖNTEMİ
Bu yöntemde aynı geriden kestirme yönteminde yaptığımızı yaparız. Bu yöntem geri dönüşte kullanılabilecek en pratik yöntemdir. Çünkü bu yöntemde belli bir hesaplama yapmanıza gerek yoktur. Mademki aynı hat üzerinden geri dönülüyor, ya da başka bir söyleyişle 180 derece geri dönmemiz gerekiyor, o zaman pusulamızla birlikte öyle bir döneriz ki, pusulanın güney ucu, N işaretinin karşısına gelsin. Bu konumda 180 derece geri dönmüş oluruz. Güney ucunu N işaretinin karşısından ayırmadan, hareket yönü okunu takip ederek geri dönüşü gerçekleştirir ve başlangıç noktasına varabiliriz. 

AÇI HATASI YAPARSANIZ NE OLUR?
İstikamet açısını ya da geri istikamet açısını hesaplarken, hedefe iyi nişan alamamaktan kaynaklanan açı hataları yapabiliriz. Bu tür hatalar hedefe ulaşmanızı engelleyecek boyutta olabilir. Özellikle görüş alanının iyi olmadığı durumlarda daha vahim sonuçlara yol açabilir. Bir fikir vermesi açısından, 10 derecelik bir hatanın 1000 m. mesafede 100 m.’lik bir sapmaya neden olduğunu söyleyelim. Eğer 12 derecelik hata yaparsanız 1000 m. mesafede 200 m. hedefi şaşırırsınız.  (Şekil 3)
Şekil 3
100 ya da 200 m.’lik bir yanılma örneğin sisli bir ortamda hedefi görmeksizin geçmemize neden olabilir. Açı hatalarından en az zarar görmek için, istikamet açısı hesapladığımız her noktanın (Buna durak diyelim) altimetre ile rakımını ölçmek ve eğer varsa tanıtıcı bir özelliğini de (Örneğin su kaynağının bulunduğu nokta gibi)  açı ile birlikte not almak yerinde olur. Böylelikle hedefi bulamama durumunda diğer tanıtıcı özellikleri de kullanabiliriz. Tabi ki altimetrenin hava koşullarına göre belli bir yanılma payının olduğunu da akıldan çıkartmamak gerekir.

PUSULANIZ İLE EĞİMİ ÖLÇEBİLİRSİNİZ
Eğer şekil 2’de tanıtımı yapılan tipte olduğu gibi, pusulanızın eğim ölçme donanımı varsa pusulanızla tırmanılan ya da inilen eğimi belirleyebilirsiniz. Karşılaşacağınız eğimi biliyor olmak özellikle de tırmanış sırasında doğru zamanlama yapabilmeniz açısından önemlidir. Ayrıca çığ tahminlerinde bulunabilmek için eğimi bilmek yerinde olur. Çünkü çığ, olasılığı belli eğimlerde daha fazladır. Örneğin 25–45 derece arası eğimler çığ açısından daha risk taşırlar.
Şekil 4
EĞİMİN ÖLÇÜLMESİ
1 ) Pusulanın kapağını 180 derece olacak şekilde tam olarak açın.
2) Eğim ölçme kadranı üst çizgisini, istikamet ve geri istikamet açıları okuma çizgileri ile aynı hizaya gelene kadar döner bileziği çevirin.
3)  Eğim ölçme kadranında fosforlu boya ile boyanmış “0” işareti, kadranın başlangıç noktasıdır. Bu nokta yere bakacak şekilde pusulanızı eğimini ölçmek istediğiniz zemine yerleştirin.
4)  Pusulayı zemine yerleştirirken, pusula ince kenarı üzerinde duracak şekilde koyulmalıdır. (şekil 4)
5) Siyah renkli eğim ölçme ibresinin karşısına gelen rakam, bulunulan noktanın eğimini gösterir. Tırmanış sırasında bu eğim + olarak, iniş sırasında ise – olarak ifade edilir.

DEKLİNASYON AÇISI NEDİR?
Herhangi bir şeyi ölçmek için daima bir başlangıç değerine ihtiyaç duyulur. Yönü de rakamsal olarak (Derece cinsinden) ifade edebilmek için başlangıç değeri olarak, kuzey yönü kabul edilmiştir. Ancak üç tür kuzey yönü tanımlanmaktadır.

1)      Gerçek Kuzey (Coğrafi Kuzey)
Kuzey kutbunun olduğu noktadır. Yeryüzünün herhangi bir noktasından kuzey kutbuna doğru yönelen doğrudur. Haritalarda ucunda yıldız işareti ile gösterilir.

2)      Magnetik Kuzey (Pusula Kuzeyi)
Pusulalarda kuzeyi gösteren ibrenin gösterdiği kuzey doğrultusudur. Haritalarda ucunda yarım bir ok işareti ile gösterilir.  Yeryüzündeki magnetik alanlar bölgeden bölgeye farklılıklar taşır. Bu nedenle Magnetik kuzey, o an bulunulan noktaya göre değişiklikler gösterir.

3)      Grid Kuzeyi (Harita kuzey )
Haritalarda bulunan kuzey–güney çizgilerinin gösterdiği kuzey yönüdür. Haritaları dikine kesen bu çizgilerin başına GK harfleri koyularak belirtilir.

DEKLİNASYON AÇISI
Yeryüzündeki magnetik alanlar bölgeden bölgeye değişim gösterdiği için, Pusula ibresi de bu magnetik alanların etkisi ile sapma yapar ve gerçek kuzeyi göstermez. Pusulamıza baktığımızda ibrenin gösterdiği kuzey yönü, bu nedenle gerçek kuzeyden doğu ya da batı yönünde biraz farklılık gösterir. İşte bu farka Deklinasyon Açısı (Sapma açısı) denir.
Özetle gerçek kuzey ile, magnetik kuzey arasındaki açı deklinasyon açısıdır. Deklinasyon açısı, içinde bulunulan coğrafi bölgeye göre ve ayrıca yıldan yıla da değişim gösterir. Aynı zamanda Grid kuzeyi ile magnetik kuzey arasında da bir deklinasyon mevcuttur. Haritaların üzerinde bu konuda bilgiler bulunur. Bu bilgileri kullanarak deklinasyon değerleri hesaplanır ve istikamet açıları belirlenirken eklenerek ya da çıkartılarak dikkate alınır. Ülkemizde batıya doğru yaklaşık 2 derecelik deklinasyon mevcuttur. Bu durumda 2 derecenin hesaplanan istikamet açısından çıkartılması gerekir. Deklinasyon açısı, pek büyük bir değer olmamakla birlikte eğer harita üzerinde yön belirliyorsak, hesaplanması ve pusulanın buna göre ayarlanmasında yarar vardır.

PUSULANIZIN DEKLİNASYON AYARINI NASIL YAPACAKSINIZ?
İki tür ayar yapılabilir.

SABİT AYAR
Bunun için pusulanızın döner bileziği üzerinde ya da arka tarafında küçük bir vida bulunur. Deklinasyon ayarı bu vida kullanılarak yapılır. Vida, sağa ya da sola hafifçe çevrilerek ayarlama gerçekleştirilir. Bu ayarlama sonucu pusula yuvası içindeki kuzey – güney çizgileri  deklinasyon açısı kadar hafif eğilmiş olur. Bu eğme işlemi gerçekleştirilirken eğim ölçme kadranındaki rakamlardan yararlanılır. Eğme işlemi tamamlanınca vida sıkıştırılarak bu durum sabit hale getirilir.

GEÇİCİ AYAR
Bu yöntemde vida ile hiç oynanmaz. Haritadan deklinasyon değeri hesaplanır. Eğer batıya deklinasyon varsa döner bilezik deklinasyon değeri kadar saat yelkovanı dönüş yönünde çevrilir. Böylece belirlenen istikamet açısından, bu değer çıkartılmış olur. Türkiye’de deklinasyon değeri çok küçük olduğundan dağcılar tarafından genellikle ihmal edilmektedir. Zaten harita üzerinde çalışılmıyorsa yani doğada hedefi gözle belirliyorsak pusulamızda deklinasyon ayarı yapmaya gerek yoktur.

YÜRÜYÜŞ KROKİLERİNİN HAZIRLANMASI
Eğer doğada pusula ile istikamet açıları hesaplayarak bir yürüyüş gerçekleştiriyorsak, bu bilgileri bir kroki ya da tablo şeklinde yazabiliriz. Normalde bu kroki harita üzerinde işaretlenerek çıkartılır. Ancak haritamız yoksa, bu bilgileri bir tablo halinde not alabiliriz. Aşağıda örnek bir tablo çıkartılmıştır.

İstikamet
Doğrultusu

Uzaklık
( Metre )
İstikamet
Açısı
(Derece)
Geri
İstikamet
Açısı
Rakım
( 1 )
Rakım
( 2 )
Ulaşım
Süresi
( Dakika )
Notlar

AB

300

75

270

1600

1800

15
Kamp
Göl


BC

500

120

300

1800

2100

25
Göl
Kayalık


CD

800

150


330


2500

3000

120
Kayalık
Su Kaynağı

DE

400

40

220

3000

3300

90
Su kaynağı
Sırt

EF


250

320

140

3300

3600

30
Sırt
Zirve

Tabloda yer alan uzaklık değeri, eğer haritanız varsa ölçülerek hesaplanır. Harita yoksa kısa mesafeler için adım sayma yolu ile hesaplanır. (Bir adım ortalama 75 cm. olarak hesaplanır) Adım sayılamayacak kadar uzun mesafeler için tahmini değer kullanılabilir.

TRAVERSE
Pusula kullanma ve doğada yön bulma yeteneğimizi geliştirmek için sadece pusula kullanarak önceden belirlenmiş bir parkur üzerinde yapılan yön bulma işlemidir. İstikamet açıları ve birbirlerine olan uzaklıkları verilen çeşitli istasyon noktaları arasında belli bir başlangıç noktasından başlanıp parkur tamamlanmaya çalışılır.

ORIENTEERING
Traversin daha geliştirilmiş bir şeklidir. Haritası özel olarak hazırlanmış bir parkur üzerinde, zamana karşı bir doğa sporu olarak yapılır. Orienteering’e katılanlar, daha önceden bilgi sahibi olmadıkları bir parkur üzerinde, önceden belirlenmiş olan kontrol noktalarını, sadece pusula ve harita kullanarak en kısa zamanda bularak parkuru tamamlamaya çalışırlar. Orienteering için 1/10.000 ya da 1/15.000 ölçekli özel olarak hazırlatılan haritalar kullanılmaktadır. Bu haritalar, aynı ölçekteki coğrafi haritalara göre çok daha detay bilgiler içermektedir. Bu haritalar olmaksızın bu spor yapılamamaktadır. Orienteering grupları, bölgelerinin bu tür haritalarını işin uzmanı olan haritacılara hazırlatarak üyelerinin kullanımına sunmaktadırlar.

Yazan: Yavuz İşçen / Ankara
Aralık 2000

HARİTA BİLGİSİ 
VE DOĞADA HARİTA KULLANIMI
Yazan: Yavuz İşçen

Pusula kullanımını anlattığım yazımda konu tamamen haritaya sahip olmadığımız koşullarda ele alındı. Çünkü ülkemizde doğa insanlarının kullanımına açık, uygun ölçekli haritalar bulunmamaktadır. Bu bölümde 1/25.000 ölçekli ya da daha küçük ölçeklere sahip haritaların elimizde olduğu varsayımında bu haritalardan nasıl yararlanabileceğimiz anlatılacaktır. Ancak böyle bir haritamız olmasa bile, haritalar hakkında genel bir bilgiye sahip olmak ve kullanmasını bilmek, gene de doğa insanları, dağcılar, mağaracılar ve gezginler için bir gerekliliktir.


HARİTA NEDİR?
Yeryüzünün belli bir parçasının coğrafi özelliklerini, belli ölçekler kullanarak matematiksel olarak küçültüp, üzerine özel işaretler ekleyerek düz bir yüzey üzerine çizilmesi ile elde edilen grafiksel gösterime harita adı verilmektedir. Yapılış amaçlarına göre deniz haritaları, hidrografi haritaları, hava haritaları, jeolojik haritalar gibi birçok çeşidi bulunmaktadır. Doğa insanları tarafından kullanılan haritalar, yeryüzü özelliklerini gösteren, bir takım eş yükselti eğrileri ve işaretler yardımı ile içinde bulunulan arazi parçasının doğal yapısını tanımamıza yardımcı olacak şekilde hazırlanmış topografik haritalardır.

HARİTALARIN HAZIRLANMASI
Bir haritanın hazırlanması, haritası çıkartılacak bölge üzerinde yapılan çeşitli ölçüm ve araştırmalara dayanmaktadır. Harita, plan ya da kroki çıkartılması işi ile uğraşan bilime Kartografya (Haritacılık) denmektedir. Son yıllarda haritacılık çalışmaları daha çok hava fotoğraflarına dayalı olarak yürütülmektedir. Optik alandaki gelişmeler, elektronik uzaklık ölçüm aletleri, GPS ve bilgisayar kullanımı da hazırlanan haritaların güvenilirliğini artırıcı etki yapmıştır.

ÖLÇEK NEDİR?
Harita yapılırken ilk iş, haritası yapılacak bölgenin gerçeğe göre ne oranda küçültüleceğine karar vermektir. Bu iş için belirlenen orana ölçek denir. Özetle, harita üzerindeki uzaklık ile doğadaki gerçek uzaklık arasındaki oran, haritanın ölçeğidir. Her haritanın mutlaka bir ölçeği bulunur. Bu ölçek haritanın altında yazılıdır. Harita ölçeği genellikle kesirli ya da oranlı bir rakam olarak belirtilmektedir. 1/100.000  ya da 1:100.000 gibi. Kesirli ya da oranlı ölçeklerin yanı sıra, grafik ölçek olarak adlandırılan, bir doğru parçası üzerinde bölümlere ayrılmış şekilde gösterilen ölçekler de bulunmaktadır. Kesirli ya da oranlı ölçeklerde, kesrin paydası büyüdükçe, haritanın gösterdiği ayrıntı azalır. Farklı bir söyleyişle kesrinin paydası küçük olan haritalar daha fazla ayrıntıya sahiptirler.

Örneğin;
1/100.000 ölçekli bir haritanın anlamı, harita üzerindeki 1 santimetrenin 100.000 santimetre yani (1000 m) olduğudur. 1/50.000 ölçekli bir haritada ise, 1 cm = 50.000 cm (500 m) dir.  Özetle daha ayrıntılı bir harita istiyorsak, paydasında yazan rakamı daha küçük bir harita tercih etmemiz gerekecektir. Dağcılar ya da doğa ile uğraşan insanlar tarafından tercih edilen haritalar, 1/50.000 veya 1/25.000 ölçekli haritalardır. Bu tür haritalarda doğada bizlere lazım olabilecek birçok ayrıntıyı bulabiliriz. Özel olarak hazırlanan orienteering haritaları ise, 1/15.000 veya 1/10.000 ölçekli olmakta ve daha çok ayrıntıyı barındırmaktadır. Örneğin arazi üzerindeki bir dikenli tel bile bu haritalarda belirtilmektedir. Burada karıştırılan ve genellikle yanlış kullanılan bir kavrama da kısaca yer vermek istiyorum. Paydasında yazan rakam küçük olan bir harita, “küçük ölçekli” bir harita değildir. Tersine büyük ölçekli bir haritadır. Paydasında yazan rakamın küçük olmasına bakarak haritayı küçük ölçekli olarak adlandırmak yanlış bir tanımlamadır. Çünkü paydada yazan rakam, küçüldükçe aslında haritanın ölçeği büyümektedir.

NEREDEN HARİTA SATIN ALABİLİRİZ?
Ülkemizde Cumhuriyet sonrası 1925 yılında kurulan Harita Genel Müdürlüğü, ülke çapında harita hazırlanması işi ile uğraşmaktadır. MSB’na bağlı askeri bir birim olarak çalışan bu kurum, 1983 yılında Harita Genel Komutanlığı adını alarak çalışmalarını sürdürmektedir. Komutanlığın karargahı ve harita satış yeri Cebeci/Ankara adresindedir.
Bu kurumun yanı sıra, Köy Hizmetleri, Orman Genel Müdürlüğü, MTA, DSİ gibi kurumlar da kendi alanlarında haritalar üretmekte ve hatta satışa da sunmaktadırlar. Harita Genel Komutanlığı’nın hazırlayıp satışa sunduğu birçok harita bulunmaktadır. Bu haritalar içersinde satışına izin verilen, ölçeğinin paydası en küçük topografik harita (en büyük ölçekli harita) 1973 yılı yapımı olup, 1/250.000 ölçeğe sahiptir. Bu ölçekteki bir Türkiye haritası, 46 x 53 cm ebadında toplam 71 paftadan oluşmaktadır. Bir paftasının bugünkü fiyatı 5.500.000 liradır. (yaklaşık 8 $) Satışına izin verilmeyen ve “Hizmete Özel” statüsünde yer alan 1/25.000 ölçekli Türkiye haritası ise 51x69 cm ebadında yaklaşık 7000 paftadan meydana gelmektedir.

HARİTA ÜZERİNDE KULLANILAN İŞARETLER
Kullanıcıların haritayı daha kolay anlayabilmesi için harita üzerinde bir takım semboller ve işaretler kullanılmaktadır. Bunların tümüne Konvansiyonel işaretler adı verilmektedir. Bu semboller uluslar arası bir harita dilinin oluşturulabilmesi amacı ile standartlaştırılmaya çalışılmaktadır. Bütün haritaların altında ya da yanında bu sembollerin açıklamaları bulunmaktadır. Bu bakımdan bunları ezberlemeye gerek yoktur. Ancak, bazı çok kullanılan işaretleri tanımak harita okuma sırasında sürat ve kolaylık getirecektir.

HARİTA YORUMLAMA
Topografik bir haritaya baktığınızda, sadece haritaya bakarak bölgeyi kafanızda canlandırabiliyorsanız, ya da başka bir değişle haritaya bakarak arazinin yapısını kafanızda üç boyutlu olarak oluşturabiliyorsanız, haritayı yorumlama yeteneğiniz var demektir. Harita yorumlama yeteneği, zaman içinde geliştirilebilecek bir özellik olup, doğada yön bulma konusunda pratik bir beceri ve doğru tahmin olanağı yaratmasının yanı sıra doğada daha iyi ve doğru rota seçimi yapmamızı da sağlayacaktır.
Haritayı yorumlayabilmek için, harita üzerinde bulunan eş yükselti çizgilerini kullanırız. Bunlar harita üzerinde eşit yükseklikteki noktaları birleştiren kontur çizgileridir. Genellikle kahverenginde çizilirler ve beş çizgide bir daha koyu olurlar. Belirli aralıklarla, bu çizgilerin yükseklikleri üzerlerine yazılır. Bir dağa baktığımızı düşünelim, eş yükselti çizgilerinin şekli dağın şeklini bize gösterirken, çizgilerin yoğunluğu ise eğim hakkında bilgi verir.
Topografik bir haritayı incelediğimizde, hafif eğim, dik eğim, çukur, uçurum, tepe, vadi, sırt, boyun, zirve, çöküntü alan, dere yatağı gibi sık karşılaştığımız arazi yapılarını hemen tanıyabilmek harita yorumlamanın püf noktalarıdır. (Elimizde harita olmadığı için bu yapıların tanıtımına şimdilik girmiyorum )

HARİTAYI YÖNÜNE KOYMAK
Bir topografik haritayı yorumlayabilmek için, ilk önce harita üzerindeki ayrıntılar ile, arazi üzerindeki ayrıntıların birbirine uydurulması gerekmektedir. Bunu yapmaksak haritayı okumakta güçlük çekeriz. Özetle harita yorumlamanın ilk adımı, haritayı yönüne koyma ile başlar. Haritayı yönüne koymak, harita yatay konumda iken haritanın kuzeyi ile gerçek kuzeyi çakıştırmak demektir. Böylece haritadaki şekiller, arazi ile birebir eşleşmiş olur. Haritayı yönüne koymak için en uygun yol pusula kullanmaktır. Ancak pusulamız yoksa, arazideki bir takım özellikler kullanılarak da harita yönüne koyulabilir.

PUSULA KULLANARAK HARİTAYI YÖNÜNE KOYMAK
1-     Haritanızı düz bir zemin üzerine yatay olarak yerleştirin
2-     Pusulanızı haritanın üzerine bırakın ve bir elinizle kıpırdamaması için hafifçe tutun.
3-     Pusula ibresi kuzey ucu ile, haritanızın kuzey–güney çizgileri (boylam çizgileri) birbirine teğet olana kadar, pusulanızı kıpırdatmaksızın haritanızı yavaşça çevirin
4-     İstenilen konum elde edildiği anda, haritanız yönüne koyulmuş demektir.

ARAZİDEN YARARLANARAK HARİTAYI YÖNÜNE KOYMAK
Pusulanız yok, ancak farklı yöntemlerle yönleri belirleyebiliyorsanız, kuzeyi belirleyin ve haritanızın kuzeyini (Bir haritanın üst tarafı her zaman kuzey yönünü gösterir) belirlediğiniz kuzeye doğru çevirin. Haritanız yönüne koyulmuş olur. Eğer yönleri belirleyemiyorsanız, izleyebileceğiniz iki yol vardır.
1-     Haritada gördüğünüz karayolu, demiryolu,  telefon hattı, enerji hattı, gibi düz çizgi ile belirtilen bir işaretten yaralanabilirsiniz. Haritada gördüğünüz bu hattı arazide bulup, haritayı buna paralel konuma getirirseniz işlem kabaca tamamdır.
2-     Böyle bir hat yoksa o zaman arazideki gördüğünüz ve bildiğiniz bir noktayı kullanabilirsiniz. Ancak bu yöntemi kullanabilmek için harita üzerinde hangi noktada bulunduğunuzu da biliyor olmamız gerekir.
a)      Bulunduğunuz nokta ile belirlediğiniz noktayı harita üzerinde bir çizgi ile birleştirin.
b)       Sonra bu çizgi, arazide belirlediğiniz noktayı gösterene kadar haritayı döndürün
c)      Haritada bulunduğunuz nokta–Haritada belirlediğiniz nokta–Belirlediğiniz noktanın arazideki görüntüsü aynı hat üzerinde ise kabaca harita yönüne koyulmuş demektir.

HARİTADA UZAKLIK HESAPLAMAK
Bunun için bir cetvele ihtiyacımız vardır. Çoğu pusulanın kenarında bu iş için kullanabileceğimiz bir cetvel bulunmaktadır. Arasındaki uzaklığı hesaplamak istediğimiz iki nokta arası cetvelle ölçülür. Bulunan rakam harita ölçeği ile kıyaslanarak uzaklık hesaplanır. Örneğin, harita üzerinde arasındaki uzaklığı hesaplayacağınız iki nokta belirleyin. Bunlara A ve B noktaları diyelim. A ve B noktaları arasına cetvelinizi yerleştirerek düz bir çizgi çizin. Daha sonra bu çizginin uzunluğunu ölçün. AB arasının 7 cm olduğunu varsayalım. Haritanızın ölçeği 1/50.000 ise, 1 cm = 500 m.dir. AB arası  7 cm. olduğuna göre, AB = (7 x 500) = 3.500 m. bulunur. Haritanızın ölçeği, 1/25.000 olsaydı aynı uzaklık 7 x 250 = 1750 m. olacaktı.
Burada dikkat edilmesi gereken şey hesaplanan uzaklığın, kuş uçuşu olarak hesaplandığıdır. Eğer haritada çizdiğimiz çizgi üzerinde düz olarak ilerlememize bir engel yoksa, sorun yoktur ölçülen uzaklık yürünecek uzaklıkla aynıdır. Aksi durumlarda (doğada genellikle aksi durum geçerlidir) bu yöntemle hesaplanan uzaklık bize sadece bir fikir verebilir. Arazi koşullarında kuş uçuşu gidilmediği durumlarda uzaklığın doğru olarak hesaplanabilmesi için bir takım farklı yöntemler kullanılmaktadır. Bu yöntemlerden kısaca bahsedeceğim.

1) İP SERME YÖNTEMİ
Haritada iki köy arasındaki kıvrılarak giden bir yolun uzunluğunu hesaplamak istediğimizde, harita üzerinde iki köyü birleştiren yolun üzerine, yol ile birebir örtüşecek şekilde ince bir ip serilir. Sonra bu ip açılıp ölçülür ve bulunan değer harita ölçeği ile kıyaslanarak gerçek uzunluk hesaplanır.

2) PENÇE İLE HESAPLAMA
“Pençe” tabir edilen ve bu iş için üretilmiş özel bir alet bulunmaktadır. Aletin özelliği, geniş ve dar aralıklardan oluşmasıdır. Kıvrılarak giden yol pençe ile ölçülür ve kaç tane geniş aralık, kaç tane dar aralık geldiği hesaplanır. Geniş ve dar aralıkların kaç santime karşılık geldikleri bellidir. Buna göre uzaklık değeri bulunur ve harita ölçeği ile kıyaslanarak gerçek uzunluk hesaplanır.

3 ) HARİTA ÖLÇER KULLANMAK
Harita ölçer olarak adlandırılan ve bu amaç için üretilmiş özel aletler bulunmaktadır. Mekanik ve elektronik çeşitleri bulunan bu aletler ile harita üzerinde ölçülmek istenen uzaklık hesaplanabilmektedir. Sistemin esası, dönen bir silindirin ölçülmek istenen mesafe üzerinde yürütülmesine dayanmaktadır. Mekanik harita ölçerlerde silindirin hareketinin kaç cm olduğu bir ibre aracılığı ile bize gösterilir. Daha sonra bu bilgi, haritanın ölçeği ile oranlanarak gerçek uzunluk hesaplanır. Elektronik harita ölçerlerde, haritanın ölçeği girilir ve daha sonra ölçüm yapılır. Digital gösterge bize direk olarak uzunluğu gösterir. Mekanik olanlarının fiyatı 27 DM’dan başlamaktadır. Elektronik olanlar ise, 43 DM dır.  

HARİTANIZA BAKARAK KOORDİNATLARINIZI HESAPLAYABİLİRSİNİZ
Doğada kaybolduğunuzu ya da bir kaza geçirdiğinizi varsayalım. Telsiz ya da cep telefonu aracılığı ile yarım ekiplerine ulaşabilirsiniz.  Ancak yardım ekiplerinin size ulaşabilmesi için onlara nerede bulunduğunuzu tam olarak anlatabilmeniz gerekir. Çeşitli şekillerde bulunduğunuz yeri tarif edebilirsiniz ama aslında bunun en sağlıklı yolu, bulunduğunuz noktanın koordinatları onlara verebilmektir. GPS sahibi iseniz bu çok kolaydır. Koordinatlarınızı hemen görebilirsiniz. Değilseniz üzülmeyin haritanıza bakarak da koordinatlarınızı hesaplayabilirsiniz.
Harita üzerinde bulunduğumuz noktayı rakamsal olarak belirleyebilmek için kareleme yöntemi kullanılır. Haritalar, haritayı doğu-batı ve kuzey-güney (grid çizgileri) doğrultularda kesen çizgilerle karelenmiştir. Her çizginin bir numarası bulunur. Bu numaraları kullanarak yerimizi tarif ederiz. (Burada bir dip not olarak şu bilgiyi vermekte yarar var, her haritada ölçek ne olursa olsun, her bir kare = 1 km2 dir)

KARELEME YÖNTEMİ NEDİR?
İzlenecek yöntem şu şekildedir. Önce harita üzerinde bulunduğumuz noktayı işaretleriz. Daha sonra bu noktanın haritanın hangi karesine denk geldiğine bakarız. Bulunduğumuz noktanın 38 yatay, 50 dikey çizgilerinin kesişerek oluşturduğu bir kare içinde olduğunu varsayalım. Kareleme yöntemi, bu karenin hem yatay hem dikey çizgisinin 10 eşit parçaya bölünmesi esasına dayanır. 1/50.000 ölçekli bir haritada çalışıyorsak bölme aralıkları 2 mm. 1/25.000 ölçekli bir haritada çalışıyorsak bölme aralıkları 4 mm. dir. Daha sonra harita üzerinde bulunduğumuz noktadan yatay ve dikey çizgilere dik gelecek şekilde birer çizgi çekeriz. Çektiğimiz çizgiler, 10’a böldüğümüz alanlarda hangi rakama karşılık geliyorsa bu rakamları kullanırız. Bu rakamların yatay çizgide 9, dikey çizgide 7 olduğunu düşünelim. 9 ve 7 rakamı oluşturacağımız 6 haneli koordinat değerimizin üçüncü ve sonuncu rakamlarını oluşturacaktır.
Koordinatımızı belirleyebilmek için, kareyi oluşturan rakamları önce yatay çizgi değeri, sonra dikey çizgi değeri gelecek şekilde arka arkaya yazarız ve 3850 rakamını elde ederiz. Üçüncü rakam olarak belirlediğimiz 9 ve sonuncu rakam olarak belirlediğimiz 7 rakamını da yerlerine koyarsak, 389507 rakamını elde ederiz. Bu 6 haneli rakam, bizim harita üzerinde bulunduğumuz noktanın koordinatıdır. Bu koordinatları verdiğimizde bizi arayanlar elleri ile koymuş gibi bulabilirler.

PUSULAMIZIN ROAMERİNİ KULLANARAK KOORDİNAT HESAPLAMAK
Eğer roameri bulunan bir pusula kullanıyorsak (şekil 2 deki pusula gibi) koordinatlarımızı hesaplayabilmek daha kolaydır. Çünkü bu durumda, yatay ve dikey çizgileri 10 eşit parçaya bölmek gibi bir işlem yapmamıza gerek yoktur. Pusulanın roameri, bu işlemi basit bir şekilde yapabilmemiz için çeşitli bölünümlere sahiptir. Pusula üzerinde 1/50.000 ve 1/25.000 ölçekli haritalarda kullanılmak üzere iki roamer bulunmaktadır. Haritamızın ölçeğine göre kullanacağımız roameri seçeriz. İlk iş olarak harita üzerinde bulunduğumuz noktayı işaretleriz. Daha sonra roamerimizin köşesini bu noktaya yerleştiririz. İçinde bulunulan karenin roameri kestiği noktalar, koordinat sayımızın üçüncü ve sonuncu rakamlarıdır. Bundan sonra izlenecek yol, yukarda anlatılanın aynıdır.

PUSULANIZIN ROAMERİNİ KULLANARAK UZAKLIK HESAPLAMAK
Cetvel kullanarak harita üzerinde nasıl uzaklık hesaplandığını anlatmıştık. Burada cetvel yerine roamerin cetveli kullanılır. Roamer cetvelinin kullanılmasının amacı daha kolay hesap yapabilmek içindir. Roamer cetvelinde her birim, 100 m. dir.

HARİTADAN PUSULAYA İSTİKAMET AÇISI ALMAK
Harita ve pusulanın birlikte en yaygın kullanım şekli budur. Doğada elimizde haritamız varsa, haritaya bakar ve belirlediğimiz bir noktadan (bu genellikle bulunduğumuz noktadır) başka bir noktaya gitmeyi planlarız. Bu işlemi yaparken haritadan pusulaya istikamet açısı almamız gerekir. Ayrıca görüş mesafesinin düşük olduğu alanlarda yol alırken de bu yöntem oldukça  kullanışlıdır.

Yapılacak işlemler şu şekildedir.

1)      Haritanızı yere paralel konumda tutun. Harita kuzeyinin nereyi gösterdiği önemli değildir. (Ancak gene de harita ile işlem yapmadan önce haritayı yönüne koymak iyi bir alışkanlıktır) Harita üzerinde bulunduğunuz A noktası ile gitmek istediğiniz B noktasını bir çizgi ile birleştirin.
2)      Pusulanızın uzun kenarını, hareket yönü oku, B yi gösterecek şekilde, çizdiğiniz çizgiye teğet ya da paralel olacak şekilde A ile B arasına yerleştirin.
3)      Pusula yuvası kuzeyi (kuzey–güney çizgileri) haritanın kuzey–güney çizgilerine                      (boylamlarına) paralel olana kadar pusulanızın döner bileziğini çevirin. Burada dikkat etmeniz gereken şey, döner bilezik üzerindeki N işareti ile harita kuzeyinin aynı hizada olmasıdır. Yani döner bileziği çevirme işlemini yaparken bu duruma dikkat edilmesi gerekiyor.
4)      Paralel konuma ulaşınca, istikamet açısı okuma çizgisinin karşısına gelen döner bilezik rakamını okuyun. Bu rakam, sizin A dan B ye ilerlerken kullanacağınız istikamet açınızdır. Bu aşamadan sonra harita ile işiniz kalmıyor, onu katlayıp çantasına koyabilirsiniz. Bundan sonra daha önceki bölüklerde anlatılan istikamet açısı takip etme yöntemlerini kullanacaksınız.
5)      Pusulanızı elinize alın ve pusula yuvası kuzey-güney çizgileri ile pusula ibresi kuzey ucu birbirine paralel konuma gelene kadar pusulanızla birlikte kendi etrafınızda dönün. İstenen konuma geldiğinizde üç kuzey birbiri ile çakıştırılmış olur.
6)      İstenilen konuma geldikten sonra, pusula hareket yönü okunun gösterdiği yön, B ye ulaşmak için izleyeceğiniz yöndür. Ara hedefler belirleyerek ve istikamet açısı takip etmek bölümünde anlatılan yöntemleri izleyerek yolunuza devam edebilirsiniz.

PUSULADAN HARİTAYA İSTİKAMET AÇISI ALMAK
Bir önceki aşamada yaptığımız işlemin tam tersidir. Böyle bir işlemi, doğada gözle gördüğümüz ancak haritada tam olarak belirleyemediğimiz bir noktayı saptayabilmek için kullanırız. Dağcıların sık karşılaştıkları bir durum, bir zirveye çıktıktan sonra etrafta görülen diğer zirvelerin hangileri olduğunu tespit etmekte zorlanmaktır. Eğer devamlı gidilen bir bölgede iseniz etraftaki diğer zirveleri zaten ezbere bilirsiniz. Ancak ilk kez gidilen bir dağda bunu belirleyebilmek o kadar kolay olmayabilir. Eğer haritayı yönüne koyarak gözle belirleme yapamıyorsanız, harita ve pusula kullanarak bu durum basit şekilde çözülebilir.

1)      Pusulanız ile ilgili zirveye nişan alın.
2)      Pusula yuvası kuzeyi (kuzey–güney çizgileri ) ile pusula ibresi kuzey ucu birbirine paralel olana kadar döner bileziği çevirin.
3)      Bu konuma gelince istikamet açısı okuma çizgisinin karşısına gelen döner bilezik değerini okuyun. Bu rakam bulunduğunuz noktadan, belirlediğiniz noktaya olan istikamet açınızdır.
4)      Şimdi bu açıyı haritanıza aktarmanız gerekmektedir. Bu işlem gönye yardımı ile yapılabilir. Gönyenizi bulunduğunuz noktaya yerleştirin ve tespit ettiğiniz istikamet açısını işaretleyerek, bulunduğunuz nokta ile işaretiniz arasında bir çizgi çekin. Bu çizgi bilmek istediğiniz zirvenin üzerinden geçecektir.  Ancak gönye olmaksızın da pusulanızla, pusulayı gönye gibi kullanarak işi halledebilirsiniz. Bunun için pusulanızı haritanız üzerine öyle bir şekilde koymalısınız ki, istikamet açı değeriniz hiç bozulmadan (pusula yuvası KG çizgileri harita grid çizgilerine paralel konumda iken) ve pusula yön oku belirlemek istediğiniz zirveyi gösterirken, pusulanızın uzun kenarındaki cetvel, haritada bulunduğunuz noktaya teğet olsun.
5)      Bu pozisyonda, haritada bulunduğunuz noktaya teğet olan pusula cetvelinden çizeceğiniz düz bir çizgi, belirlemek istediğiniz zirveden geçecektir. Böylelikle belirlediğiniz zirvenin hangisi olduğunu haritanıza bakarak tespit etmiş olursunuz.

HEDEFLEME YÖNTEMİ İLE KONUM SAPTAMAK
Elimizde harita ve pusula bulunabilir, ancak biz haritanın hangi noktasında olduğumuzu tespit edemeyebiliriz. Pusulamız aracılığı ile haritanın neresinde olduğumuzu saptamak kolaydır. Bunun için arazi üzerinde üç tane nokta saptamamız gerekmektedir. A, B ve C noktaları olarak adlandıracağımız bu noktaların pusula ile ölçeceğimiz istikamet açılarından yararlanarak bulunduğumuz yeri tespit edebiliriz.

Yapılacak işlemler şöyledir.

1-     Haritayı pusula yardımı ile yönüne koyunuz.
2-     180 derecelik bir yay içinde dağılacak şekilde, arazide görebildiğiniz 3 tane nokta (zirve olabilir) belirleyin Bunlara A, B ve C diyelim.
3-     Bulunduğunuz noktadan A noktasına olan istikamet açısını ölçün.
4-     Daha sonra bulduğunuz istikamet açısının, geri istikamet açısını hesaplayın ve bu açıyı kullanarak A dan geriye doğru (bulunduğunuz noktaya doğru) harita üzerinde bir çizgi çekin. Bu işlem, geri istikamet açısı hesaplamaksızın da yapılabilir. Bunun için pusulanızı, belirlediğiniz A noktasına koyup (pusula yuvası KG çizgileri ile harita grid çizgileri birbirine paralel konumda olmalıdır) pusula cetvelini kullanarak geriye doğru bir çizgi çizilir.
5-     Aynı işlemleri B ve C noktası için de tekrarlayın.
6-     Böylece harita üzerinde üç tane doğrultu elde etmiş olursunuz. Bu doğrultular birbirleri ile kesişerek bir nokta ya da küçük bir üçken oluşturacaklardır.
7-     Haritada bulunduğunuz yer, bu noktanın üzeri ya da bu küçük üçgenin içidir.

Yazan: Yavuz İşçen / Ankara
Aralık 2000
Doğada Köpek Saldırıları ve Korunma 
Baldırdaki Diş İzleri
 Yazan: Yavuz İşçen

Çeşitli nedenlerle doğada bulunan, dağa tırmanan, trekking yapan insanlar, burada kuşkusuz bir çok tehlike ve risklerle karşılaşabiliyor. Bu tehlikeler, evde oturduğumuz yerden hesaplayamayacağımız çeşitlilikte ve boyutta olabiliyor. Bu şartlarda her doğa insanının, gezginin bilgi birikimi ve deneyimlerini artırarak olası riskleri en aza indirebilmek için çaba harcaması gerekliliği ortaya çıkıyor. Bu durum aslında bir tercih sorunu değil; yani doğaya giden insanlar bu donanıma sahip olmak zorundalar. Gerekli bilgi birikimi pratik hayatın içinde, uzun bir zaman diliminde kendiliğinden gelişiyor. Ancak başkalarının birikimlerinin özetlendiği çalışmaların incelenmesinin bu süreci kısaltacağı ve kendi deneyimlerimizle belki de hiç elde edemeyeceğimiz bilgileri bize sunacağı da göz ardı edilmemeli. Bazen çok ufak bir bilginin bile hayat kurtarıcı olabileceği unutulmamalı.
Son yıllarda şehir yaşantısının çeşitli nedenlerle bıktırdığı birçok insan doğaya açılabilmek için bütün olanaklarını zorluyor. Birçok tur şirketi alternatif programlar düzenleyerek bu potansiyeli ticari anlamda değerlendirmeye çalışıyor. Aslında başlı başına bu durum bile riskin boyutunu ciddi anlamda çoğaltıyor. Birtakım kazaların yaşanmamış olması hiçbir zaman yaşanmayacağı anlamına gelmiyor.


YABAN HAYVANLARI ve ÇOBAN KÖPEKLERİ
Her biri ayrı bir incelemenin konusunu oluşturabilecek birçok tehlikeli durumla doğada karşılaşabiliyoruz. Bu incelemenin konusu, doğada belki de insana saldırma cesaretini kendinde bulabilen tek tür olan köpeklerle ilgili (sanırım bir de sivrisinekler var) Doğa insanlarının karşılaştığı köpek türü ise daha çok çoban köpekleri oluyor. Kuşkusuz doğada köpekten çok daha tehlikeli hayvan türleri bulunuyor. Ülkemiz için konuşuyorsak; boz ayı, kurt, yaban domuzu, akrep ve özellikle zehri insanı da öldürebilen tek tür olan engerek yılanları bunların başında geliyor.
Ancak bu hayvanların hiç birinin özel bazı durumlar haricinde insana saldırmaları söz konusu değil. Hayati tehlike altında bulunmak ya da yavrusunu veya yuvasını korumak gibi bir durum yoksa ben hiçbir hayvanın insana saldırdığını duymadım. Zaten doğaya çıktığınızda bu tür yaban hayvanları ile karşılaşma olasılığınız neredeyse yok denecek kadar azdır. Olur da bir şekilde karşılaşırsanız bu hayvanlar sizi gördüklerinde çok büyük bir olasılıkla başlarını belaya sokmamak için olanca hızları ile kaçacaklardır. 25 yıldır doğada bulunmuş son 12 yıldır da aktif olarak mağaracılık ve dağcılıkla uğraşan biri olarak bugüne kadar doğada hiç kurt ve ayı görmedim. Bir kere engerek yılanı, bir kere de akrep gördüm. Hepsi bu kadar. Yıllar önce ormanda bir gece yaban domuzu sürüsünün içinde çıt çıkarmadan durmuştum. 10 kadar bireyden oluşan bu sürü, 5 m. kadar yakınımda dolaşıyordu. Beni fark ettikleri an korku ile panik halinde nasıl kaçıştıklarını hala hatırlıyorum.

HANGİSİ DAHA TEHLİKELİ?
Özetle yaban hayvanları saldırısı açısından çok risk altında olduğumuzu söyleyemeyeceğim. Ancak defalarca çoban köpeklerinin saldırısı ile karşılaştım. Paçayı çok zor kurtardığım anlar oldu. Bu açıdan bakıldığında belki de doğada karşılaşabileceğimiz hayvan saldırısı açısından en yaygın ve tehlikeli durumun çoban köpeği saldırısı olduğunu söyleyebilirim. Köpek ve özellikle de çoban köpekleri insana saldırma konusunda tereddüt etmeyen tek canlı olma konumunu koruyor.
Koruma, kollama, sahiplenme ve görev güdüleri, diğer köpek türlerine göre daha gelişmiş olan çoban köpekleri, korudukları sürü ya da ağıl gibi bir mekan için, insana saldırmak da dahil her türlü riski göze alabilmektedirler. Bu onlarda içgüdüsel olarak vardır ve kalıtımsaldır. Yoksa insana saldırmak pek akıl kârı gibi görünmüyor. Aslında insana saldırırken bile bunu sahibi olan başka bir insanı ya da onun çıkarlarını korumak için yapıyor olması, çelişkili gibi görünse bile asıl niyetin saldırı değil koruma olduğunu gösteriyor. Bu özellik bize saldırıdan korunabilmenin ipuçlarını da veriyor. Çok basit şekli ile söylemek gerekirse köpeğin koruduğu şeyden uzak durmak mantıklı gözüküyor.

TEHLİKENİN BOYUTU
Çoban köpeği saldırısına uğradığımızda bunu hiç de hafife almamamız gerektiğini düşünüyorum. Çoban köpekleri genellikle bir sürüyü koruduklarından sayıca kalabalıktırlar. Sürünün büyüklüğüne göre ve kurt riskinin fazla ya da az olmasına bağlı olarak sayıları değişebilmektedir. Ortalama olarak bir sürüyü koruyan 4–5 tane çoban köpeği bulunmaktadır. Saldırı anında bunların hepsi işini gücünü bırakıp eğlenceye katılmaktadır. Grup psikolojisi ile davranan köpekler birbirlerinden cesaret alarak saldırıyı hep birlikte gerçekleştirmektedirler. Köpek sayısının artması tehlikenin boyutunu da artırmaktadır. Olası kurt saldırılarına karşı kurdun köpeği boğmaması için köpeklerin boyunlarına takılan ucu sivri demirden yapılmış boyunluklar insanlar için de çok tehlikelidir. Bir keresinde çoban köpeğinin başını okşamak gibi gaflette bulunduğum bir anda köpek başını diğer tarafa doğru hızlıca çevirince boyunluğu elimi bıçak gibi kesmişti.
Grubun en cesaretli köpeği (bu aynı zamanda o grubun lider köpeğidir) genellikle saldırıyı ilk başlatan ve ilk ısıran olmaktadır. İnsana saldırdıklarında çoğunlukla bacağından ısırıp yere düşürebilmektedirler. Diğer köpeklerin de katılımıyla yerde de devam eden ısırmalar sırasında ölümcül olabilecek ciddi yaralar almak mümkündür. Diş yaralarının yanı sıra boyunluk demirinin kesmesi sonucu oluşan yaralar da hayli fazladır.

KÖPEĞİN ATALARI ve EVRİMİ
Bütün doğa insanlarını, gezginleri tedirgin eden köpek saldırısı olayını eğer bir köpek fobisine dönüştürmek istemiyorsak, belki de köpekleri yakından tanımanın yararları olacaktır. Canis familiaris bilimsel adı ile tanınan evcil köpeğin atası olmaya en yakın aday, eskiden bütün Avrupa, Asya ve Kuzey Amerika’da yaşayan ve birçok alt türü bulunan boz kurttur (Canis lupus). Günümüzde 100’ü aşkın soy, tümüyle insanlar tarafından geliştirilen ıslah yöntemleri sonucu ortaya çıkan tiplerin kendi içlerinde üretilmesi ile gelişmiştir.
Bunlara genetik mutasyonların farklı etkilerinin de katılması ile seçkin türler elde edilmiştir. Eski fosil kalıntılarının incelenmesinden köpeğin ilk kez Orta Doğu’da günümüzden en az 10.000 veya 35.000 yıl önce evcilleştirilmeye başladığını anlamaktayız. Köpeğin uyum yeteneği, zekası ve becerileri de evcilleşme sürecinde kuşkusuz önemli bir etkendir. Eldeki bulgular, evcil köpeğin büyük bir hızla her iki yarıküreye ve kutup bölgelerinden tropik iklimlere kadar her bölgeye yayıldığını göstermektedir.

KÖPEKLERİN ÜSTÜN YETENEKLERİ
Hayvanlar dünyasının zeki yaratıkları arasında bulunan köpek, karanlıkta insana göre çok daha iyi görebilme yetisine sahiptir. Ancak doğuştan renk körü olan bu hayvanlar renkleri ayırt edemezler. Yeşil ışık yandığında kılavuzluk yaptığı kişiyi yolun karşısına geçiren köpek, ışığı renginden değil bulunduğu konumdan tanıyarak hareket etmektedir.
Ancak, köpeklerin asıl üstünlükleri işitme ve özellikle de koku alma duyularındadır. İşitme duyuları insana göre oldukça gelişmiştir. Bizim duyamadığımız frekanslardaki birçok sesi köpekler duyabilir. Köpeklerin sesleri insana göre 4 kat daha uzak mesafelerden duyabildikleri saptanmıştır. Bizim için fazla gürültülü olmayan ıslık sesi köpekler için oldukça tiz bir sestir ve bu sesi çok uzaklardan duyabilmektedirler. Bu nedenle uzaklaşmış bir köpeği çağırmak için ıslık çalmak iyi bir yöntemdir.
Bu özellikleri aleyhlerine kullanılan köpekler, insan kulağının duyamayacağı, ancak köpeğin fazlasıyla duyabileceği ve duyduğunda da rahatsız olacağı boyutta bir ses çıkaran basit pilli aletler ile uzaklaştırılmaya çalışılmaktadırlar. Köpeksavar olarak Türkçeleştirebileceğimiz bu aletlerin, köpek saldırıları karşısında ne kadar etkili olabildiklerini denemediğim için bilemiyorum. Köpeklerin tartışmasız üstün oldukları alan koku alma yetenekleridir. Köpeklerin burun içi yapısı, kokuya duyarlı sinir uçlarına geniş yüzey sağlayacak şekilde oluşmuştur. İnsanda bu alan 3 cm2 iken, köpekte 130 cm2 dir.  Ayrıca beyinlerinde bulunan koku alma merkezi çok daha gelişmiş düzeydedir. Çok fazla sayıdaki kokuyu birbirinden ayırt edip hafızalarında barındırabilecek bir yapıları vardır. Beyinlerindeki bu iş için ayrılmış hücre sayısı insandan 40 kat daha fazladır. Köpeğin koklama yeteneği ona, insana göre bir milyon kat daha fazla iletişim ve bilgi temin etmektedir.
Koku konusundaki bu şaşırtıcı üstünlükleri onların insanlar tarafından farklı amaçlarla kullanılmalarını getirmiştir. Avcılıkta kullanılan av köpekleri, narkotikte kullanılan köpekler ve en son yaşanan Marmara depreminden hatırlayacağımız gibi enkazın altından hayat kurtaran köpekler bunlara birer örnektir.

KÖPEĞİN DAVRANIŞ ŞEKİLLERİ ve ÖZELLİKLERİ
“Havlayan köpek ısırmaz” diye bir atasözümüz var. Buradan ısıracak bütün köpeklerin havlamadan sincice yanaşıp birdenbire ısırdıkları gibi bir sonuç çıkarmaya sakın kalkışmayın. İstisnai bir durum olmakla birlikte bu şekilde davranan köpeklerin olduğu da bilinmelidir. Bu davranış şekli tehlikeli olarak gördüğü kişiyi bir çeşit gafil avlamak düşüncesi ile yapılmış olabilir. Daha çok kendi veterinerlerini bu şekilde avlayan köpeklere rastlanmaktadır. Oysa doğada karşılaşacağınız çoban köpekleri çok uzaktan havlayarak üzerinize doğru geleceklerdir ve gelirken tek düşünceleri vardır o da sizi ısırmaktır. Bundan emin olabilirsiniz. Sakın atasözüne güvenip köpeği test etmeye kalkışmayın. Bu test size pahalıya mal olabilir. Bu noktada köpek davranış şekillerini biliyor olmak kendinize olan güveninizi artıracağı gibi, belki sizi kaçınılmaz gibi görünen sondan koruyabilir.
Evcil köpekler de, ataları olan kurttan davranış anlamında fazla farklı değildirler. Topluluk halinde (sürü) yaşama ve grup içi hiyerarşik düzene uyma eğilimindedirler. Baskı olmadıkça ya da eğitilmedikleri sürece insan davranışlarına karşı koyma güdüsüne sahiptirler. Köpekte gözlenen insana karşı bağlılık ve itaat, karşılıklı güven temelinde zaman içinde oluşmaktadır.
Köpek türlerinin içgüdüsel davranış kalıplarına sahip oldukları bilinmektedir. Aslında bu özellikleri onları insanlara yakınlaştırmış ve insanın bir yardımcısı konumuna getirmiştir. Ev ve aile bireylerini koruma ve kollama dürtüsü köpeğin tarzının temelini oluşturur. Köpekler, diğer köpekleri ve insanı türdeş sayarlar. Kendilerine benzetirler. Ev köpeklerine göre ailenin bir başı vardır. Köpek onu daima bu konumu ile benimser ve bir karar unsuru olarak sayar. Ender olmakla birlikte bazı durumlarda köpeğin kendini karar unsuru olarak kabul ettiği ve ailenin reisi gibi gördüğü hallere de rastlanmaktadır. Eğer köpek böyle bir konumu benimsedi ise ne yapacağını fazla kestiremezsiniz. Yerine göre tüm aileye bile saldırabilir.

ÇOBAN KÖPEKLERİ
Çoban köpekleri,  kolladıkları sürüyü kendi halkı gibi algılarlar. Çoban ise her zaman aile reisi konumundadır. Köpeğin koruma içgüdüsü ait olduğu mekana ve sahibine yöneliktir. Buralara yönelecek herhangi bir yaklaşım köpek açısından bir tehdit olarak görülmektedir. Siz çobanın bir arkadaşı olabilirsiniz ya da koyun sürüsünün içine doğru ilerlerken koyunlardan birini boğazlamak hiç aklınızdan geçmiyordur ama köpek bunu algılayamaz.
Eğer köpeğin nasıl davranacağını kestirebilmek istiyorsanız olaylara köpeğin gözünden bakabilmelisiniz. Böyle bakmayı becerebilirseniz olası saldırıları da önceden hesaplayabilirsiniz. Bir arkadaşım Sinop’taki eski Amerikan Üssü’nü gezerken buradaki bir köpek tarafından ısırılmış. İyi bir koruma eğitimi almış olan bu köpeğin bakıcısı ile arkadaşım konuşuyorlarmış. Bu arada köpek oturur vaziyette yanlarında duruyormuş. Konuşmanın sonunda arkadaşım köpeği çok beğenmiş ve bakıcısına fotoğrafını çekmek istediğini söylemiş. Bakıcı da çekebilirsin demiş. Arkadaşım bel çantasında bulunan fotoğraf makinesini çıkartmak için elini beline doğru götürdüğünde, baştan beri son derece sakin olarak oturmakta olan köpek oturduğu yerden ok gibi fırlamış ve arkadaşımın elini ısırdığı gibi parçalamış. Bu örnek aslında köpeğin ve bizim dünyayı ne kadar farlı gözlerle algıladığımızı gösteriyor. Eğer arkadaşım, köpek davranışları hakkında biraz bilgi sahibi olsaydı böylesine riskli bir hareketi koruma eğitimi almış bir köpeğin karşısında kesinlikle yapmazdı.
Doğada bir çobanın konuğu olduğunuzda aslında onun dostu olduğunuz her halinizden bellidir. Çobanla oturup konuşuyor, yiyip içiyor olabilirsiniz. Köpek de bunu hisseder ve ona göre davranır. Ancak köpeğin bulunduğu ortamda sakın davranışlarınızı abartmaya kalkışmayın. Örneğin çobana bir el şakasında bulunmayın. Ya da yanınızda çoban olsa bile sürünün içine girmeye, ağıla yanaşmaya kalkışmayın. Unutmayın ki çoban köpeği sizi her zaman için potansiyel bir tehlike olarak görmektedir. Havlamıyor ya da saldırmıyor olması hep böyle olacağı anlamına gelmez. En ufak bir ters hareketinizde aniden yerinden fırlayıp üstünüze gelebilir. Yanınızda köpek duruyorsa dikkati hiç elden bırakmayın. Bir davranışta bulunmadan önce mutlaka köpeğin gözünden olayı değerlendirin.
Sultan Dağları’nda 2075 m. yükseklikteki Yellibel kamp yerinde ağılların karşısına çadırlarımızı kurmuştuk. Bir gün sonra kamp yerimize gelen koyun sürüsünün çobanları ile arkadaş gibi olmuş, çay demleyip birlikte bir şeyler yemiştik. Dört saat kadar sohbetten sonra çoban, ağılı ve orada barındıkları kulübeyi göstermek üzere arkadaşımı davet etmiş ve birlikte ağıla doğru yürümeye başlamışlardı. O ana kadar etrafta yatmakta olan köpekler birden bire saldırıya geçip iki çobanın bütün engelleme ve koruma çabalarına karşın arkadaşımın baldırında sonradan 7 dikişle kapanacak bir yara açmayı başarmışlardı.
Köpekli bir ortamda bulunuyorsanız mümkünse dost olduğunuzu ona hakikaten belli etmekten kaçınmayın. Köpeğe yiyecek vermek bu konuda oldukça iyi sonuçlar vermektedir. Her zaman aç olan çoban köpekleri verdiğiniz yiyeceklere hiç itiraz etmeyeceklerdir. Yiyeceği uzaktan fırlatarak köpeğe atabilirsiniz. Yiyecek almak için bile olsa yanınıza fazla yanaşmasına izin vermeyin. Hele şehirli duyarlılığı ile elinizden falan yedirmeye sakın kalkışmayın. Bu ancak köpekle gerçek bir samimiyet kurduktan sonra olabilir.

ÇOBAN KÖPEKLERİNDE GÖREV BİLİNCİ
Kimi köpeklerin kızgınlıkları sahipleri tarafından bile denetlenememektedir. Bu şekil saldırganlaşmış bir köpek fazlasıyla tehlikelidir. Frenlenemeyen saldırganlık çevredekiler için büyük tehdit oluşturmaktadır. Mümkünse oradan uzaklaşmalı ya da güvende olunacak bir konumda bulunulmalıdır (arabanın içi fena sayılmaz). 
Çoban köpeklerinin komut altında çalışma ve katı kurallara uyma yetenekleri fazlasıyla ön plandadır. Hayvanları ve insanları gütmekten büyük bir zevk alırlar. Yıllar önce Işık Dağı’nda kalabalık bir grupla derin karda iz açarak yürüyüş yapıyorduk. Oldukça iri ve çok güzel bir çoban köpeği koşarak yanımıza geldi. Bütün davranışları tamamen dostçaydı. Yürüyüş grubunun başına geçerek 25 m. kadar önden grubu götürmeye başladı. Hızını tamamen bizim tempomuza göre ayarlıyordu. Bizler mola verdiğimizde ya da geride kalanları beklemek için durduğumuzda o da yerinde oturarak bizi bekliyordu. Sürekli geriye bakarak grubun durumunu kontrol altında tutuyordu. 5 saat kadar bizle bu şekilde yürüdükten sonra yaylaya ulaştığımızda bizi terk etti.
Koruyuculuk ve görev bilinci çoban köpekleri için o kadar önemlidir ki, bir nedenle sürüden ayrılan ve yalnız kalan koyunların başında 3 - 4 gün aç susuz beklediklerine şahit olunmuştur. Aslında karakter olarak fazla saldırgan olmayan bu köpeklerin genel olarak uysal oldukları bile söylenebilir. Doğada, dağcıların ve gezginlerin sık dolaştıkları yerlerde karşılaştığımız çoban köpekleri, insanlara kısmen alışkın oluyorlar. Sürünün içine girmediğiniz sürece size fazla tepki göstermiyorlar. Ancak doğa insanlarına yabancı olunan ortamlardaki köpekler kesinlikle daha saldırgan ve tehlikeli oluyorlar. Ağrı Dağı’nda 3200 m. yükseklikteki kamp yerimizde yiyecek çantalarımıza saldıran ve bütün karşı koymalarımıza, yoğun taş bombardımanımıza karşın bütün yiyeceğimizi zorla yiyen 4 tane çoban köpeğini hiç unutamayacağım.

KÖPEĞİN VÜCUT DİLİ
Havlayan köpek insana birtakım ikazlarda bulunuyor demektir. Bunun tek yorumu budur. Bu ikazı dikkate almak durumundayız. Köpeğin havlıyor olması onun mutlaka kızgın olduğu anlamına gelmez. Köpek bazı isteklerini anlatabilmek için de havlamaktadır. Çağırma, oyuna davet, yapılmasını istediği bir şeyin hızlandırılması gibi nedenlerle de köpek havlamaktadır. Köpeğin havlayış şekli neye hangi niyetle havladığını belli etmektedir. Köpeğin özellikle insana ve hayvana havlayış şekilleri birbirinden farklıdır. Bu şekli burada tarif edemeyeceğim; ancak gözlerseniz bu farkı ayırt edebilirsiniz. Hatta av köpeklerinin değişik av hayvanlarının izini sürerken çıkarttıkları havlama sesleri birbirinden farklıdır. Usta avcılar bu sese göre köpeğin takip ettiği hayvanın ne olduğunu anlayıp ona göre arazide pusuya yatacakları yeri seçerler. Özetle köpeğin havlaması ve havlama şekli, köpeğin en önemli kendini anlatma tarzıdır.
Havlayış şeklinin yanı sıra vücut dili olarak adlandırabileceğimiz bazı davranış şekilleri köpeğin içinde bulunduğu ruh ve düşünce halini anlamamızda bize yardımcı olmaktadır. Köpeğin vücut dilini çözebilmek için onun duruş şekli başta olmak üzere, yüz ifadesi, kulaklar, gözler, ağız şekli, tüyler ve kuyruk pozisyonları gibi birçok özelliğine dikkat etmemiz gerekmektedir. Bize saldıran bir köpeğin kızgınlık durumunu algılamamızda yarar vardır. Eğer köpek kuyruğunu yere paralel olacak şekilde düz uzatıyor, ağız açık diş gösteriyor ve kulaklar hafif geriye çekik bir pozisyonda tüyleri dikleşmiş olarak havlıyor, zaman zaman dalacak gibi hamleler yapıyorsa bize çok kızmıştır. Ancak bizden de korkuyordur. Dalabilecek cesareti yoktur. Gene de çok dikkatli olmak gerekir; çünkü o an cesaretinin olmaması bu cesareti hiç bulamayacağı anlamına gelmez. Bu durumu korkulu kızgınlık olarak adlandırabiliriz. Bu davranış tarzı daha çok savunma durumundaki köpeklerde gözlenir.
Bize saldıran köpek, kuyruğunu havaya doğru kaldırmış, kulaklarını geriye doğru değil öne doğru dikmiş ise ve diş gösterip dalma hamleleri sergiliyorsa, durum gerçekten ciddidir. Köpek çok kızgındır ve her an dalabilir. Bu durumu da saldırgan kızgınlık olarak adlandırabiliriz. Bu durumdaki köpek, saldırı pozisyonundadır. Sivas Kangal köpeklerinde kuyruk yukarı doğru kıvrılmış ve bir halka oluşturacak şeklinde tutuluyorsa, bu durum köpeğin tetikte beklediği anlamına gelmektedir. Bu davranışın arkasından duruma göre bir saldırı başlayabilir. Kızmış durumdaki bir köpeği sahibi bile olsanız sakinleştirebilmek, öfkesinin geçmesini sağlamak pek kolay değildir. Bu oldukça ustalık isteyen bir konudur. Sakin ve kendinden emin olmak, köpeği azdıracak davranışlardan kaçınmak yerinde olacaktır.

KÖPEĞİN YÜZ İFADESİ
Köpeğin yüz ifadesini algılayabilmek önemlidir. Bazen köpek gözlerini size dikip sabit bir bakışla sizi süzmeye başlayabilir. Bu durum açık bir meydan okumadır. Bu davranışın bir adım ilerisinde saldırı başlayabilir. Size sabit bakışla bakan bir köpeğe ya da herhangi bir anda, bir köpeğe gözlerinin içine doğru devamlı bakarsanız, köpek bundan sizin de ona meydan okuduğunuz sonucunu çıkartır. Böyle bir davranış karşılıklı restleşmek gibi bir şeydir ve eğer elinize güvenmiyorsanız blöf yapmamanızı öneririm. Özetle o an gelebilecek bir saldırıyı bertaraf edebileceğinizden emin değilseniz köpeğin gözlerinin içine devamlı bakmamanızda yarar vardır.
Köpek saldırısına maruz kaldığınız bazı özel durumlarda meydan okumanız da gerekebilir. Meydan okumak, başka seçeneğinizin kalmadığı bir anda yapılabilir. Bir keresinde 5 tane çoban köpeği tarafından çevrilmiş ve küçük bir çember içine sıkıştırılmıştım. Kabus gibiydi. Köpekler dalabilmek için fırsat kolluyorlardı. Köpeklerden özellikle bir tanesi sürekli dalma hamlesi yapıyor ve etrafımda dört dönüyordu. Yere çömelmiş gelebilecek saldırıya karşı korunmaya çalışıyordum. Ekip lideri gibi görünen ve en saldırgan davranışları sergileyen bu köpekten gözlerimi bir an olsun ayırmadım. Bu birbirimizi test ettiğimiz kısa fakat çok önemli anlardı. Meydan okumamdan etkilenmiş olacak ki bir türlü dalacak cesareti toplayamadı (bunda atmadığım ancak elimde bulundurduğum, köpek dalma hamlesine geçtiğinde atacakmış gibi yaptığım iri taşın da etkisi bulunabilir). Neyse ki çoban koşarak tam zamanında yetişti ve beni bu tehlikeli kumardan kurtardı. Blöfüm tutmuştu; ancak kumarda acemi iseniz blöfü hiç denememeniz daha yerinde olacaktır.

SİVAS KANGAL ÇOBAN KÖPEKLERİ
Çoban köpekleri üzerinde bu kadar durup da Sivas Kangal köpeğinden bahsetmemek olmaz. Literatürdeki adı “Anadolu Çoban Köpeği” olan, Sivas’ta ve özellikle de Kangal İlçesi çevresinde geliştirildiği için “Kangal Köpeği” olarak bilinen çoban köpekleri, ülkemizde ve dünyada da en makbul olarak kabul edilen türler arasındadır. Bu kadar değer verilmesinin bir nedeni, gen yapısında başka köpek geni bulunmamasıdır. Bu yapısı ile ülkemizde ve dünyada en özgün soy olarak kabul edilmiş ender köpek türlerinden biridir.

IRK ÖZELLİKLERİ
Kangal köpeklerinin ırk özelliklerini bozmaksızın geçmişten günümüze dek gelebilmeleri, gerek yetiştirildikleri Kangal ve çevresinin, gerekse Anadolu’nun özgün coğrafi koşulları ve halkının geçim ve yaşam şartları ile yakından ilgilidir. Geçimin ağırlıklı olarak hayvancılıktan sağlandığı Anadolu’da, koyun sürülerinin kurtlardan korunabilmesi oldukça önemlidir. Dünyadaki köpek ırkları arasında kurda karşı koyabilen, duruma göre onu boğabilen tek tür Kangal köpeğidir. Böyle olunca sürü sahipleri geçmişten günümüze değin bu köpeğe gözleri gibi bakmışlar ve değer vermişlerdir. Soyunun bozulmaması ve geliştirilebilmesi için uğraşmışlardır. Bu çaba Kangal köpeklerinin özgün bir tür olarak günümüze kadar gelmesini sağlamıştır.

TARİHÇESİ
Kangal köpeğinin geçmişine ilişkin bir belge bulunmamaktadır. Böyle olunca köpeğin geçmişine ilişkin bir çok söylentiyle karşılaşma olasılığımız daha da artmaktadır. Ancak bilinen bir gerçek, Osmanlı Devleti döneminde de Kangal köpeklerinin bilinen ve aranan bir tür olduğudur. Evliya Çelebi Seyahatnamesi’nde, aslan kadar kuvvetli olduğunu belirttiği bu köpeklerden bahsetmektedir. Osmanlı arşivlerine ait bazı belgelerde bu köpeğin yetiştiriciliğinin yapıldığı belirtilmektedir. 

KURT BOĞABİLME ÖZELLİĞİ
Bu özellik Kangal köpeğini diğer köpeklerden ayırmaktadır. Koruyucu özellikleri, sahiplerine bağlılıkları, zeki ve atak olmalarının yanı sıra çok güçlü olan bu köpeklerin fazlasıyla cesaretli olduklarını söyleyebiliriz. Bu yapısı ile kurda saldırmaktan korkmamaktadır. Ancak bütün Kangal köpeklerinin kurt boğdukları da sanılmasın. Gene de bir kurda saldırabilmek güç, cesaret ve fazlasıyla da tecrübeyi gerektirmektedir. Kurt boğmuş köpekler sahipleri için bir ayrıcalık ve övünç kaynağı olmakta, geçmişinde böyle bir olay bulunan köpeklerin değeri artmaktadır.
Sürü köpeklerinin hepsinde boyunlarına takılmış sivri demirlerden oluşan yakalık kurtla boğuşma sırasında köpeğe belirgin bir üstünlük kazandırmaktadır. Kurdun köpeği boğmasını engelleyen bu yakalık sayesinde köpekler kurda saldırabilmek için gerekli cesareti toplayabilmektedirler. Kangal köpekleri, kurda saldırdıklarında kurda hızla çarparak onu yere yuvarlamaktadırlar. Bu çarpışma sırasında köpek de yere düşmekte, ancak kurttan daha çabuk davranarak kalkıp kurdun boynuna yapışmaktadır. Eğer kurt önce kalkıp köpeği boğmak isterse demirden yakalığı köpeği korumaktadır. Böylece köpek ölümcül bir yara almaktan kurtulmaktadır. 

RUH HALLERİ
Kurda saldırmaktan bile korkmayan, zaman zaman onu boğup öldürebilen bu yaratığın insana neler yapabileceğini düşünmek bile istemeyiz. Ancak durum göründüğü kadar vahim değildir. Kangal köpekleri aslında çok yumuşak karakterli, uysal ve duygusal hayvanlardır. İnsanla çok çabuk dost olma eğilimindedir. Özellikle çocuklara karşı daha koruyucu bir tavır içindedirler. Önsezileri kuvvetli ve sahiplerine aşırı bağlı olan bu köpekler, sahipleri tarafından azarlandıklarında, suçlu bir çocuk gibi başlarını öne eğerek, sahibinin gözlerine mahzun mahzun bakıp affedilmek için adeta yalvarırlar. Hislerini hal ve hareketlerinden anlamak mümkündür. Çeşitli mimik ve jestlerin yanı sıra çıkarttıkları inlemeler ve çeşitli tonlardaki seslerle bir tür özür dilerler.

KÖPEK SALDIRISI İLE KARŞILAŞTIĞIMIZDA NE YAPMALIYIZ?
Bu bölümü yazarken amacım her duruma ve konuma uyabilecek bir reçete sunmak değil. Böyle bir reçete vermek hem teorik olarak olanaksız hem de doğru olmaz. Ancak gene de bazı genellemeler yapmanın ve konuyu başlıklar altında toplamanın yararlı olabileceğini düşünüyorum.

1) İÇİNİZDEKİ KORKUYU YENMELİSİNİZ
Saldıran bir köpek, karşısındakinin tüm hareketlerini dizginler ve denetim altına alır. Adeta sizi bloke eder. En ufak bir yanlış davranışınızda ısırılacağınızı hemen algılarsınız. Bu durum gerçekten de korku vericidir. Köpek saldırısı karşısında korkmamak mümkün değildir. Ancak köpek davranışlarını tanıyorsanız ve bu konuda deneyim sahibiyseniz bu korku yerini daha bilinçli bir tavır olan endişe ve tedbire bırakmalıdır. Aslında gerçekten de korkunun ecele faydası yoktur. Üstelik köpek sizin ondan korktuğunuzu anlamakta hiç gecikmeyecektir. Bakışlarınızdan en ufak davranışınıza kadar birçok hareketinizden köpek bunu hemen anlar. Bazıları korku sırasında insanda salgılanan bir hormonun ve buna bağlı olarak yayılan bir kokunun köpek tarafından fark edildiğini söylerler ancak bu doğru değildir. Köpeğin korktuğunuzu algılaması sizin hareketlerinizi yorumlamasına dayanmaktadır.
İçten içe korkuyor bile olsanız bunu köpeğe hissettirmekten kaçınmalısınız. Çünkü korktuğunuzu anlayan köpek size dalmakta tereddüt etmeyecektir. Oysa o an, emin olun ki köpek de sizden korkmaktadır. Sürekli durumu kollama halindedir. Köpek bu konumda kendine sürekli olarak ‘saldırayım mı, saldırmayayım mı’ sorusunu soruyordur. Sizin davranışlarınız onun bu konudaki tavrını belirleyecektir. Saldırı anındaki bu ön aşama rakiplerin birbirini test ettiği kısa bir süredir. Bu testi başarı ile geçebilmek için içinizdeki korkuyu yenmeniz, kararlı ve kendine güvenen bir tavır sergilemeniz yerinde olacaktır. Korkmadığınızı gösterebilmek için de gereksiz davranışlardan ve hareketlerden kaçınmanızda yarar vardır.

2) KENDİNİZE, BİLGİ BİRİKİMİNİZE ve ZEKANIZA GÜVENİN
Bir köpek size saldırıyorsa hemen hemen bütün avantaj onun elindedir. Birçok bakımdan köpek bizden daha üstündür. Bizim elimiz, ayağımız ya da dişimizle ona karşı koyacak onu püskürtebilecek bir yapımız yoktur. Böyle bir şeyi başarmamız mümkün değildir. Ancak tartışmasız üstün olduğumuz bir yanımız vardır ki o da zekamızdır. Zekamızı bir silah olarak ona karşı kullanmak yapılabilecek en anlamlı davranış olacaktır. Köpek davranış şekillerini ve saldırı biçimlerini önceden biliyor olmak bize bir üstünlük kazandıracaktır. Bu üstünlüğümüzü ona karşı kullanmak durumundayız. Saldırı anında bütün gözlem yeteneğimizle köpeği dikkatle izlemeli ve neden saldırdığını, korkusunun boyutunu, cesaretinin ölçüsünü tartmaya çalışmalıyız. Bütün bunlar ona karşı izleyeceğimiz mücadele şeklini belirleyecektir. Doğru saptamalar yapmamız durumunda paçayı kurtarma olasılığımız hayli yüksektir.

3) SAKİN DAVRANIN ve KÖPEĞİ YATIŞTIRMAYA ÇALIŞIN
Bir saldırı anında olayı bütün soğukkanlılığınızla karşılayın ve kendinizden emin olun. Kesinlikle panik yapmayın ve sakin davranın. Bu tavrınız köpeği etkileyecek ve sizin ilk raundu kazanmanızı sağlayacaktır. Size saldıran köpekle konuşabilirsiniz (tabii ki böyle bir şey için fırsat bulabilirseniz). Konuşma konusunu kendiniz belirleyin. Çok felsefi konulara girmeyin; daha çok köpeğe sakin olmasını, korkulacak bir şey olmadığını, tehlikeli biri olmadığınızı içeren şeyler söyleyebilirsiniz. Haydi oğlum (kızım), haydi evladım gibi terimleri kullanarak sakinleşmesine yardımcı olmaya çalışın. Köpek ne dediğinizi tam olarak anlamasa bile konuşma şeklinizden ve ses tonunuzdan mutlaka etkilenecektir ve gereken anlamı çıkartacaktır. Bu tür bir konuşma köpekte istediğiniz türde bir etki yapabilir.
Köpekle konuşma tavrı, köpeğin direkt saldırıdan çok sizi sınırlamak ve denetim altında tutmak istediği durumlarda daha etkilidir. ‘Bir adım daha atarsan ısırırım’ gibi bir tehditle karşı karşıya iseniz konuşmak ve sakinleştirme tavrı olumlu sonuç verebilir.

4) YİYECEK VERMEK İŞE YARAYABİLİR
Saldırıya uğradınız; köpek dibinize kadar geldi ve havlayıp dalma hamleleri yapıyorsa, sakin tavırlarla cebinizde taşıdığınız uygun bir yiyeceği, ona yiyecek attığınızı belli edecek şekilde (taş atar gibi değil) atabilirsiniz. Etrafınızdaki köpekler birden fazla sayıda ise yiyeceği, size dalma ihtimali en az görünen köpeğe, grubun davranış anlamında en zayıf köpeğine ya da varsa yavru olana doğru atınız. Büyük bir olasılıkla hemen kabul edecektir. O yediğinde en azgın olanı da yeme girişiminde bulunacak ve size olan kızgınlığı ve ilgisi belli oranda azalacaktır. Aynı anda sakinleştirici sözler de söyleyerek köpekleri yatıştırabilirsiniz. Yiyeceği yemiş olmaları dostluk yolunda atılmış ilk adımdır. Gene de tedbiri sakın elden bırakmayın.
Bir keresinde Hititlere ait Eflatunpınar Kaya Anıtı’nı gezmeye gitmiştim. Arabadan inip anıta doğru ilerlerken anıtın yanındaki evden iki tane çoban köpeği havlayarak üzerime doğru saldırdılar. Asıl niyetleri beni korudukları eve doğru yaklaştırmamaktı. Birden cebimde yarısını yemediğim bir simit olduğu aklıma geldi. Simidi yarıya bölüp köpeklerden uygun gördüğümün önüne attım. Önce bir kokladı ve arkasından hemen yedi. Köpeklerle konuşmaya başladım. Birkaç yatıştırıcı sözden sonra simidin kalan parçasını da daha saldırgan görünen diğer köpeğe doğru fırlattım. Aradan biraz zaman geçtikten sonra köpeklerin başını okşar duruma gelmiştim.

5) SAKIN KAÇMAYA KALKIŞMAYIN
Bir köpek size saldırdığında sakın kaçmaya kalkışmayın. Her şeyden önce şunu bilmelisiniz ki, köpek sizden en az 10 kat daha hızlı koşabilir ve yorulmaksızın size göre çok daha uzun mesafeleri kat edebilir. Bu şartlarda kaçmaya kalkışmanın hiçbir anlamı yoktur. Nasıl olsa size yetişecek ve ısıracaktır. Emin olun ki kaçarsanız mutlaka ısıracaktır. Bunu aklınızdan çıkarmayın. Ama kaçmazsanız ve uygun davranışlar sergilerseniz ısırılma olasılığınız oldukça azdır. 
Köpekler kovalama güdüleri gelişmiş hayvanlardır. Kaçan bir şey fazlasıyla dikkatlerini çeker ve peşine koşmaktan kendilerini alıkoyamazlar. Tasma ile sokakta hava alsın ve ihtiyaçlarını gidersin diye dolaştırılan köpeklerin hepsi kedi kovalamaya bayılırlar. Bu iki hayvan arasında gelişmiş olan ve Fenerbahçe–Galatasaray çekişmesini gölgede bırakacak ezeli rekabetin temeli aslında kaçma ve kovalama güdüsüne dayanmaktadır. Kediyi kovalamaktaki tek amaç  oyundur. Evdeki sıkıcı hayata ufak bir renk katabilme çabasından başka bir şey değildir. Bazen kedinin kaçmadığı ve yere sinerek tüylerini kabartıp köpeğe tıslayarak bu oyunu bozduğuna şahit olmuşsunuzdur. Bu şartlarda köpek saldıracak gücü bir türlü bulamamaktadır.
Köpeklerin yoldan geçen arabaları bir süre havlayarak kovaladıklarını hep görürüz. Burada köpek arabayı kullanan insanla, arabayı bir bütün olarak algılamaktadır. Dönen tekerin hareketi arabayı kullanan insanın bir kaçma eylemi olarak yorumlanmakta ve köpek bunu kesinlikle es geçmemektedir. Arabayı kovalarken tekere doğru dalma hamleleri yapmaları boşuna değildir. Bir gün Haymana’daki Demirözü Mağarası’ndan dönüşte ağılların önünden geçerken 10 kadar çoban köpeği arabayı havlayarak kovalamaya başladılar. Arabayı kullanan arkadaşa durmasını söyledim. Araba durduğunda hemen aşağıya köpeklerin arasına indim. Hepsi havlamayı kesmişlerdi. Köpeklerin hiç biri saldırma ve dalma girişiminde bulunmadı. Hatta biraz üstelesem onları okşayabilirdim. Tekrar arabaya binip hareket ettiğimizde bütün köpekler havlayarak peşimizden gelmeye devam ettiler.
Köpek saldırısı sırasında panik olup kaçmaya başlarsanız, çok kısa bir süre sonra yorulur ve bütün gücünüzün tükendiğini hissedersiniz. Köpek size yetiştiğinde onunla baş edebilecek bütün enerjinizi hem ruhen hem de bedenen yitirmiş durumdasınızdır. Bu konumda bütün rauntları aynı anda kaybetmiş sayılırsınız. Yani bu bir nakavt durumudur ve bildiğiniz tüm duaları okumaktan başka çareniz kalmamıştır. Kaçma eylemi, hemen çok yakınınızda bir kulübe ya da araba varsa ve köpek size ulaşmadan siz buraya ulaşabilecekseniz denenebilir. Böylece gereksiz yere köpekle muhatap olmaktan ve bir dizi karşılıklı testten kurtulmuş olursunuz. Ama sakın hesabınızı yanlış yapmayın.

6) AĞACA ÇIKMAK BİR ÇÖZÜM MÜDÜR?
Köpek size yetişmeden yakında hemen çıkabileceğiniz bir ağaç varsa bütün komik görünüşe karşın denenebilir. Aklınızda bulunsun ağaca çıkmak göründüğü kadar kolay değildir. Başarısız olma durumunda mücadeleye puan kaybetmiş olarak başlamak durumundasınızdır. Tırmanmayı başardığınızda en azından orada daha güvende olursunuz. Köpeğin sahibi ağacın altına gelip sizi kurtarana kadar köpekler ağacın altından ayrılmayacaklardır haberiniz olsun.
Köpek saldırısı karşısında eğer birkaç kişi iseniz sırt sırta verip savunma pozisyonu almak yararlıdır. Böylece köpek dalmaya korkacaktır. Tek başınıza iseniz ve bir ya da birden fazla köpekle baş etmek durumunda kaldıysanız arkanızdan gelecek saldırılardan korunabilmek için sırtınızı bir ağaca veya kayaya vermek uygun olacaktır.

7) KÖPEĞE MEYDAN OKUMAK BİR İŞE YARAR MI?
Köpek, saldırı niyetinde çok ciddi ise, kızgın saldırganlık dediğimiz pozisyonda ve her an dalmak için fırsat kolluyorsa, artık ikna yöntemleri bitmiştir. Kısaca onu sakinleştirme ihtimaliniz yoksa siz de meydan okuyabilirsiniz. En azından ona yapacağı saldırıdan kendisinin de zarar göreceğini hissettirmelisiniz. İlk başta köpeğin gözlerinden gözünüzü ayırmayın. Bu, sizin ona meydan okumanızdır ve ona verebileceğiniz ilk uyarıdır. Sonra meydan okumaya sesinizi de katabilirsiniz. Yüksek sesle bağırabilirsiniz. Bu bağırma, azarlama ve durdurma komutu şeklinde olmalıdır. Bunu size dalmaya kalktığında deneyin. Etkili olduğunu göreceksiniz.
Kaz Dağları’nda ormanın içinde iki tane çoban köpeğinin saldırısına uğramıştım. Köpek tam dalmaya kalktığı anda çok yüksek sesle ve yüzümde hiddet ifadesi ile ona ‘duuuurrrr’ diye bağırmıştım. Köpekler aynı çizgi filmlerdeki köpekler gibi ön ayakları ile sıkı bir fren yaparak durmuştu. Bu komutun bu kadar etkili olacağını ben bile tahmin etmemiştim. Ancak, dur komutundaki ve ses tonumdaki karalılığın altını çizmek istiyorum.

8) TAŞ ATARAK KURTULABİLİR MİSİNİZ ?
Köpeğe meydan okuduğunuzda artık kartlar açılmıştır. Her iki taraf birbirini kontrol ediyordur. Bu an çok kısa süren bir soğuk savaş anıdır. Mutlaka taraflardan birinin üstünlüğü ile sonuçlanacaktır. Orta yol yoktur. Oyuncular oyunlarını çok iyi oynamak durumundadırlar. Başarı garanti değilse meydan okumak risklidir. Ancak saldırı kaçınılmazsa meydan okumak son çözüm olabilir ve köpeği korkutup geri adım attırabilirsiniz.
Dalma hamlesi karşısında yerden bir taş kapın ve atacakmış gibi bir harekette bulunun. Ancak atmayın. Köpek bu hareketiniz karşısında büyük bir olasılıkla dalma eylemine son verecek ve yön değiştirerek taşı yememeye çalışacaktır. Her köpek insanlar tarafından mutlaka taşlanmıştır ve sizin bu davranışınızın sonuçlarını biliyordur. Aslında köpeği taşlamak onu daha da kızdırmaktan başka bir işe yaramaz. Taşı bir silah gibi kullanın, köpek dalmaya kalktıkça hamlenizi tekrarlayın. Böylece köpek saldırmadığı sürece risk altında olmadığı sonucunu çıkartacaktır. Bu onu dalma eyleminden vazgeçirebilir.
Köpek bütün bu hamlenize karşın dalmayı sürdürürse ve artık ısırılma noktasına geldiyseniz taşı atmaktan başka çareniz yoktur. Ancak taşı attığınızda mutlaka isabet ettirmelisiniz. Bu noktada isabetsiz bir atış ısırılma ile eş anlamlı olabilir. Bu ilk dalma hamlesini başarı ile savuşturabildiyseniz, aslında kefeni yırttığınız söylenebilir. Taşı yedikten sonra aynı köpeğin ve çevredeki diğer köpeklerin yeniden dalabilme cesaretleri büyük oranda kırılmıştır. Ancak bu tehlikenin geçtiği anlamına gelmez. Taşı attıktan sonra hemen yerden ikinci bir taş daha kapın ve oyuna çoban yetişene kadar devam edip zaman kazanmaya çalışın.

9) YERE ÇÖMELMEK NASIL BİR ETKİ YARATIR?
Köpek saldırısı karşısında yere çömelmek ve saldırıyı bu şekilde beklemek, çok uygun gibi görünmemekle birlikte kesinlikle etkili ve işe yarayan bir yöntemdir. Saldıran bir köpeğe karşı en etkili silahımız gibi görünen ayağımız aslında saldırı anında fazla bir işe yaramamaktadır. Saldıran bir köpeği tekme ile savuşturabilmek hiç de kolay değildir. Köpek kesinlikle bizden daha çeviktir ve biz onu tekmeleme şansını bulmadan o bizi çoktan ısırmış olacaktır.
Yere çömeldiğimizde dişlerimiz köpeğin dişleri ile aynı hizaya gelir. Bu köpek için kesinlikle caydırıcı bir etkendir. Köpek herhangi bir saldırıda bulunduğunda bizim de onu ısırabileceğimizi düşünür ve bundan korkar. Çömelmek bu bakımdan köpeğin bize dalmasını engelleyici bir etki yapar. Her ne kadar bu konumda kendimizi oldukça savunmasız bir halde hissetsek de çömelmenin işe yaradığını kendi deneyimlerimle gözlemledim. Çömelin ve dişlerinizi köpeğe gösterin (çok üstünüze gelirse hırlamayı da deneyebilirsiniz !). Bu vaziyette iken de yukarda anlattığım yerden taş alma ve atma hamlelerini yapabilirsiniz. Köpek size yanaşmaya korkacaktır.
Çömelmiş konumda iken arkanızı kontrol etmeniz zor olabilir. Özellikle birden fazla köpeğin saldırısına uğramışsanız sürekli arkanızı da kollamanız gerekir. Yer yer arkanıza dönerek veya bakarak burayı boş bırakmayınız. Ancak dikkatinizi size dalma ihtimali en fazla olan ekip lideri konumundaki köpekten hiç ayırmayınız.  Mümkünse arkanızı bir kayaya ya da sağlam bir yere verip kendinizi savunmaya çalışınız.

10) HEMEN ÇOBANA SESLENİN ve DOSTLUK GÖSTERİSİNDE BULUNUN
Doğa gezginlerinin en çok karşılaştıkları köpek saldırısı çoban köpeği saldırısıdır. Köpek saldırısı ile karşılaşılan bütün anlarda çobanın büyük bir gayretle saldırıya uğrayanı kurtarmak için uğraştığını gördüm. Bunun için sizin ondan yardım istemeniz gerekmez. Çoban zaten koşarak gelecek ve köpeklerinin elinden sizi kurtaracaktır. Bütün mesele çoban yetişene kadar ısırılmadan durumu idare edebilmektir.
Köpeklerin ilerden havlayarak üzerinize doğru geldiğini gördüğünüzde, çobanı tanıyor ya da görüyor olmanız gerekmez; sanki arkadaşınızmış gibi ona yüksek sesle bağırarak seslenin. ‘Mehmet Abiiiiii nee haabeer ?’ gibi. Köpekler ses tonunuzdan ve bağırış şeklinizden onu tanıdığınız sonucunu çıkartabilirler. Görev gereği size saldırmayı sürdüreceklerdir. Benzer şekilde bağırmayı sürdürün. Köpekler üzerinde kesinlikle olumlu etki yapacaktır.
Bu şekilde bağırdığınızda çoban açısından bu aynı zamanda çobandan yardım istediğiniz anlamına da geldiğinden, çoban bir an önce yanınıza ulaşmak için çaba gösterecektir. Köpeklerin çobanın dostu olduğunu anlamaları için elinizden ne geliyorsa yapın. Bu sizin emniyet sigortanızdır. Çoban yetişene kadar idare edebildiyseniz kurtuldunuz demektir. Ama tehlikenin henüz bitmediğinin bilincinde olun ve çobanla olan konuşmalarınıza ve hareketlerinize çok dikkat edin. Köpeklerle olan dostluğu geliştirmek için de adımlar atmaya başlayın. Sakinleştirici konuşmalar ve yiyecek ikramı olabilir.

11) HER ŞEYİ DENEDİĞİNİZ HALDE ISIRILDIYSANIZ
Her şeyden önce geçmiş olsun. Yukarda anlatılan bütün bilgilerin mutlak bir koruma sağlamayacağı kesindir. Kişisel fikrim, bütün bunları bilip gerektiği gibi uygulamış olmak sizi % 90 oranında koruyacaktır. Bugüne kadar defalarca köpek saldırısına uğramış ancak hiç ısırılmamış biri olarak, bunu tamamen köpek saldırısı karşısındaki tavrıma bağlamaktayım.
Isırılma anında panik olmayın, elden geldiğince az diş izi ile olayı atlatmaya çalışın. Hassas yerlerinizi korumaya dikkat edin. Yere düşmemeye ya da düştüyseniz hemen kalkmaya bakın. Tamamen teslim olmayın ve mücadeleyi sürdürün. Köpeğin insana saldırış şekli öldürmeye yönelik değildir. O sadece görevini yapıyordur ve asıl amacı sizi caydırmaktır. Büyük bir ihtimalle bir kez ısırdıktan sonra bunun size bir ders olacağını düşünüp defalarca ısırmaya kalkmayacaktır. Isırma hareketinden sonra köpekler genellikle sakinleşmekte ve az önceki kızgın halleri kalmamaktadır.

KÖPEK ISIRMASI SONRASI KARŞILAŞTIĞIMIZ RİSKLER
Genellikle köpek ısırıkları bacak ve kollarda olmaktadır. Eğer hayati tehlike yaratabilecek bir yerimizden ısırılmadıysak, karşılaştığımız sorun daha çok kuduz riski ve 2 cm derine kadar inebilen diş izlerinin açtığı yaranın mikrop kapması olabilir. Doğada kapılabilecek mikroplardan tehlikeli olanlarının başında tetanoz gelmektedir.

1) YARANIN MİKROP KAPMASI
Isırma sonucu oluşan derin sayılabilecek yara, dışardan her türlü mikrop kapmaya hazırdır. Ayrıca köpeğin ağzında kuduz harici mikroplar da bulunabilir.

TETANOZ
Doğada oksijensiz ortamda yaşayan bir basilin neden olduğu, kaslarda sertleşme ve spazm şeklinde ortaya çıkan bulaşıcı ve tehlikeli bir hastalıktır. Doğada yaygın olarak özellikle toprağın üst katmanında bol miktarda bulunan tetanoz mikrobu, vücuda yaralar, hatta küçük sıyrıklar yolu ile de girebilmektedir. Mikrobun vücuda girmesinden hastalık yaratmasına kadar geçen süre ortalama olarak 2 gün ile 2 hafta arasında değişmektedir. Köpek ısırmaları sonucu oluşan yaraya topraktan ya da çoban köpeklerinin demir yakalıklarından tetanoz mikrobu bulaşma ihtimali bulunmaktadır. Bu nedenle köpek ısırması sonrası sağlık merkezinde uygulanacak tedavi sırasında tetanoz aşısı da yapılmaktadır.

2) KUDUZ
Hastalığa neden olan kuduz virüsünün, merkezi sinir sistemini etkilemesi sonucu ortaya çıkan bulaşıcı ve öldürücü bir hastalıktır. Hastalık genellikle köpek ısırması sonucu köpeğin salyasında bulunan mikrobun yara aracılığı ile vücuda girmesi ile başlar. İnsanda görülen kuduz vakalarının % 90’ı köpek ısırması sonucu ortaya çıkmaktadır. Köpeğin dışında ülkemizde kedi, inek, at, domuz, kurt, tilki ve çakal da kuduz mikrobu taşıyabilmektedir.
Ülkemizde yılda 90.000 kişi kuduz şüpheli ısırık nedeni ile tedavi ve izlemeye alınmaktadır. Avrupa ülkeleri içinde birçoğunda kuduz vakasına hiç rastlanmazken Avrupa’da kuduzdan ölüm görülen tek ülke Türkiye’dir.

KULUÇKA SÜRESİ
Kuduz mikrobu, insana genellikle mikrop taşıyan hayvan tarafından ısırılma yolu ile bulaşmaktadır. Ancak vücuttaki açık yara ya da çizik gibi yerlere taşıyıcı hayvanın salyasının bir şekilde değmesi de mikrobun vücuda girmesine neden olabilmektedir. Kuduz mikrobunun vücuda girdikten sonra hastalık yaratmasına kadar geçen süre yani kuluçka süresi ortalama olarak 20 ile 90 gün arasında değişmektedir. Bu süre, ısırılan yerin beyine yakınlığı ve ısırılma sırasında vücuda giren mikrobun fazla ya da az olmasına bağlı olarak değişebilmektedir.

BELİRTİLER
İnsanlarda başlangıç semptomları genellikle çok tipik değildir ve iştahsızlık, kırgınlık, yorgunluk, ateş görülür. Hastaların yaklaşık % 50’sinde ısırık bölgesinde ağrı ve duyu kaybı görülür ki kuduza özgü ilk belirti budur. Daha sonra huzursuzluk, aşırı korku hali, saldırganlık, uykusuzluk, psikiyatrik bozukluklar, depresyon ve bunlara eşlik eden öksürük, boğaz ağrısı, titreme, karın ağrısı, bulantı-kusma, ishal görülebilir. Nörolojik semptomlar ise hiperaktivite, oryantasyon bozukluğu, hayal görmeler, sara krizleri, tuhaf davranışlar, ense sertliği, hızlı ve sık nefes alıp verme, salya artımı ve felçler olarak ortaya çıkar.
Hasta nöbetler halinde kriz dönemleri yaşar. Hastaların yaklaşık olarak yarısı ataklar döneminde su içmek istemekte ve su içme teşebbüsü sırasında boğaz kaslarının kasılması nedeniyle kişide tıkanma, boğulma hissi ortaya çıkarak hastalarda hidrofobi (sudan korkma) gelişmektedir. Ataklar arasındaki dönemde hasta genellikle kendindedir ve bilinci yerindedir. Nörolojik belirtilerin gelişmesinden 4 -10 gün sonra koma hali gelişir. Koma hali saatler hatta aylarca sürebilir ve sonunda hasta yaşamını kaybeder.

TEDAVİ
Kuluçka süresinin bitiminde kuduz hastalığı ilk belirtilerini göstererek başlar. Kuduz, hastalığa yakalanıldıktan sonra, yani ilk belirtiler görüldükten sonra tedavisi imkansız olan bir hastalıktır. Bu aşamadan sonra hastalık kesin olarak ölümle sonuçlanır. Bu nedenle tedavi, kuduz şüphesi olan bir hayvan tarafından ısırılır ısırılmaz başlatılmalıdır. İlk yapılacak iş yaranın temizliğidir. Bunu ilk yardım bölümünde daha detay olarak ele alacağız. Daha sonra en geç 8 saat içinde bir sağlık merkezine ulaşarak serum ya da aşı tedavisi başlatılmalıdır. Özellikle ilk yardım sırasında yapılacak yara temizliği ve hemen sonrasında başlanması gereken aşı uygulaması hastalığa yakalanmama konusunda hayati önem taşımaktadır.

KUDUZ AŞILARI
Bugün kuduz aşıları çok yüksek teknoloji ile hücre kültürlerinden üretilen aşılardır ve son derece etkin ve güvenlidir. Eskiden hayvan beyninden üretilen aşılar ile oluşan yan etkilerden dolayı insanlarda kuduz aşısına karşı bir korku gelişmiştir. Günümüzde üretilen hücre kültürü aşılarında kesinlikle kuduza ait yan etki meydana gelmemektedir ve güvenle kullanılmaktadır. Hücre kültürlerinden üretilen aşılar içinde en çok kullanılanlar insan diploid hücrelerinden (HDCV) ve sürekli hücre kültürlerinden üretilen (PVRV ) aşılardır.
Ülkemizde hücre kültürü aşısı olarak HDCV ve VERO (Verorab) aşıları mevcuttur. Her iki aşının da bağışıklama gücü ve yan etki açısından hiçbir farkı yoktur. Üretimlerinde aynı aşı suyu kullanıldığı için birbirlerinin yerine kullanılabilirler ya da zorunlu hallerde aşılamaya birisi ile başlayıp diğeri ile devam edilebilir. Kuduz aşıları soğuk ortamda saklanmalıdırlar. +2 ile +8 derece arasında korunduklarında dayanma süreleri 3 yıldır. 

KAÇ AŞI OLMAK DURUMUNDAYIZ?
Aşılama şeması,  Dünya Sağlık Örgütü’nün önerdiği şekilde 0., 3., 7., 14., ve 28. günlerde 5 doz olmak üzere intramuskuler yoldan ve mutlaka deltoid adaleden, bebeklerde ise uyluğun anterolateral kısmından yapılmalıdır. Aşı kesinlikle kalçadan uygulanmamalıdır. Bazı uzmanlar 90. günde de bir rapel doz önerebilmektedir.

PASTEUR’A TEŞEKKÜRLER
Dünyada kuduza karşı mücadeleyi ilk olarak bundan bir asır önce başlatan ve başarılı olarak insanlığa en büyük hizmetlerden birisini veren kişi Louis PASTEUR'dür. 1885 yılında kuduz bir köpek tarafından ısırılan bir çocuğun hayatını, tavşan omuriliğinden elde ettiği canlı virus aşısı ile aşılayarak kurtarmış ve kuduz hastalığına karşı mücadeleyi kazanan ilk kişi olarak tarihe geçmiştir

KÖPEK ISIRMALARINDA İLK YARDIM
Kuduz virüsü köpeğin salyasında bulunduğu için ilk dikkat edilmesi gereken nokta bu salya ile temas etmemektir. İlk yardımda bulunan kişinin elinde bulunan açık bir yara kanalıyla kuduz mikrobu bu kişiye de bulaşabilir. Ya da salyaya temas eden elin ağıza, buruna götürülmesi gibi hareketler de bulaşma nedeni olabilir. Elinde bu tür yara bulunan kişi mümkünse ilk yardımda bulunmamalıdır. Ancak ilk yardımda bulunacak başka biri yoksa önlem alarak ilk yardımı başlatmalıdır. Çünkü ısırılmanın hemen sonrasında yapılacak ilk yardım, mikrobun bulaşma riskini önemli oranda azaltmaktadır.  İlk yardımı yapan kişi varsa eline steril bir eldiven giyerek ilk yardımda bulunmalıdır. Köpek ısırması sonrası kocasına ilk yardımda bulunan bir arkadaşım, elindeki açık yara nedeni ile daha sonra kocası ile birlikte kuduz aşısı olmak durumunda kalmıştı.

YARANIN TEMİZLENMESİ
Pantolon ya da gömlek üzerinden yapılmış ısırıklarda salyanın çoğu giysi üzerinde kaldığı için ısırılan kişi bir oranda korunmuştur. Salya bulaşmış giysinin çıkartılması ve bir naylon torbaya koyularak ağzının bağlanması ve temizlenip sterilize edilmeden bir daha kullanılmaması yapılacak ilk işlemdir. Daha sonra ısırık yerleri saptanmalı ve tüm yaraların temizliği yapılmalıdır. Şüpheli bir hayvan tarafından ısırılan kişinin yaraları sabunlu ya da deterjanlı su ile bolca yıkanmalıdır. Hiçbir şey yoksa bol su ile yıkanmalıdır.  Çok basit gibi görülen bu uygulamanın özellikle yüzeysel yaralarda riski %90 oranında azalttığı saptanmıştır.
Yaraya antiseptik uygulanmalıdır. Tentürdiyot, alkol, oksijenli su ya da bunlar yoksa kolonya bile olabilir. Antiseptik madde ile yara iyice temizlenmelidir. Daha sonra, kuduz dışındaki enfeksiyonları önleyebilmek açısından varsa antibiyotik içeren bir merhem yaraya sürülmelidir. Bu şekilde temizlenen yaranın üzeri dışardan mikrop kapmaması amacı ile gazlı bez tampon koyularak kapatılmalı ve ısırılan kişinin en geç 8 saat içinde en yakın sağlık merkezine ulaşması sağlanmalıdır.

Yazan: Yavuz İşçen / Ankara
Aralık 2001

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder