Tırmanış
Tarihçesi ve Rotaları
Yazan:
Yavuz İşçen
Türkiye’nin
en yüksek doruğu olan Büyük Ağrı Dağı, 5165 m yükseklikte sönmüş
bir volkandır. Bazı kaynaklarda yüksekliği 5137 m . olarak
belirtilmektedir. Türkiye, İran ve Ermenistan sınırlarının kesiştiği noktada
sınırdan 25 km .
kadar içerde, çapı yaklaşık 40
km .yi bulan bir koni görünümündedir. Büyük Ağrı Dağı’nın
kuzey yamaçları Iğdır ili sınırları içinde, güney yamaçları ise Ağrı ili
sınırları içinde yer almaktadır. Büyük Ağrı Dağı’nın güney doğusunda yine
sönmüş bir volkan olan Küçük Ağrı Dağı (3896 m .) yer almaktadır. Bu iki volkanik koni
arasında 11 km .
uzaklık bulunmaktadır. İki dağ arasında 2678 m . rakımlı Serbulak Geçidi (Serdarbulak) yer almaktadır. Volkanik
patlamalar sonucu oluşmuş olan bu dağların üzerinde krater bulunmamaktadır.
Yanardağlar, tek baca çıkışlı ve merkezsel püskürme sonucu lav tabakalarının birbirlerinin
üzerine yığılmasıyla ile meydana gelmişlerdir.
BUZULLAR
Büyük
Ağrı Dağı’nın üzeri kalın bir örtü buzulu ile kaplıdır. Ortalama bir değerle 4500 m .den başlayan buzul,
12 km2 alanı kaplamaktadır. Bu örtü buzulunun kalınlığının yüzlerce metreyi
bulduğu ve krateri kapattığı düşünülmektedir. Örtü buzulu, Dağın zirvesinden
güney, güneybatı ve kuzeybatı yönlerinde aşağıya doğru sarkar. Eğime uyarak
aşağı doğru sarkan bu buzullar vadi buzulu özelliği kazanır ve kuzeybatı
yönünde 3500 m’ye kadar iner. Kuzeybatı yamacındaki bu buzul, 10 km2’lik bir
alan kaplar ve Türkiye’nin en büyük buzuludur. Eski yıllarda “manyak yüzbaşı”
lakaplı bir subay tarafından bu buzul, Küp Gölü’nden tank ile top atışına
tutulmuştur.
Büyük
Ağrı Dağı’nın güneybatı tırmanış rotası üzerinde olduğu için en bilinen ve
önemli buzullarından biri de tipik bir vadi buzulu olan güney buzuludur. Buzul
aşındırması sonucu oluşmuş genç bir buzul vadisi içinde yataklanmıştır. Bu
vadiye Öküz Deresi Vadisi adı verilmektedir. Uzunluğu 5 km ., kalınlığı 50–100 m.
arasında değişen güney buzulu, püskürme sırasındaki lav tabakalarının sertlik
farkına göre ve eğime uyarak üç buzul balkonu (basamağı) oluşturmuştur. Üzeri
yer yer kum–çakıl ve iri taş parçaları ile kaplı olan güney buzulu yaklaşık 4000 m .ye kadar iner.
Büyük
Ağrı Dağı’nın doğu yüzünde 4900
m . civarında kükürt buharı çıkan bir bölge
bulunmaktadır. Gaz çıkışının devamlı mı yoksa zaman zaman mı olduğu
doğrultusunda bir bilgi yoktur. 1961 yılında bir tırmanış sırasında
gözlenmiştir. Ancak bu durum, volkanın püskürmesinin son aşamasına geldiğini ve
Dağın sönmüş volkan sınıfına girdiğini göstermektedir.
AHURA KÖYÜ’NÜN YOK OLUŞU
Büyük
Ağrı Dağı’nın kuzeydoğusunda derince yarılmış bir vadi içinde yer alan ve Cehennemdere
buzul dili olarak adlandırılan buzul oluşumu, Takke buzulundan itibaren 3.5 km . uzunluğa sahiptir ve
2370 m .
rakıma kadar inmektedir. Oluşumu ile ilgili farklı görüşler bulunmaktadır.
Ağrı
Dağı bölgesi bir fay hattı üzerinde yer almaktadır. Bu nedenle bölgede tektonik
veya volkanik kökenli depremler görülmektedir. 1840 ve 1940 yıllarında
yaşandığı tespit edilen birer deprem sonrası Dağın kuzey yamacında büyük bir
heyelan meydana gelmiş, kaya ve buzul bloklarının koparak büyük ve derin bir
heyelan vadisi meydana getirmesi sonucu Cehennemdere oluşmuştur. Bu heyelanlar
sırasında Dağın kuzeydoğusunda bulunan Ahora Köyü toprak altında kalarak yok olmuştur.
Bugün aynı köyün yerine Gündoğan Köyü kurulmuştur. Bir başka görüş ise, 2
Haziran 1840 yılında (bazı kaynaklarda 2 Temmuz olarak yazmaktadır) meydana
gelen ve heyelana neden olan etkenin deprem değil Ağrı Dağı’nın son patlaması
olduğu doğrultusundadır.
Bu
olayı ilk kaydeden kişi, Dr Wagner’dir. 1843 yılında dağa tırmanan alman doğa
bilimcisi Wagner, görgü tanıklarının ifadelerine dayanarak 1840 yılında yaşanan
bu olayı şöyle nakleder. “Yaşanan büyük çapta bir depremdir. Güneşin batışından
yarım saat kadar önce gerçekleşmiş ve iki saniye kadar sürmüştür. Depremi
muazzam bir patlama izlemiştir. Patlama sonrası dağın yamacında büyük bir
yırtık meydana gelmiştir. Fazla miktarda çamur ve tonlarca ağırlıkta kayalar
havaya fırlamıştır. Yamaçlardaki yerleşimlerde 6000 civarında ev tahrip
olmuştur. Buralarda yaşayan 2000 kişiden sadece 114 ü sağ kalmıştır. Patlamadan
4 gün sonra, kar ve buz kütlelerinden ve sağanak halindeki yağmurdan oluşan
binlerce ton su, büyük kanyonun önündeki taş ve kil engelini aşarak vadiden
aşağıya aktı, Iğdır Ovası çamur ve kayalarla kaplandı.”
Büyük
Ağrı Dağı’na ilk çıkan kişi olan Prof. Dr. Parrot, 27 Eylül 1829 günü zirveye
ulaşır. Parrot’un 1844 yılında ölümünden sonra yerine geçen ve devlet adına
bölgeye gönderilen Prof. O.W.Herman Abich 1846 yılında üniversiteye “Ahura
tamamen imha oldu” şeklinde rapor gönderir. Ahura’nın Abich’in belirttiği
tarihte yok olmuş, ancak daha sonra benzer bir felaketi 1940 yılında yeniden
yaşamıştır. Ahura ile birlikte burada yer alan Yakup Manastırı ve Peygamber
Çeşmesi de yok olmuştur. O tarihlerde yapılan araştırmalarda bulunan ve Nuh’un
gemisine ait olduğu söylenen bazı parçaların yok olan bu manastırda saklandığı
bilinmektedir. Gemiye ait diğer bazı parçaların ise Erivan yakınlarındaki başka
bir manastırda bulunduğu bilinmektedir. Ağrı Dağı’na ilk çıkan kişi olan
Parrot, 1829’da bölgeye geldiğinde Etşimiadsin Manastırı olarak bilinen bu
manastırda, manastırın patriği Aziz Jacop tarafından kendisine kutsal emanet
olarak kabul edilen gemi parçalarının gösterildiğini nakleder.
ARARAT ADININ KAYNAĞI
Büyük
Ağrı Dağı’nın diğer bir adı da Ararat’dır. Kitabı Mukaddes’te geçen Ararat adı,
İÖ 120 –600 yılları arasında bölgede yaşayan Urartulardan gelmektedir. Urartu
adına ilk kez, 13. yüzyıldan kalma Asur kaynaklarında rastlanmaktadır. Bu
kaynaklarda Urartular, Sami ırkından gelme “Uruatri” adında bir boy olarak
tanımlanmaktadırlar. Bu ad, İbrani dilinde Ararat olarak geçmektedir.
Urartulardan daha sonra İÖ 600-İS 640 yılları arasında bölgede bir Hint–Avrupa
topluluğu olan Ermeniler yaşamıştır. Urartu bölgesi bu tarihten sonra
Ermenistan olarak anılmaya başlanmıştır. Ermeniler, İS 301 yılında
Hıristiyanlığı kabul etmişlerdir. Ermeniler de Ağrı Dağı için Ararat adını
benimsemişler ve kullanmışlardır.
Bugün
batı dillerinin hemen hepsinde Dağın adı Ararat olarak geçmektedir. Hatta
Harita Genel Komutanlığı’nca çıkartılan 1950’li yıllara ait haritalarda Dağın
adı, Ağrı Dağı (Ararat) şeklinde yazılmıştır. 1980’li yıllardan ve özellikle
1990’dan sonraki Türk hükümetleri Ararat adından kıl kapmışlar (!) ve Ararat
adına bir tür yasaklama getirmişlerdir. Bunda, Ermeni örgütü ASALA’nın, Türkiye
aleyhine yaptığı çalışmalar ve eylemler etken olmuştur.
Dağa
çıkış başvurularında Dağın adını Ararat olarak kullanan yabancı ekiplere
zorluklar çıkartılmıştır. Zaten yabancı bir ekibe izin verilebilmesi için
evrakların 170 imzadan geçtikten sonra çıkabildiği düşünülürse, bürokrasi başlı
başına bir engel bile kabul edilebilir. Baskının boyutu gitgide artmış ve adı
Ararat olan bir yerli turizm acentasının ve Doğubeyazıt’ta dağcıların kalmayı
gelenek haline getirdikleri Ararat Otel’in adı da değiştirilmiştir (bu otelin
yeni adı İsfehan Otel’dir). Ermenice olduğu gerekçesi ile Dağın adının ülke
içinde ve hatta batı dillerinde de Büyük Ağrı Dağı olarak benimsetilmesine
çalışılırken–ki aslında Dağın adının Ermenicesi Masis’dir- Ermeniler de Ararat
adını kullanmaktadırlar.
NUHUN GEMİSİ
Tufandan
sonra Nuh’un gemisinin oturduğu sanılan yer, Büyük Ağrı Dağı’dır. Bu konuda
kutsal kitaplarda çeşitli bilgiler bulunmaktadır. İS 70 yılında Josephus
yazdığı bir yazıda Nuh’un gemisine ait kalıntıların görünür ve ulaşılabilir
olduğuna ilişkin bize ikinci elden bilgiler verir. 1800’lü yıllara ait çeşitli
araştırmalar hep gemiye ait parçaların görüldüğü hatta bulunduğu
doğrultusundadır. Birinci Dünya Savaşı sırasında bir Rus pilotun Ağrı Dağı
üzerinde uçarken gördüğünü söylediği gemi kalıntısı, bunu doğrulamak için
İkinci Dünya Savaşı sıralarında yapılan ikinci uçuş ve gene aynı bilgilerin
aktarılması efsaneyi sürekli gündemde tutmayı başarmıştır.
Musa
Peygamber tarafından yazıldığı söylenen Eski Ahid’in (Tevrat) beş kitabından
ilki olan Tekvin’de Ararat adı ilk kez şu şekilde geçmektedir. “ Ve gemi
yedinci ayda, ayın onyedinci gününde Ararat Dağları üzerine oturdu.” (8. Bab 4.
Ayet) Kur’an-ı Kerim’in Hud Suresi’nde ise geminin Cudi Dağı’na oturduğu
belirtilmektedir. “ Ey arz suyunu yut ve ey gök sen de suyunu tut denildi. Sular
çekildi, iş de tamam olup bitti. Gemi Cudi’ye oturdu. ” ( 11 / 44 ) Bügün de
Cudi Dağı ve yöresinde Nuh ve gemisi ile ilgili inançlar ve bir kültür
bulunmaktadır. Sümer destanlarından Gılgamış’da ise, İÖ 5000 yıllarında
yaşandığı belirtilen bu tufan ve Nuh’un gemisi olayı detaylı olarak
anlatılmaktadır. Bu destana göre gemi, Nisip Dağı’na (Nissir) oturmuştur. Nisip
Dağı’nın neresi olduğu tam belli değildir. Cudi Dağı Şırnak ile Silopi arasında 2114 m . yükseklikte bir
dağdır. Yakınında bulunan Nusaybin ilçesinin eski adı Nisibis’dir. İsim
benzerliğine bakılarak bu dağın Cudi olabileceği tahmin edilmektedir. Ancak
Nissir’in Urartu bölgesinde bir dağ olduğu akla yakın gelmektedir. Görüldüğü
gibi Nuh’un gemisinin hangi dağa oturduğu kesin olmayıp tartışmalıdır.
İÖ
5000 yılına ait Sümer–Babil tarihinde “Gılgamış Destanı” olarak anlatılan Nuh
tufanı, düzelmesi olası görünmeyen insan soyunu düzeltebilmek için tufan kararı
alan tanrının bu kararını Nuh Peygamber’e bildirmesi ve bir gemi yapmasını
istemesi ile başlar. Nuh Peygamber, 22 m . eninde 150 m boyunda ve üst üste 3
güverteden oluşan bir gemi inşa eder. Sonradan çok şiddetli yağışlarla tufan
başlar ve her yer sular altında kalır. Nuh peygamber karısı ve üç oğlu ile
gelinleri ve her hayvandan birer çift olarak gemiye biner. Aylarca sular
üzerinde dolaşan gemi nihayet bir kara parçasına rastlar burası efsanedeki adı
ile Ararat Dağı’dır. Gemi burada karaya oturur ve insanlık soyu buradan tekrar
çoğalarak dünyaya yayılır.
O
gün bu gündür Nuh’un gemisi Ağrı Dağı’nda aranır olmuştur. Bir ara zirveye
yakın bölümlerde bulunan tahta parçaları heyecana neden olmuş ancak bunların
geçen yüzyılda Ruslar tarafından kurulan bir teodolitin taban parçaları olduğu
anlaşılınca durum normale dönmüştür. 1950–60 arasında Fransızlar, 60’lı
yıllardan sonra da Amerikalılar çeşitli araştırmalar yapmışlardır. Bir sonuç
alınamaması üzerine konu bir süre unutulmuştur.
1981 yılında aya ilk giden astronotlardan James Irwin Ağrı Dağı’na
gelerek tekrar araştırmalarda bulunmuştur. A. Mecit Doğru’nun naklettiğine
göre, 1983 yılında gemiyi aramaya gelen dağcılardan Amerikalı S.V. Dyke geminin
yerinden ve onu bulacağından o kadar emindir ki, gemiyi bulduğunda dağ
ayakkabıları ile içine girip zarar vermek istemediği için yanına lastik
ayakkabılarını da alarak aramaya gider. (Ah şu Amerikalılar !) Bütün bu
aramalar sonunda bugüne kadar alınmış somut bir sonuç bulunmamaktadır.
DOĞAL GEMİ
KALINTISI
Dağın
güney yönünde Gürbulak sınır kapısına giden yol üzerinde, karayoluna 3.5 km uzaklıkta, Telçeker
Köyü ile Meşar Köyü arasında bir yamaçta gerçekten de gemiye benzeyen, lav akıntısı
sonucu meydana gelmiş, tamamen doğal bir oluşum bulunmaktadır. Bugün bu oluşum,
Nuh’un gemisi olarak gelen ziyaretçilere ve turistlere gösterilmektedir. 1987
yılında doğal SİT alanı ve açık hava müzesi olarak koruma altına alınmıştır.
METEOR ÇUKURU
Bölgeye
gidenlerin görmek istedikleri yerlerden biri de meteor çukurudur. İran ile sınır oluşturan Gürbulak sınır
kapısı ile Sarıçavuş Köyü arasında İran sınırına 2 km . uzaklıktadır. 1913
yılında düştüğü sanılan bir göktaşının açtığı çukurdur (bazı kaynaklarda 1920
yılında düştüğü belirtiliyor). Göktaşının çukurun dibine gömülmüş olduğu
düşünülmektedir. Çukurun çapı 35
m ., derinliği ise 60 m . kadardır. Alaska’daki meteor çukurundan
sonra dünyada büyüklük olarak ikinci sırada yer aldığı rivayet edilmektedir.
AĞRI DAĞI’NA
ÇIKILABİLİR Mİ ÇIKILAMAZ MI ?
“ ...tepesinde Nuh’un gemisinin bulunduğu
söylenen çok yüksek bir dağ vardır. O kadar geniş ve uzundur ki, çevresini
dolaşmak iki günden fazla sürer. Zirvedeki derin kar bütün bir yıl boyunca
kalır ve kimse ona tırmanamaz (Marco Polo İS. yaklaşık 1295).”
Marco
Polo’nun da belirttiği bu inanış, yani Ağrı Dağı’na çıkılamayacağı düşüncesi
uzun süre devam etmiştir. Hatta dağa ilk çıkışın gerçekleştirildiği 1829
yılından sonra bile bu inanış varlığını bir süre daha sürdürmüştür (farklı bir
şekilde bugün de devam ediyor). Dağa ilk çıkan kişi olan Parrot uzun süre dağın
zirvesine çıktığını kanıtlamak durumunda kalmıştır. Dağın çıkılamaz olduğu
inancı, dağın yüksekliği ve o dönemlerdeki zorluğundan değil, dinsel bir inançtan
kaynaklanmaktadır.
Hristiyanlığın
ilk yıllarında Aziz Hagop, Ararat’a bazı tırmanış girişimlerinde bulunur. Ancak
başarılı olamaz. Üçüncü tırmanışta kendisine bir melek görünür ve tanrının bu
dağa çıkılmasını istemediğini söyler. Bu karşılaşma sırasında melek tarafından
Nuh’un gemisine ait bir parça, Aziz Hagop’a verilir. Sonradan bu parça Erivan
yakınında bir manastırda kutsal emanet olarak saklanır. Daha sonra bu söylenti
yayılır ve özellikle de din adamları, tanrının bu dağa çıkışı yasak ettiğine inanırlar.
Parrot dağa çıktıktan uzun süre sonra bile din adamlarının direnci ile mücadele
etmek zorunda kalmıştır. Özetle 170 yıl kadar önce yaşanan farklı bir Galile
olayı ile karşı karşıyayız.
Hala
bile tırmanış için gelenlere “Nereye kadar çıktınız ?” diye soruluyor olması,
dağın çıkılamaz olduğu inancını yansıtıyor sanıyorum. Yörede konuştuğumuz
çeşitli insanlar, dağa çıkıldığına ya da çıkılabileceğine gene inanmıyor.
Mustafa Bilgili’nin, “Ağrı Dağı’na Yolculuk” adlı kitabını okurken rastladığım,
yörede, “Dağın üzerinde hava boşluğu var, üzerinden uçak bile geçemez”
şeklindeki söylentiyi okuyunca, aklıma birden Ankara’dan Doğubeyazıt’a
gittiğimiz otobüsteki iri kıyım adam geldi. Tırmanışa birlikte gittiğimiz
arkadaşlara, benzer bir hikayeyi elden geldiğince inandırıcı olarak
anlatıyordu.
Yöre
insanı (bunlar tamamen Kürtlerden oluşuyor) dağa çıkan o kadar insanı
gördükleri halde, hatta bir kısmı rehberlik yapıp tırmanışa bizzat şahit
oldukları halde, gene de dağa çıkılabileceğine bir türlü inanmak istemiyor.
Eskiden
bölgede dağ üzerine yemin edilirmiş. Yani yemin etmek gerektiğinde nasıl
“kurana el basayım” ya da “anam avradım olsun ki” gibi şeyler söylenirse,
benzer bir ifade Ağrı Dağ’ını içine alacak şekilde kullanılırmış. Bence bu, dağın ne kadar dokunulmaz (çıkılamaz) ve bir
anlamda da o kadar kutsal olarak kabul edildiğinin güzel bir göstergesi. Belki
de yöre insanının hazmedemediği, kabullenemediği şey budur. Bizler onların bir
nedenle kutsal olarak kabul ettikleri bir şeye (dağa) gelip çıkıyoruz hatta
çıktığımız yetmiyormuş gibi birde içine edip gidiyoruz. O insanlar da bizim bu
tavrımıza karşı direniyorlar ve “bizim dağımıza çıkılamaz” diye tutturuyorlar
(bir tür pasif direniş). Doğubeyazıt’lı dağ rehberlerinin bir dönem başkanı
olan Ahmet Turan, “siz (turistleri kastediyor) gelmeden önce biz bu
dağ üzerine yemin ederdik, şimdi bu adamların dağa işemelerini hazmedemiyorum”
derken bence konuyu çok güzel özetliyor.
Aslında
kaynağı ya da nedeni ne olursa olsun, Ağrı Dağı’na çıkılamayacağı inancı, ülkemiz
insanının bugün bilimsel tarzın ne kadar uzağında olduğunu ve dolayısıyla da
söylentilere ne kadar açık olduğunu bir kez daha gösteriyor sanıyorum.
EDEBİYATTA AĞRI
DAĞI
Gerek
görkemli görüntüsü ile hafızalardan silinmeyecek büyüleyici etkisi, gerekse
hakkında çivi yazılı kil tabletlerden kutsal kitaplara ve seyahatnamelere kadar
birçok yazı ile Ağrı Dağı gerçekten de yazın hayatımızda önemli bir yer tutar.
1952
yılı ağustos ayında Ağrı Dağı zirvesine tırmandığını bildiğimiz Yaşar Kemal,
“Nuh’un gemisi peşinde” adlı yazısında bir edebiyatçı diliyle Ağrı tırmanışını
anlatır. “Ağrı’nın tepesindeki üşümüş yıldızlar ağarıyor. Gün, doruğun çok
aşağılarından, Ağrı’nın sağ kanadı üzerinden doğar. Orada bir ağartı, kocaman,
fışkırmaya hazırlanmış bir top ışık... Öyle duruyor. Ne gün doğuyor, ne de
kızarıyor. Kocaman, birikmiş bir top ışık !”
“Önümde
geniş bir alan ağarıyor. Buraya nasıl geldim, neyle geldim, farkında değilim.
Yalnız biliyorum ki, burası Ağrı’nın tepesidir. Bu ağaran da tepenin
buzullarıdır. Rüzgar bütün şiddeti ile esiyor ve tipiyi savurup donduruyor.
İlerde tek sıra olmuş askerler gidiyorlar. Bunlar en yüksek doruğa bayrağımızı
çekecekler.”
Yaşar
Kemal, “Ağrı Dağı Efsanesi” adlı romanında Osmanlı döneminde yörede geçen bir
aşkı anlatır. Bir halk masalı esintisi taşıyan bu roman, paşa kızı ve ona aşık
olan bir köy genci gibi klasik görünen bir temayı ele almakla birlikte,
Osmanlı–halk karşıtlığı, temelinde köylülerin yalnız bırakılmışlığı, halka
uygulanan baskı ve zulüm gibi aslında geçmişten günümüze fazla değişmemiş
konuları gözler önüne serer.
Yaşar
Kemal’in bölge ile ilgili bütün yazılarında, devlet yönetiminin sadece askere
alırken ve vergi toplarken hatırladığı halkın, içinde bulunduğu derin yoksulluk
ana temayı oluşturur.
“Ağrı”
adlı uzun şiirinde, Ahmet Muhip Dranas, dağın görkemi karşısında şaşkınlığa
uğrayan insanın ruh halini vermeye çalışır.
Doğrusunu
söylemek gerekirse Ağrı Dağı’nı ilk gördüğüm an ben de çok etkilendim ve dağın
şu ana kadar görmüş olduğum bir çok dağdan daha heybetli görünüşü karşısında
nedendir bilinmez hayretle karışık bir saygı hissine kapıldım !
1952
yaz ayında Ağrı’ya çıkış yapan Fransız ekibi başkanı F. Navarra tırmanış
anılarında “Ararat’ı bu ilk görüşün yol açtığı kendinden geçme duygusundan
hiçbir yolcu kurtulamaz. Birçoğu bundan en unutulmaz anılarından biri olarak
söz eder” demektedir.
Ağrı
ili doğumlu bir yazar olan Ömer Polat’ın eserlerinde ise yöre insanının
toplumsal sorunları önemli bir yer tutar. Yıllar önce AST’da seyrettiğim
“Aladağlı Mıho”dan (1976 yılında İsmet Küntay ödülü almıştı) hatırladığım, Rana Cabbar’ın mükemmel oyununun yanı sıra
Cumhuriyet dönemi boyunca yöre insanına çok az şeyin götürülebildiğidir. Gene
1977 Madaralı roman ödülüne layık görülen “Dilan”da, Ömer Polat, benzer
konuları çarpıcı bir şekilde yansıtmaktadır.
DAĞIMIZIN BİR
SAHİBİ VAR
Ağrı
Dağı’na Doğubeyazıt tarafından çıkacak olanlar Eli Köyü’nden geçmek
durumundadırlar. Hele yüklerinizi taşıtmak için katır kiralayacaksanız, köye
uğramanız ve gerekli ilişkileri kurmanız şarttır. Buraya gidenler köyün ağası
Ahmet Çokdin’i tanımadan edemezler. Zaten o bir yolunu bulup kendini size
tanıtacaktır. Bugün 51 yaşında olan Ahmet Çokdin, çobanlıktan yetişmedir. Şu
anda ithalatla uğraşmaktadır. 4 çeker görünümünde olup sadece 2 çekeri çalışan
son model bir Nissan Terrano jeep’e binmektedir. Köyün ağası olmak kolay
değildir elbette. Eli Köyü’nden, Ağrı Dağı’nın zirvesine kadar uzanan 50 dönüm
arazinin tapusuna sahiptir. Özetle o, Ağrı Dağı’nın sahibidir. 5 çocuk babası
olan Ahmet Ağa, 120 kg .lık
bir görüntüye sahip olmakla birlikte zayıfken iki kez zirveye çıkmıştır.
Çıkarken de tüm kayalara yağlı boya ile adını yazmaktan geri durmamıştır.
Şimdilerde ise gelen ekiplerden ödünç aldığı sırt çantası, baton vs ile pozlar
vererek, dağa çıkıyormuş gibi izlenim yaratmaktadır. Onun fotografını çekmek
serbesttir. Hatta bunun için sizi zorlayabilir ! Ahmet Ağa, bir televizyon
programı sırasında Banu Alkan’a medyatik olarak sarkmasıyla da tüm ülke
tarafından tanılan hale gelmiştir.
Ahmet
Ağa, 1974 yılında 415.000 TL vererek (8-9 kilo altın parasına) Ağrı Dağı’nı
Sabri Ceyhan’dan satın almış. Sabri Ceyhan ise ANAP milletvekili Yaşar
Eryılmaz’ın babası Rıza Eryılmaz’dan satın almış. Ağrı Dağı’nın Boğaz Köprüsü
kadar gelir getireceğini düşünen Ahmet Ağa, dağın yaklaşık 10 yıldır turizme
kapalı olması sonucu epey para kaybetmiş gibi görünüyor. Hatta bir ara dağı
satışa bile çıkartmış. Yabancılar 100 milyon Dolar teklif etmişler! Ama onun
gönlü razı olmamış, yabancılara gitsin istemiyor. Ne de olsa memleketimizin
dağı değil mi? Bizden biri isterse yarı fiyatına bile vermeye razı. Ahmet
Ağa’nın ticari yaklaşımlarının ne kadar iyimser olduğunu ondan katır (aslında
at) kiraladığınızda zaten daha iyi anlama fırsatınız olacaktır. Eli Köyü’nden
4200 kampına gidiş-dönüş adam başı 50 Milyon TL’dir. Bir at 2 kişinin yükünü
taşımaktadır. Böylece bir attan elde edilen gelir 100 Milyon TL olmaktadır. Bu
arada belirtmekte yarar var bölgede söz konusu bir atın satış fiyatı 120 milyon
TL. civarındadır !! ( kaynak Ertuğrul Melikoğlu )
Ortaokul
mezunu olan ancak üç hayat fakültesi bitirdiğini belirten Ahmet Ağa’nın, bir de
yanında dolaştırdığı yerel gazetecisi bulunmaktadır. Ahmet Ağa’nın 1983 yılında
Ağrı Dağı’na tekrar gelerek Nuh’un gemisini arayan astronot James Irwin ile
birlikte araştırmalarda bulunduğu bilinmektedir. Bu araştırmalar sonucu gemi
bulunamamıştır. Eğer bulunsaydı herhalde Ahmet Ağa alıp evine götürürdü. Ne de olsa arazi onun.
AĞRI DAĞI
TIRMANIŞLARI İLE İLGİLİ BAZI BİLGİLER
1829 yılı: 27 Eylül 1829 Prof. F.V. Parrot Ağrı Dağı’na ilk çıkan kişi olur.
(Rus-Alman)
Bazı
kaynaklarda bu tarih 9 Ekim, bazılarında ise 29 Ekim olarak yazılıdır.
1845 yılı: Wage ve Abich’in başında bulunduğu bir ekip tırmanış yapar.
1937 yılı: Binbaşı Cevdet Sunay başkanlığında 15 subay ve 50 askerden oluşan bir
askeri birlik zirveye hareket eder, içlerinden 8 kişi zirveye ulaşır ve Atatürk
büstü dikerler. Bu askerlerin dağa ilk çıkışlarıdır. O zamanlar binbaşı olan
Cevdet Sunay, dağa tırmandığında 38 yaşındadır. Daha sonra Türkiye’nin 5.
Cumhurbaşkanı olarak 1966–1973 yılları arasında görev yapacaktır.
1952 yılı: Ağustos ayında yazar Yaşar Kemal Ağrı Dağı’na tırmanır. Tırmanışı
yaptığında Yaşar Kemal, 30 yaşındadır. Tırmanış ile ilgili anılarını “ Nuh’un
gemisi peşinde ” adlı yazısında anlatır.
1968 yılı: Albay Turhan Selçuk (Karikatürist Turhan Selçuk’la bir ilgisi
yok) başkanlığında 18 subay, 16 astsubay
ve 112 askerden oluşan tam örgütlü dağ taburu zirveye çıkarak 3. Ordu flaması
ve Türk bayrağı dikerler.
1970 yılı: 21 Şubat günü Bozkurt Ergör Ağrı Dağı’nın ilk Türk kış çıkışını
gerçekleştirir. Dağa çıktığı tarihte 42 yaşındadır.
1982 yılı: Ağrı Dağı yabancı uyruklu tırmanışçıların tırmanışına açılır.
1987 yılı: Bölgede PKK eylemleri yaygınlaşır. Yaz aylarında dağa gelmiş olan Amerikalı,
Alman ve Japon turistler kaçırılır. Bir süre rehin tutulup bırakılır. Eylemler
birkaç kez tekrarlanır. Son olarak yerli bir tur rehberi vurularak öldürülür.
1990 yılı: Bölgede yayılan PKK eylemleri nedeni ile dağa çıkış riskli hale gelir
ve dağa çıkışlar güvenlik gerekçesi ile bir süre durdurulur.
1999 yılı: Ağrı Dağı 9 yıl aradan sonra yeniden tırmanışçılara açılır. Tırmanış
için izin alınması gereklidir. İzin işlemleri Ağrı Valiliği ve Doğubeyazıt 34.
Mekanize Tugay aracılığı ile halledilebilir. Ya da dağa tur düzenleyen bir
firma ile anlaşırsınız (parayı bastırırsınız) onlar sizin adınıza bu işleri
hallederler.
18
Eylül’de 9 yıl aradan sonra ilk çıkış İDADİK tarafından 6 kişi ile
gerçekleştirilir. Bunu, 2 Kasım’da 5 kişilik AKUT ekibi çıkışı izler.
2000 yılı: 22 Şubat’ta Ertuğrul Melikoğlu Ağrı Dağı’na ilk solo Türk kış
tırmanışını gerçekleştirir.
2001 yılı: ......ve 10 Temmuz günü Yavuz İşçen, Ağrı Dağı’nın zirvesine çıkar.
Tırmanış tarihinde 43 yaşındadır (Yanlış anlaşılmasın konunun tarihi bir önemi
olmayıp sadece kendimi ilgilendirmektedir).
AĞRI DAĞI’NDA
ÖLÜMLE SONUÇLANAN KAZALAR
24
Temmuz 1985: Gülden Haberoğlu’nun iniş sırasında heyelan–çığ sonucu ölümü.
24
Temmuz 1985: Nuray Sarıbatur’un iniş sırasında heyelan–çığ sonucu ölümü.
13
Şubat 1987: Fatih Sireci’nin iniş sırasında düşme sonucu ölümü.
25
Şubat 1989: Halil Yeniçıkan’ın çıkış sırasında İnönü zirvesinin hemen altında
donma sonucu ölümü.
27
Şubat 1989: Recep Çatak’ın iniş sırasında düşme sonucu ölümü. Olay Halil
Yeniçıkan’ın cesedinin indirilmesi sırasında yaşanır. Recep Çatak’ın mezarı,
vasiyeti üzerine Aladağlar’da Emli Vadisi girişine gömülmüştür.
29
Şubat 2000: İskender Iğdır’ın iniş sırasında buzuldan düşme sonucu ölümü.
15
Temmuz 2001: Sertaç Tümerdem’in iniş sırasında zirvenin 10 m . kadar altındaki
yüksekliği 1.m. kadar olan buz setinin altında düşme-donma sonucu ölümü.
BİTKİ ÖRTÜSÜ
HAYVANCILIK
Büyük
Ağrı Dağı üzerinde orman örtüsü gelişmemiştir. Küçük Ağrı Dağı’nın batı, güney
ve güneydoğu kesimlerinde huş ve meşe ağaçlarına dağınık olarak rastlanır.
Büyük Ağrı Dağı’nın 3000-3500 m’ye kadar olan bölümleri otlak olarak
kullanılmaktadır. Özellikle küçükbaş hayvancılık yapılmasına olanak tanıyan bu
bölümler yöre halkı için büyük ekonomik öneme sahiptir. Yaz mevsimi boyunca bu
otlaklarda birçok yayla çadırı kurulur ve hayvancılık yapılır. Bölge PKK
eylemleri nedeniyle yaklaşık 10 yıldır yaylacılığa kapalı bulunuyordu. Son 2
yıldır yeniden açıldı. Yaylacılık mayıs ve ağustos ayları arasında
yapılmaktadır. Dağın 3500 m .den,
devamlı kar sınırı olarak kabul edilen 4000 m .sine kadar olan alanlar ise yüksek dağ
çayırları ile kaplıdır. Büyük Ağrı Dağı’nın büyük bir bölümü lav akıntılarının
kapladığı bir çöl görünümündedir.
SU DURUMU
Dağın
üst bölümü devamlı kar ve buzla kaplı olmasına karşın Ağrı Dağı’nda su
sıkıntısı çekilmektedir. Kalıcı kar ve buzulların erimesi ile haziran ve temmuz
aylarında en üst düzeye çıkan erime suları bile gündüzleri kısa süreli yüzey akışı
göstermektedir. Erime suları çok geçirimli olan andazit ve bazalt lavların
altından sızarak yeraltında kaybolmaktadır. Bu sular, lav örtülerinin son
bulduğu ova tabanında güçlü kaynaklar halinde yüzeye çıkarlar.
YABAN HAYATI
Yaban
hayatı açısından zengin olan Ağrı Dağı’nda, yüksek kesimlerde kurt ve ayıya
fazla miktarda rastlanır. Ayrıca yüksek kesimlerde rastlanan bir hayvan da
yaban koyunudur. Dağın ova ile birleştiği sıcak ve kumluk kesimlerde zehirleri
insan için de öldürücü olabilen bazı engerek yılanı türleri yaşamaktadır.
İKLİM
Büyük
Ağrı Dağı etrafında genel olarak karasal iklim hüküm sürer. Gece ve gündüz
arasında ısı farkları oldukça fazladır. Yüksek bir dağ olan Büyük Ağrı Dağı,
kendi iklimini kendi yaratır. Gündüzleri ısınan hava yükseklere doğru hareket
eder. Bu yükselme sırasında havadaki nem oranı artar ve sıcaklık düşer. 3000 m .den sonra bu hava,
buzulla karşılaşır ve nem oranı daha da artar. Bu durum ani ve beklenmedik
yağışları hazırlar. Geceleri ise bu işlem terse doğru işler ve soğuyan ve
ağırlaşan hava doruk bölgesinden aşağıya vadilere doğru kanalize olur. Yüksek
dağlara özgü bu düşey ve dikey hava hareketi, bazen yatay hava hareketleri ile
birleşerek, tipili ve türbülanslı yağışlara neden olur.
Zirve
tırmanışı yapan dağcılar bu nedenle yazın sürpriz gibi görünen kar tipileri ile
karşılaşabilirler. Büyük Ağrı Dağı’nın zirve bölümü genellikle bulutlarla
kaplıdır. Bu durum, tırmanışı fazlasıyla riske etmemekle birlikte tırmanış
zevkini ve zirveden seyredilmesi umulan manzarayı görememeyi doğurabilir. Bunun
için zirveye mümkün olduğunca erken varılması önerilir. Ağrı Dağı’nın bu
bulutlarla kaplı hali zamanında Rus çarını bile hayal kırıklığına uğratmıştır. Vakti
zamanında Rus çarı, Çar Nikola, Ağrı Dağı’nı merak eder ve görmek için St.
Petersburg’dan kalkıp haftalar süren bir yolculuktan sonra Erivan’a gelir.
Dağın üzeri sis ve bulutla kaplıdır. Dağı görebilmek için beş gün Erivan’da
bekler, ancak dağın zirve kısmı bir türlü açılmaz. Çar dağa küser ve “yüzünü
bile göstermeyen dağın onuru olamaz” der. Dağı göremeden üzgün ve kızgın olarak
geldiği yere geri döner.
Büyük
Ağrı Dağı’nda en iyi hava koşullarına sahip zaman temmuz ve ağustos aylarıdır.
Yaz sezonunda gündüz hava ısısı 5-12 derece arasındadır. Gece ise ısı, 0 derece
ve altında olabilmektedir. Kış sezonunda ise tırmanış için en uygun aylar,
şubat ve mart aylarıdır.
DAĞA IĞDIR
YÖNÜNDEN DE ÇIKILABİLİR
Bozkurt
Ergör ve ondan sonra Dağcılık Fedarasyonu’nun başına getirilen Abdülmecit Doğru
dönemlerinde de dağa hangi yönden çıkılacağı sorunu hep tartışılmıştır. Ağrı
Dağı’nı turizme açan ilk başkan Bozkurt Ergör’dür. Yabancılara dağa çıkış izni
sağlayan anlaşmada “yabancılar yerli halkla temas edemezler” diye bir madde
bulunmaktadır. Ergör, bu maddeye dayanarak dağın Doğubeyazıt tarafında yaşayan
Kürtlere bir türlü rehberlik sertifikası vermeye yanaşmaz. Kürtler rehber
olurlarsa, doğal olarak yabancılarla da diyalogları olacaktır. A. Mecit Doğru
ise, Federasyonun başına geçince Kürtleri rehber yapmakta bir sakınca görmez.
Bu
arada dağa Iğdır tarafından tırmanışların yaygınlaştırılması için çalışmalar da
sürmektedir. Hatta bir vatandaş, A. Mecit Doğru ile olan hemşehriliğine de
dayanarak, dağın bu yüzünün de turizme açılacağından emindir ve otel yapmaya
başlar. Bu otel inşaatı, beklentinin gerçekleşmemesi üzerine yarım kalır. Dağın
Iğdır tarafındaki yüzünden (kuzey yüz) çıkışlar Ahura (Yenidoğan-Gürdoğan) Köyü
üzerinden gerçekleştirilmektedir.
Dağın
bu yüzünde Azeriler yaşamaktadır. Azerilerin ve Kürtlerin birbirlerinden
fazlaca hoşlandıkları söylenemez. Dağın turizm gelirini paylaşabilme konusunda
yıllardır sürdürülen rekabeti şimdilik Kürt lobisi kazanmış gibi görünmektedir.
Ancak Azeriler de boş durmamaktadır. 2000 ve 2001 yıllarında bir tür atağa
geçmişlerdir. Iğdır Valisi Mustafa Tamer, 10 Milyon dolarlık bir projenin yap,
işlet ve devret modeli ile hayata geçirileceğini belirterek, “Iğdır-Ağrı Dağı
Doğa ve Kış Turizmi Merkezi”nin Korhan Yaylası, Yenidoğan mevkiinde
yapılacağını bildirmiştir. Aynı vali bu yıl, dağın Iğdır tarafında Kültür
Bakanlığı’nın da katkılarıyla Ağrı Dağı festivali düzenlemiştir.
Anlaşılan
o ki turizm, Iğdır tarafından ve Doğubeyazıt tarafından olmak üzere iki koldan
dağa doğru saldırıya geçmiştir. Dağın bu saldırılara daha ne kadar
dayanabileceğini hep birlikte gözleyeceğiz.
Yazarı Notu:
Belki
sizlerde hissetmişsinizdir, bölgede gezerken üzerinde yaşadığımız bu
topraklara, yöreye ve insanlara ne kadar yabancı olduğunuzu algılıyorsunuz.
Farklı bir dil konuşuluyor, farklı yaşam şekilleri, adetler, gelenekler ve inançlar.
Doğrusunu söylemek gerekirse, bu yabancılık hissi, yaşadığım şeylerden tat alma
duygumu köreltiyor. Kendimi, kendi ülkemde bir turist gibi hissediyorum. Bu
derlemenin tek amacı, insana, yaşama, kültüre ve doğaya ait tüm güzellikleri
yakalayabilmek, ufak ayrıntıları ortaya çıkartarak, yörenin gayri resmi
tarihini de fark edebilmek içindi. Yoksa, her gördüğü şeye hemen hayran
oluveren, çabuk hayret eden, boynuna astığı “turistsel kimliği” ile kare kare
pozlar çeken şabalak turistten hiçbir farkımız kalmayacak.
Yazan:
Yavuz İşçen / Ankara
Temmuz
2001
www.cappadociaexplorer.com
İSHAK PAŞA SARAYI
Harem
Yazan: Yavuz İşçen
İSHAK PAŞA SARAYI
Yazan:
Yavuz İşçen
İshak
Paşa Sarayı, Ağrı iline bağlı bir ilçe olan Doğubeyazıt’ta yer almaktadır.
Doğubeyazıt’ın 5 km .
kadar doğusunda Karaburun adı verilen 1750 m . rakımlı bir tepe üzerinde kurulmuştur.
Avrupa’daki şato tipi yapıların yurdumuzdaki temsilcilerinden biri olduğu
söylenebilir. Üzerindeki kitabesinden, 1784 yılında İshak Paşa tarafından
tamamlandığı anlaşılmaktadır. Ancak sarayın yapımının 100 yıl kadar sürdüğü
bilinmektedir. Osmanlı saray planına göre inşa edilmiş olan yapının ilginç bir
mimarisi bulunmaktadır. Barok ve Rokoko tarzının iç içe geçtiği, yer yer
Selçuklu etkisi görülen, yerel motiflerle bezenmiş bir karakteri vardır.
Saraydan öte bir külliye görünümünde olan yapı, İstanbul Topkapı Sarayı’ndan
sonra son devirde yapılmış sarayların en ünlüsüdür.
BEYAZIT ESKİDEN
VİLAYETMİŞ !
Osmanlı
döneminde, İshak Paşa Saray’ı çevresinde gelişen Beyazıt vilayeti, Cumhuriyet
dönemi ile birlikte il olmuştur. Şehrin kurulduğu alan ovadan 100 m . kadar yüksekte olduğu
için rüzgarlı ve daha serindir. Zemininin kayalık olması ve ulaşım güçlüğü gibi
nedenlerle zamanla yerleşim daha aşağıya kaymaya başlamıştır. Şehrin aşağıya
taşınmasında, Birinci Dünya Savaşı’nın başladığı 1914 yıllarında Rusların
bölgeyi işgal etmesi ve şimdiki Doğubeyazıt ilçesinin bulunduğu alana tren
istasyonu yapmaları da büyük etken olmuştur. İstasyon çevresindeki yerleşim
alanı zamanla genişlemeye başlamıştır.
1927
yılında daha içerde bulunan Ağrı’nın il yapılması ile Beyazıt, Ağrı’ya bağlı
bir ilçe durumuna getirilmiştir. 1934 yılında ise postada meydana gelebilecek
karışıklıkları önlemek amacı ile adının başına “Doğu” kelimesi getirilerek
Doğubeyazıt adını almıştır. 1938 yılında eski Beyazıt tamamen terkedilmiş ve
yerleşim aşağıya kaymıştır. Burası şu anda tam bir ören yeri görünümündedir.
Şimdiki Doğubeyazıt ilçesi, 1650
m . rakımda bulunan düz bir ova üzerine kurulmuştur.
Bugün nüfusu 40 binin üzerinde olan Doğubeyazıt, gelişmiş ve canlı yapısı ile
dikkati çekmektedir.
BEYAZIT ADININ
KAYNAĞI
Adın
kaynağına geçmeden önce bu adın yazılışı üzerine birkaç söz söylemekte yarar
var. Doğrusunu söylemek gerekirse kelimenin doğru yazılışının ne olduğunu tam
olarak bilemiyorum. Eski ve yeni kaynaklarda belirgin farklar olduğu gibi
aslında hiçbir kaynak birbirini tutmuyor. Beyazıt, Bayazıt, Bayezıt, Bayezit
Bayezıd ,Beyazıd şeklinde yazıldığına rastladım. 14.yy’dan beri kullanıldığını
bildiğimiz Beyazıt adı için kaynaklarda çelişkili bilgiler bulunmaktadır.
Bazıları bu adın, buralara kadar gelen Osmanlı Sultanı Yıldırım Beyazıt’tan
gelebileceğini söylerken, bazıları ise Osmanlı sultanının buralara hiç
gelmediğini ve adın buradan gelemeyeceğini belirtmektedirler. Besim Darkot’a
göre, 14.yy’da çevreye hakim olan Celayirlilerden Sultan Ahmed’in kardeşi
şehzade Beyazıt’a izafen şehir Beyazıt adını almıştır.
SARAYIN YAPIM
AŞAMALARI
Bugün
ikinci avluya bakan Harem girişi üzerinde yer alan bir kitabede yazanlara göre
sarayın hicri tarihle 1199 yılında İshak Paşa tarafından yaptırıldığı
anlaşılmaktadır. Bu tarihin miladi karşılığı 1784 yılıdır. İshak Paşa söz
konusu tarihte bölgenin sorumlusu olan kişidir. Ancak sarayın yapımına yaklaşık
100 yıl kadar önce Çolak Abdi Paşa zamanında başlanmıştır.
Bugün
sarayın ikinci avlusunda caminin güneyinde kendi adını taşıyan türbede yatan
Çolak Abdi Paşa, Beyazıt’ın ilk sancak beylerindendir. Osmanlı padişahlarından
4. Murat döneminde 1634 yılında Revan (Erivan) seferi sırasında kolunu
kaybettiği için “Çolak” lakabı ile anılmaya başlanan Abdi Paşa, savaş sonrası
Beyazıt sancakbeyliğine verilmiştir. 1680 yıllında sarayın inşasına başlayan
ancak ömrü yetmediği için sarayı bitiremeden ölen paşa, ölümünden sonra buraya
gömülmüştür. Sarayın inşasına Abdi Paşa’dan sonra, onun halefi ve aynı zamanda
akrabası olan Abdülfettah Efendi ve ondan sonra da oğlu Mahmut Paşa devam
etmiştir. Mahmut Paşa’nın 1767 yılında ölmesi üzerine, 2. İshak Paşa’nın
sancakbeyliği yıllarında (1784) saray tamamlanmıştır.
İSHAK PAŞA KİMDİR
?
1761
yılında Çıldır valisi olan Hasan Paşa, 10 yıl sonra vezirliğe getirilmiştir ve
Gürcistan Seraskeri iken azlolunmuştur. Daha sonra Köstendil ve Selanik
valiliklerinde de bulunan Hasan Paşa, 1769 yılında Hotin muhafızı iken orada
öldürülmüştür. Bugün kendi adı ile anılan sarayı tamamlatan 2. İshak Paşa, bu
Hasan Paşa’nın oğludur.
Daha
önce bölgede sancakbeyliği yaptığı bilinen 2. İshak Paşa, 1789 tarihinde vezir
rütbesi ile Çıldır ve Ahiska’ya vali olarak görevlendirilmiştir. Valiliğinin
ikinci yılında, Şerif Paşa’nın azline sebep olması nedeni ile bu görevinden alınmış,
Hasankale’ye (Pasinler) gönderilerek
hapsedilmiş ve orada öldürülmüştür. İshak Paşa’nın bir vali için fazla
ihtişamlı olan sarayı ile dikkat çektiği ve bu durumu hazmedemeyen padişah
tarafından öldürüldüğü söylenirse de gerçekle bir bağlantısı yoktur.
SARAYIN HAZİNELERİ
NEREDE ?
Yapımı
sırasında kullanılan taşların Ağrı ili merkeze bağlı Ağadeve Köyü’ndeki taş
ocaklarından çıkartıldığı ve yaklaşık 110 km taşındıkları bilinen İshak Paşa Sarayı,
Rusların 1828 yılındaki ilk işgalleri sırasında yağmalanmıştır. Yağmalanan eserler
arasında, Harem’in altın kaplamalı kapı kanatları ile Saray Kütüphanesi’ndeki
çok sayıda kitap da bulunmaktadır.
Bu
eserlerin, Moskova ve St. Petersburg (Leningrad) müzelerine götürüldüğü
bilinmektedir. Harem kapıları daha sonra 1917 yılında Moskova Müzesi’ne
taşınmıştır. Daha sonraki yıllarda da Ruslar, birkaç kez daha bu bölgeyi işgal
etmişler ve yağmalar devam etmiştir. Saray 19.yy’ın sonunda tamamen harap
duruma gelmiştir.
MADEM HARAP DURUMA
GELDİ, O ZAMAN KIŞLA YAPALIM !
Rusların
bölgeyi son kez işgal ettikleri 1914 yılında ( Birinci Dünya Savaşı yılları )
saray, Rus askerleri tarafından kışla olarak kullanılmıştır. Rusların bölgeyi
terk etmesinden sonra aynı geleneği Türk askerleri de sürdürmüş (!) ve saray
bir süre de Türk askerlerine kışla görevi görmüştür. Çok sayıda askerin yemek
ihtiyacının karşılandığı saray mutfağının içi, ocağın yeterli olmaması yüzünden
yanlarına ilave edilen bacasız ocaklar nedeni ile is ve duman içinde kalmıştır.
Mutfağın tavan ve duvarlarında bu nedenle 1.5 cm kalınlığında bir
siyah zift ve kurum tabakası ile kaplanmıştır. Sarayın ağaç üzerine işlemeli
kapıları ve tavan süsleri ile dolapları bu dönemde odun olarak yakılmıştır.
Saraya ilgi, ikinci dünya savaşından
sonra hızla artmıştır. Çeşitli araştırmacılar konuya dikkat çeken araştırmalar
yayınlamışlardır. Sonunda 1963 yılında saray korunması gereken eserler
kapsamına alınmıştır. 1980 yılından sonra da restore edilmeye başlanmıştır.
Restorasyonun başarısı (!) bugün gözlenebilir.
SARAYIN
TUVALETLERİ
Burada
anlatacağım tuvaletler sarayın kullanıldığı dönemlerdeki tuvaletler değil. Şu
anda ziyaretçilere hizmet veren tuvaletler (çeşmenin sağında). Sarayı gezmek
için normal vatandaştan 4 milyon TL alınıyor. Yabancılar ise ufak çaplı bir
servet ödüyorlar. Parayı verip içeri giriyorsunuz. Ancak sarayın içinde
yanlışlıkla tuvaletiniz gelirse iki odadan oluşan ( biri bay, diğeri bayan )
tahta kapılı, kapıları tam açılıp
kapanmayan ve girerken kafanızı iyice eğmek zorunda olduğunuz korkunç bir yer
var. Aman içeri girerken bastığınız yerlere dikkat edin. Ayrıca hatırlatmamda
yarar var içerde su yok (akmıyor değil, yok !!). Artık kullanacağınız
temizlenme yöntemini kendiniz belirlersiniz.
Bir
de sarayın dışında saraydan Doğubeyazıt Kalesi’ne doğru giden yolun hemen
başlangıcında ilk bakışta telefon kulübesi sandığım, ancak dikkatli bakınca Mr.
Spock’ın uzaya ışınlandığı kabinlere daha çok benzediğini fark ettiğim
birbirine bitişik 4 tane yapı var. Biraz yaklaşıp dikkatli incelerseniz zemin
kısmına yerleştirilmiş olan alaturka tuvalet taşlarını görüyorsunuz. Muhtemelen
belediye tarafından yapılmış kabinler. Hiç birinde kapı yok. Ayrıca içlerinde
su düzeneği de bulunmuyor (yani musluk, boru falan gibi). Buralarda bizim
bilmediğimiz farklı bir yöntem kullanılıyor herhalde. !!
SARAYIN BÖLÜMLERİ
Kesme
taşlardan yapılmış olan ve bilinçsiz şekilde gezildiğinde bir labirentten
farksız olan İshak Paşa sarayı iki katlıdır. Yaklaşık 115 x 50 metre boyutlarında bir alanı kaplayan sarayın 360
kadar odası bulunmaktadır. Saray, kabaca üç bölümden oluşmaktadır. Ayrıca her
bölüme bağlı çeşitli yapılar yer almaktadır.
1) 1. Avlu
2) 2. Avlu
3) Harem
Birinci Avlu
TAÇ
KAPI: Birinci avluya giriş, aynı zamanda sarayın da giriş kapısını oluşturan
görkemli bir taç kapıdan yapılır. Bu kapıda Anadolu Selçuklu yapılarındaki taç
kapı görüntüsü büyük ölçüde vurgulanmıştır. Yuvarlak ve basık kemerli asıl
girişin üzeri Selçuklu tarzında mukarnas sıraları ile doldurulmuştur.
NÖBETÇİ
ODALARI: Taç kapıdan geçildikten sonra solda küçük bir oda bulunmaktadır. Bu
oda saraya girişi denetleyen nöbetçi odasıdır.
ÇEŞME:
Taç kapıdan girildikten sonra kapının sağında çeşme ve yalak taşı yer almaktadır.
Genişçe bir kemer içersine alınmış olan çeşme iki muslukludur.
MUHAFIZ
KOĞUŞLARI: Birinci avlunun sağ yanı sarayın güvenliği ile ilgili bölümlere
ayrılmıştır. Bu bölümde sarayın muhafızlarına ait oda ve koğuşlar
bulunmaktaydı.
ZİNDAN:
Muhafız koğuşlarının bulunduğu bölümün alt katındadır. Zindan iki bölümden
meydana gelmektedir. İlk bölüm 5 odadan oluşur ve adi suçlular içindir.
Koridorun sonunda zindanın ikinci bölümü yer alır. Suçlular buraya yukarıdan
atılarak cezalandırılırlardı.
AT
KOŞUM VE ARABA YERLERİ: Taç kapıdan girildikten sonra en sağda kalan kısımdır.
Ahır bölümüdür.
İkinci Avlu
TAÇ
KAPI: İkinci avluya giriş, gene bir taç kapıdan geçilerek yapılmaktadır.
Anıtsal bir görüntüsü olan bu kapı Gotik bir mimari tarzı yansıtır. Girişin alt
kısmı, uzun beşik tonozlu ve derinliği 10 m . yi bulan bir koridor olarak
düzenlenmiştir.
HİZMETLİ
ODALARI: Taç kapıya sağdan ve soldan bitişik iki katlı olarak düzenlenmiş
odalar, hem 1. avluya hem de 2. avluya bakmaktadır. Bu odalar, saray
hizmetlilerine ayrılmış alanlardır. Bu bölümün yanı sıra, 2. avlunun sol
tarafı, derin bir bodrum üzerine gene iki katlı olarak inşa edilmiş hizmetli
odalarından meydana gelmekteydi. Ancak bu bölüm bugün tamamen yıkılmış ve yok
olmuş durumdadır. Bodrum bölümleri restorasyon sırasında çelik iskeletle
desteklenmiş olarak görülebilmektedir. Bu bölümlere, 1. avlu tarafından
ahırların bulunduğu bölümden bir kapı ile ulaşılmaktaydı.
SELAMLIK:
Selamlığa ikinci avlunun sağındaki ayrı bir kapıdan girilmektedir. Ana
hatlarıyla Selçuklu taç kapılarını anımsatan kapı, sivri kemerli olup girişin
üzeri mukarnaslıdır. Selamlık, önemli kişilerin konuk edildiği, bir takım
devlet görevlerinin karara bağlanıp yürütüldüğü, bölgesel yargılamaların
yapıldığı bir bölümdür. Selamlık kapısından girildikten sonra sağda kalan
bölüm, mahkeme salonudur (Divan Sofası) ve ikinci avluya bakan 5 penceresi
bulunmaktadır. Solda kalan bölüm ise Selamlığa ait iki odadır. Bu odalarında,
ikinci avluya bakan 4 penceresi bulunmaktadır. Selamlığa ait bu odaların
önünden geçen 11 m .
uzunluğundaki bir koridor, camiye açılmaktadır.
CAMİ
VE SON CEMAAT YERİ: Selamlık bölümünün en güzel bölümlerinden biri cami ve son
cemaat yeridir. Selamlıktan bir koridorla ulaşılan cami, hem iç hem de dış
mimari açısından önem taşımaktadır. Gerek cami, gerekse üç kemer ile camiye
bağlı olan son cemaat yeri, hemen hemen birbirine eşit iki kare alan üzerine,
ortada haçvari iki ayağın arasındaki üç kapı ile bağlantılı olarak inşa
edilmişlerdir.
Tek
kubbeli olan cami, İshak Paşa yapı topluluğunun en sağlam kalan
yapılarındandır. Önündeki son cemaat yerinin üzeri teras biçiminde kapalıdır.
Terasın kuzey köşesinde pramidal biçimli
iki Gözetleme Kulesi ve Kuş Köşkü yükselmektedir.
SU
DEPOSU: Caminin yanındaki büyük su deposu yıkılmıştır. Dağlardan ve çevre
yaylalardan getirilip bu depoda biriktirilen sular, pişmiş topraktan yapılmış
künklerle saraya dağıtılıyordu. Bu künkler bozulmadan bulunmuştur.
ÇOLAK
ABDİ PAŞA TÜRBESİ: Caminin ikinci avluya bakan tarafında (caminin kıble
duvarı-güney yüz) avlunun kenarında küçük zarif bir yapı olan türbe, sarayın
yapımını başlatan Abdi Paşa’ya aittir. Osmanlı-Safavi Savaşı’nda kolunu
kaybettiği için “Çolak” lakabı ile bilinmektedir. Buradaki türbe, sembolik
olarak yer almaktadır. Asıl mezar odası, bu sembolik yapı içinden merdivenlerle
inilen yerin altında, tonozla örtülü dikdörtgen bir yapıdır. Burada iki mezar
yer almaktadır. Mezarlardan birinin Abdi Paşa’ya diğerinin ise karısı Habibe
hanıma ait olduğu genel kabul görmüştür.
Bu mezar odasının tavan bölümünden dışarıya açılan iki tane penceresi
bulunmaktadır. Sekizgen şekle sahip türbede Selçuklu kümbet mimarisi etkisi hakimdir. Bazı
araştırmacılar ise burada yatan kişilerin, İshak Paşa ve eşi olduğunu ileri
sürmektedirler.
Harem
İshak
Paşa Sarayı’nın kitlesel olarak en kalabalık bölümü Harem’dir. Harem’e oldukça
görkemli bir taç kapıdan girilmektedir. Ortada yer alan Salonu üç yönden Harem
odaları çevrelemektedir. Ayrıca Haremin güneyinde, hamam, mutfak ve tuvaletler
yer almaktadır. En dışta ise Harem’e ait avlu bulunmaktadır.
TAÇ
KAPI: İki katlı tasarlanan kapı gerçekten de çok etkileyicidir. Kapı eşiğine üç
kademeli bir merdivenle ulaşılmaktadır. Kapı bordür çerçevesi yoğun
süslemelerle kaplıdır. Çerçevenin alt kısmında her iki tarafta birer aslan
kabartması yer almaktadır. Kapının üzerindeki kitabede özetle, sarayın içinde
yaşananların geçici olduğu, yalnız Allah’ın kalıcı olduğu ve sultan olsun, bey
olsun, paşa olsun herkesin bu kapının altından eğilerek geçeceğini hatırlatan
ifadeler bulunmaktadır. Taç kapının en üzerindeki kitabe ise, İshak Paşa’nın da
adının geçtiği bölümdür. Buradaki harfler ebced hesabına göre M. 1784 yılını
vermektedir.
SALON:
Haremde bayramlaşma, özel günlerde yapılan eğlenceler ve önemli aile
toplantılarının yapıldığı, bey ve paşaların ikametine ayrılmış en önemli kısım
burasıdır. Salona taç kapıdan girildikten sonra, küçük holün sağındaki tonozlu
bir odadan geçilerek ulaşılır. Salon içi mimaride, Türk etkilerinin yanı sıra
Barok, Rokoko ve Ampir tarzı süslemelerde dikkati çekmektedir. İçerde taç
kapıdan girilen yöndeki iç kapının üzerindeki kitabe ve içerdeki diğer
kitabelerde İshak Paşa’yı öven yazılar bulunmaktadır.
HAREM
ODALARI: Harem odaları uzun koridorlarla birbirine bağlıdır. Her birinin
koridora açılan bir kapısı, şöminesi ve şöminenin iki yanında yer alan birer
penceresi bulunmaktadır. Ayrıca oda duvarlarında dolap, kandillik ve şerbetlik
amacı ile açılmış nişler yer almaktadır. Odalar iki katlı olarak inşa
edilmişlerdir.
HAMAM:
Hamama giriş koridor üzerinde, mutfak girişi ile aynı kapıdandır. İçerde 6
yönde yıkanma kurnaları bulunmaktadır. Yıkanma alanının yanında kare planlı
soyunmalık yer almaktadır. Hamamın özelliği, kendi ısıtma sistemi ile bütün
Haremi dolaşarak günümüzdeki kaloriferli ısıtma sistemine benzer bir yapılanmanın
ilk örneklerinden olmasıdır. Bu amaçla duvar aralarından geçirilerek Harem
bölümlerinde dolaştırılan künkler, bugün de yerlerinde durmaktadır.
MUTFAK:
Harem’in güney bölümünü kaplayan mutfak, tek örtü biçimine sahip bir kütle
şeklinde ve dışa taşkındır. Tavandaki kemerlerin ortasındaki açıklık, duman ve
isin dışarıya atıldığı bir havalandırma yeri olarak tasarlanmıştır. Bu yerin
tam ortasında yukarda tavan üzerinde zarif sekizgen yapılı pramidal bir külah
yapısı vardır.
Mutfak
içi, buranın kışla olarak kullanıldığı dönemde yakılan ateşlerin çıkardığı is
sonucu oldukça kötü bir durumdadır (restorasyon sırasında bu is tabakası
kazınmıştır).
TUVALETLER:
Burada anlatacağım tuvaletler sarayın kullanıldığı dönemlere aittir ! Harem
bölümünün tuvalete L şeklindeki koridorun en güney ucunda solda, köşede, mutfak
duvarına bitişiktir. Güneye bakan pencereleri olan tuvaletlerin üzeri beşik
tonozlarla örtülüdür.
HAREM
DIŞ AVLUSU: Haremin batı yüzünün ortasında bulunan bir kapı ile, Harem
binalarını üç yönden çevreleyen dış avluya çıkılmaktadır.
DOĞU BEYAZIT
KALESİ
Doğubeyazıt’ın
6 km
kadar güneydoğusunda, Eski Beyazıt’ın ve dolayısıyla İshak Paşa Sarayı’nın
kuzeyinde yükselen kayalıklar üzerinde bulunan kalenin hangi tarihte yapıldığı
bilinmemektedir. Bugün yıkık durumda olan kalenin hemen altında saraya bakan
tarafta küçük bir cami daha yer almaktadır. Eğer üşenmeyip kaleye çıkarsanız
İshak Paşa Sarayı’ndan baktığınızda göremediğiniz Ağrı Dağı’nın görkemli
görüntüsü ile karşılaşırsınız. Sadece bunun için bile çıkılmaya değer.
Yazan:
Yavuz İşçen / Ankara
Temmuz
2001
PUSULA KULLANMA
VE DOĞADA YÖN BULMA BİLGİSİ
Yazan:
Yavuz İşçen
Burada konu daha çok doğa sporları ile uğraşan,
dağcılar, trekking yapanlar gezginler ve tüm doğa insanları için doğada yön
bulabilmeyi kolaylaştırmak açısından ele alınmaktadır. Navigasyon bilgisi
olarak da adlandırabileceğimiz doğada yön bulma, klasik anlamı ile pusula ve
harita kullanarak doğada gideceğimiz yere ulaşabilmeyi içermektedir. Kuşkusuz
pusula ve harita olmaksızın da doğada bulunduğumuz yeri belirleyebilir,
yönümüzü bulabilir ve gideceğimiz rotayı saptayabiliriz. Bunun için çok basit
aletler ve bilgilerin yanı sıra içgüdülerimizden bile yararlanabileceğimiz gibi
yeni çıkan GPS gibi son teknoloji ürünü aletleri de kullanabiliriz.
Yönümüzü her ne ile bulacaksak bulalım, doğada bazen
bunun hayati önem taşıdığı anlar yaşayabiliriz. Sonuçta bir şekilde doğada
bulunan insanların bu bilgi birikimine ve donanıma sahip olmaları
gerekmektedir. Son yıllarda ülkemizde doğaya olan ilginin yaşadığı patlamayı
hangi nedenlerle açıklarsak açıklayalım, bu insanlarda doğada yaşam konusundaki
alt yapı eksikliğinin, hem doğal çevrenin korunabilmesi hem de bu insanların
korunabilmesi açısından giderilmesi gerekmektedir. Bu konuda, konu ile ilgili
tüm insanlara çeşitli görevler düştüğü inancındayım.
Pusula, kabaca
kuzeyi gösteren bir alet olarak tanımlanabilir. Ancak sadece bu işi yapan bir
pusula, kuzey kutbuna doğru bizi yönlendirmekten başka bir işe yaramaz. Bu tür
pusulalar, amacımız kuzey kutbuna gitmek, ya da namaz için kıbleyi (güneyi)
bulmak değilse fazla işlevsel değildir. Tüm pusulaların çalışma prensibi ve
mantığı aynı olmakla birlikte, kullanım amaçlarına göre çeşitli yapıda olanları
vardır. Günümüzde dağcılar ve gezginler tarafından kullanılan pusulalar belli
özellikler taşırlar. Üreten firmaya göre farklı markalarda piyasada bulunan bu
pusulalardan Silva, Suunto ve Recta gibi markalar yaygın olarak
kullanılmaktadır. Bu tür pusulaları doğa malzemeleri satan mağazalarda
bulabilirsiniz.
PUSULA ALACAKLARA ÖNERİLER
Her şeyden önce bu iş için
ayırabileceğiniz bütçeyi belirlemelisiniz. Amaca uygun olarak alabileceğiniz en
basit pusula, 20–40 DM arasında bir
fiyata sahiptir. Daha profesyonel bir pusula istiyorsanız, 70–110 DM arasında
bir fiyat ödemeniz gerekir. Ancak bu fiyat gruplarından hangisine karar
verirseniz verin, alacağınız pusula, kullanım amacınıza uygun özellikleri
taşıyacaktır. İki fiyat grubu arasında daha çok, pusulanın hassaslığı ile
ilgili farklar bulunmaktadır. Yazının bundan sonraki bölümünde bu sınıflamalara
giren iki pusula tanıtılacaktır. Şekil 1’de tanıtılan pusula alabileceğiniz en
ekonomik ve özellikleri açısından da minimum olarak niteleyebileceğim bir
pusuladır. Özetle, üzerinde bu özellikleri barındırmayan bir pusula doğada
işinize yaramaz. Boşuna para vermeyin. Şekil 2’de tanıtılan pusula ise, daha
profesyonel bir pusula olup, paranız varsa tadından yenmez.
Şekil 1’de görülen
pusula, Silva Starter modeli olup, döner bilezik 5 derece aralıklarla
işaretlenmiştir. Ülkemizdeki fiyatı 20 DM kadardır. Ekonomik, ancak amaca uygun
bir pusula almak isteyenlere önerebilirim. Şimdi bu pusulanın üzerinde bulunan
özellikleri tanıyalım.
1) PUSULA İBRESİ (OKU)
KUZEY UCU
Bu ibre kendi etrafında 360 derece dönebilen
hareketli bir yapıya sahiptir. İbrenin kırmızı yada fosfor rengine boyanmış
olan ucu, kuzeyi gösterir. Aynı ibrenin diğer ucu genellikle beyaz renge
boyalıdır ve güney yönünü gösterir. Bu ibre, soğukta donmayan içi özel bir sıvı
ile dolu bir kapsül içine yerleştirilmiştir. Pusula ibresinin içinde yer aldığı
kapsüle, “Pusula Yuvası” adı verilir.
2) PUSULA YUVASI İÇİNDEKİ KUZEY – GÜNEY ÇİZGİLERİ
Bu çizgilerin hareketi, döner bileziğin hareketine
bağlıdır. Kullanılan pusulanın markasına göre, bu çizgilerden iki tanesinin ucu
ok şeklinde birleştirilmiş ya da fosforlu renkle çizilerek işaretlenmiş
olabilir. Kullanım sırasında pusula ibresi kuzey ucu ile, bu çizgiler, döner
bilezik çevrilerek birbirine paralel konuma getirilirler.
3) PUSULA YUVASI AÇI KADRANI (DÖNER BİLEZİK)
Pusula yuvasının dışı, üzerinde açı değerlerinin
yazılı olduğu bir kadrana sahiptir. Kısaca “döner bilezik” olarak da
adlandırılan bu kadran, kullanıcı tarafından elle çevrilerek kullanılır. Açı
kadranı üzerinde 0’dan 360 dereceye kadar açı değerleri yer almaktadır.
Kullanılan pusulanın kalitesine göre, açı kadranının bölünümü 1, 2 ya da 5’er derecelik aralıklarla olabilir. Bu
bölünüm ne kadar küçükse pusulanın hassasiyeti o kadar artar. Dolayısıyla 1’er
derecelik bölünüme sahip olan pusula en ideal olanıdır. Bu tür bir pusulada
istikamet açıları hesaplanırken hata payı en aza iner. Döner bilezik üzerinde
açı değerlerinin yanı sıra harflerle belirtilen yönler ve ara yönler de yer
almaktadır.
N–Kuzey
NE–Kuzeydoğu
E–Doğu
SE–Güneydoğu
S–Güney
SW-Güneybatı
W–Batı
NW–Kuzeybatı
4) İSTİKAMET AÇISI OKUMA ÇİZGİSİ
Hedef açısı okuma çizgisi, Kerteriz açısı okuma
çizgisi ya da Gösterge olarak da adlandırılan bu çizgi, pusula şeffaf gövdesi
üzerine genellikle fosfor rengi ya da kırmızı boya ile çizilmiş sabit bir
çizgidir. Bu çizgi, döner bilezik üzerindeki değerleri okuyacağımız noktayı
işaret eder. Özetle pusula ile bir açı ölçtüğümüzde bu açının değeri, bu
çizginin karşısına gelen döner bilezik üzerindeki rakamdır.
5) HAREKET YÖNÜ OKU
Bu ok, pusula şeffaf gövdesi üzerinde sabit olarak
işaretlenmiş kırmızı renkli bir ok işareti şeklindedir. Bu ok, örnekteki
pusulada istikamet açısını belirlerken pusulayı hedefe doğru olarak
yönlendirebilmemiz için kullanılır. Bu okun ucu gidilecek hedefi gösterecek
şekilde tutulduktan sonra gerekli açı ölçme işlemleri yapılır. Açı
belirlendikten sonra bu okun ucu hareket edeceğimiz yönü gösterir.
6) CETVEL (SANTİMETRE)
Pusulanın iki kenarında cetveller yer alır.
Bunlardan biri cm. olarak bölünüme sahiptir. Bu cetveller, Harita üzerinde
çalışırken gerekli açı ve uzaklık ölçümleri yapmamıza yarar. Örneğin harita
üzerinde iki nokta arasındaki uzaklığı hesaplayabilmek için bu iki noktanın
arasını bir çizgi ile birleştirir ve bu çizgiyi cetvelle ölçeriz. Daha sonra
yaptığımız ölçümü haritanın ölçeği ile kıyaslayarak gerçekteki uzunluğun ne
kadar olduğunu buluruz.
7) CETVEL (İNCHES)
Cetvellerden diğeri, farklı ölçü sistemlerine sahip
ülke ve haritalarda çalışabilmek için inches olarak bölünüme sahiptir.
8)
SEFFAF YÜZEY (TABAN)
Pusula
tabanı şeffaf bir maddeden yapılmıştır. Bu özellik, harita üzerinde çalışırken
harita değerlerinin rahat bir şekilde okunabilmesi için düşünülmüştür.
Şekil 2’de daha kompleks yapılı, dağcılar ve
gezginler için profesyonel sayılabilecek bir pusula görülmektedir. Şekil 1’de
tanıtımını yaptığımız pusulada bulunan bütün özellikler, bu pusulada da
bulunmaktadır. Çalışma prensipleri hemen hemen aynıdır. Ancak bu pusula, hem
daha hassas ölçümler yapabilir hem de daha farklı bazı özelliklere sahiptir.
Aşağıda sadece bu farklı özellikler tanıtılacaktır. Şekil 2’de görülen pusula
Silva Ranger modeli olup, döner bilezik 2 derece aralıklarla işaretlenmiştir.
Ülkemizdeki satış fiyatı 100 DM kadardır.
1) GERİ İSTİKAMET AÇISI OKUMA ÇİZGİSİ
Arazide gitmek istediğimiz hedefler ve bunlara ait
istikamet açılarını hesapladığımızda, aynı rotadan başlangıç noktasına geri
döneceksek, geri istikamet açılarını da hesaplayıp dönüşte bunlara göre hareket
etmemiz gerekecektir. İstikamet açısı ve geri istikamet açısının nasıl
hesaplandığını ilerde anlatacağız. Ancak geri istikamet açısının hesabını hiç
yapmaksızın bu çizgiyi kullanarak bu açıyı hemen görebiliriz. Bu çizginin bir
amacı budur.
Örneğin, arazide A noktasından B noktasına gitmek
için, A noktasında istikamet açısı belirleriz. Belirlediğimiz bu değeri, A’dan B’ye
giderken kullanırız. İstikamet açısını belirlediğimiz an, bu değer, istikamet
açısı okuma çizgisinin karşısındaki döner bilezik değeridir. Aynı noktada yani
A’da, geri istikamet açısı okuma çizgisinin karşısına gelen döner bilezik
değeri ise, bize geri istikamet açımızı verir. Biz bu değeri B’den A’ya geri
dönerken kullanırız. Geri istikamet açısı okuma çizgisinin diğer bir işlevi,
bir hedefe nişan alırken kullanılmasıdır. Ayna üzerindeki siyah çizgi, aynadan
bakıldığında bu çizgi ile aynı hizaya geldiğinde hedef, V çentiği içine
alınmalıdır. Bu konumda doğru nişan alıyoruzdur.
2) ROAMER
Roamer,
kareleme yöntemi kullanılarak harita üzerindeki herhangi bir noktanın
yerinin rakamsal olarak tanımlanmasına yarar. Hesaplamanın nasıl yapılacağını
harita ile ilgili bölümde ele alacağız. Roamer, pusula şeffaf yüzeyi
üzerine kırmızı boya ile yazılarak sabitlenmiş bazı değerlerden oluşur. Biri
yatay diğeri dikey olmak üzere iki çizgi, bir köşe oluşturacak şekilde
birleştirilmiştir. Çizgiler üzerinde çeşitli rakamsal bölünümler
bulunmaktadır. 1/25.000 ve 1/50.000
ölçekli harita kullanımına göre 2 farklı şekilde gruplandırılmıştır. Çizgilerin
dışına gelen değerler, 1/25.000 ölçekli harita, içine gelen değerler ise 1/50.000
ölçekli haritalar içindir.
3) KAPAK
Bu pusulada, pusula yuvasını kapatan açılıp
örtülebilen bir kapak bulunmaktadır. Ancak kapağın işlevi sadece pusula
yuvasını örterek korumak değil, üzerinde yer alan diğer elemanları sayesinde (V
çentiği, ayna, ayna üzerindeki siyah çizgi) daha hassas ve kolay ölçümler
yapılabilmesini sağlamaktır.
4) AYNA
Pusula kapağını 90 derece ya da biraz daha az
açtığımızda, pusulayı bir hedefe yöneltip istikamet açısı hesaplarken, aynanın
işlevi, kadran üzerindeki değerleri ve kuzeyi gösteren ibrenin ucunun konumunu
görmemizi sağlamasıdır. Böylelikle ayna sayesinde istikamet açısı hesaplarken
pusulanın konumunu bozmaksızın değerleri kolayca görebilme şansımız olur. Tabi
ki aynayı normal zamanlarda saçınızı taramak ve makyaj tazelemek için de
kullanabilirsiniz !
5) AYNA ÜZERİNDEKİ SİYAH ÇİZGİ
Bu çizgi, pusula kapağını ve aynayı ortadan ikiye
bölmektedir. Amacı, “V çentiği” ile geri istikamet açısı okuma çizgisini
birleştirerek, pusulanın hedefe doğru bir şekilde yönlendirilebilmesini
sağlamaktır. Böylelikle açı hatası yapmaksızın daha sağlıklı ölçümler
yapabilmemizi sağlamaktadır.
6) V ÇENTİĞİ
Tabanca ve tüfeklerde bulunan “gez” in işlevine
sahiptir. Bu çentikten hedefe doğru bakılır. Hedef yani varılmak istenen nokta,
bu çentiğin tam ortasına getirilir. Pusula bu konumda iken istikamet açısı
ölçülür. Çentiğin amacı hedefin kaymasını önleyerek ölçümün hassasiyetini
artırmaktır. Bir hedefe nişan alınırken pusula öyle bir tutulmalıdır ki, ayna
ortasındaki siyah çizgi, geri istikamet açısı okuma çizgisi ile aynı hizada
tutulurken, hedef de V çentiğine yerleşmiş olsun. Eğer bu nişan alma olayı doğru yapılmazsa,
belirlediğimiz istikamet açısı da yanlış olacaktır. Bu ise istenilen noktaya
ulaşamama ya da uzağına varma anlamına gelebilir.
7) BÜYÜTEÇ
Şeffaf taban üzerinde ufak bir büyüteç yer
almaktadır. Bu büyüteç, harita ile çalışırken, harita üzerindeki küçük
yazıldığı için okunmakta güçlük çekilen değerlerin rahat okunmasını sağlamak
amacı ile konulmuştur. (Örneğin eş yükselti çizgilerinin rakamsal değerlerini sağlam
gözle bile okumak güçtür) Bir söylentiye göre bu büyüteç, kibritsiz ancak
güneşli havalarda ateş yakmak içinde kullanılabiliyormuş !
8) BOYUNA ASMA İPİ
Pusulayı boyuna takarak kolye gibi taşımak amacı ile
kullanılır.
9) DEKLİNASYON AÇISI AYAR VİDASI
Bu vida döner bilezik üzerinde ya da döner bileziğin
arka tarafında bulunur. Daha fazla bilgi için, Deklinasyon açısı bölümüne
bakınız.
10) EĞİM ÖLÇME VE DEKLİNASYON AÇISI AYARLAMA KADRANI
Bu pusulada, tırmanılan ya da inilen eğimin
hesaplanabilmesi için pusula yuvası içine yerleştirilmiş bir kadran
bulunmaktadır. Bu kadran, döner bileziğin hareketine bağlı olarak hareket
etmektedir. Kadranın ortasında sıfır değeri ve bu değerin sağında ve solunda
90’ar derecelik bölünümler bulunmaktadır. Kadran üstü değerler 2 derecelik
hassasiyete sahiptir.
Bu kadran aynı zamanda yazının sonunda
bahsedeceğimiz Deklinasyon açısının hesabında da kullanılır.
11) EĞİM ÖLÇME KADRANI ÜST ÇİZGİSİ
Bu çizgi de pusula yuvası içinde bulunmaktadır ve
hareketi döner bileziğin hareketine bağlıdır. Kadranın sınırlamasını yapan bu
çizgi, pusula yuvası içindeki kuzey -güney çizgilerini dik kesecek şekilde
kırmızı boya ile boyanmış bir çizgidir. Eğim ölçme işlemi sırasında, eğim ölçme
kadranı üst çizgisinin, istikamet ve geri istikamet açısı okuma çizgileri ile
aynı hizaya gelecek şekilde, döner bilezik çevrilerek ayarlanması
gerekmektedir. Kadran bu konuma getirildikten sonra eğim ölçme işlemi yapılır.
12) EĞİM ÖLÇME İBRESİ
Pusula
yuvası içinde bulunan ucu ok şeklindeki siyah renkli ibre, eğim ölçme
ibresidir. Eğim ölçme kadran değerlerinin zemine doğru baktığı konumda bu ibre
sıfırı gösteriyorsa düz bir zeminde duruyoruzdur. Aksi konumlarda karşılık
geldiği değer kadar + ya da
- eğim mevcuttur.
PUSULA KULLANIRKEN DİKKAT EDİLMESİ
GEREKENLER
1) Pusula kullanılırken yere paralel olacak şekilde
yatay olarak tutulmalıdır. Elde tutularak kullanılıyorsa, sarsmamaya özen
gösterilmelidir.
2) Pusulayı kullanmadığınız zamanlarda da mıknatıs ve
manyetik alanlardan uzak tutununuz.
3) Pusula, pusula ibresinin sapmasına neden olabilecek
metal eşyalardan, elektrik akımı taşıyan gerilim hatlarından, telefon ve
telgraf hatlarından, dikenli tellerden, metal ağırlıklı kayalardan, maden
yataklarından, uzakta kullanılmalıdır. Bir fikir verebilmesi açısından aşağıya
bulunulması gereken ortalama uzaklıklar çıkartılmıştır.
-
Yüksek gerilimli enerji hatlarından
.....................................
55 m .
-
Araba ...................................................................................... 15
m .
-
Dikenli teller
...........................................................................
10 m .
-
Telefon ve telgraf hatları
....................................................... 10 m .
-
Buz kazması, cep telefonu
........................................................ 1
m .
-
Saat, konserve kutusu,
............................................................ 0.5 m .
4) Kullanılmadığı zamanlarda
mutlaka kapağı kapalı tutulmalı, sudan ve aşırı nemden korunmalıdır. Bunun için
bir kılıf içinde çantada taşımak uygundur.
TERS KUTUPLAMA DURUMU
Pusulanın, manyetik alan ya da mıknatıs gibi
etkenlerle karşılaşması sonucu, pusula ibresi bozulabilir. İbresi bozulmuş bir
pusulada, ibre ağır hareket eder ve sabitlenmesi geç olur. Eğer ibre tam olarak
bozulmuşsa, ibrenin güneyi göstermesi gereken beyaz ucu, kuzeyi göstermeye
başlar. Bu duruma ters kutuplama denir. Bu durumdan kurtulabilmek için,
kuvvetli bir mıknatısın güney ucu ile, pusula ibresinin kuzey ucuna anlık bir
darbe vurmak gerekir. Daha sonra doğru gösterdiğinden emin olunan başka bir
pusula ile karşılaştırma yapılarak yapılan işlemin sonucu gözlenmelidir.
KABARCIK
SORUNU
İçi sıvı ile doldurulmuş olan pusula yuvalarında, bu
sıvı içersinde, hava kabarcıkları meydana gelebilir. Hava basıncındaki düşme ve
tırmanılan yükseklik nedeni ile meydana gelen bu kabarcıklar, normal hava
koşullarında ve alçak rakımlarda kendiliğinden kaybolur.
PUSULASIZ YÖN BULMA
GÜNEŞİN DOĞDUĞU YERE
GÖRE
Güneşin doğduğu ya da
battığı yeri biliyorsanız, yönlerinizi saptamanız kolaydır. Yüzünüzü güneşin
doğduğu yere çevirin ve kollarınızı iki yana açın;
- Yüzünüz-Doğu
-
Arkanız-Batı
-
Sol kolunuz-Kuzey
-
Sağ kolunuz-Güney
Bu dört yöne
“ Ana Yönler ” adı verilir. Yüzünüzü güneşin battığı yere döndüyseniz, bu
bölünüm tam tersi olarak değişecektir.
SAATİNİZİ KULLANARAK YÖN BULMAK
Bunun için akrep ve yelkovanı olan klasik bir saate
sahip olmanız gerekmektedir. Digital saatiniz varsa hiç şansınız yok.
-
Saatin akrebini (kısa olan ucu) güneşe doğru çeviriniz.
-
Saatin yelkovanını (uzun olan ucu) 12’nin üzerine getiriniz.
-
Saatiniz bu konumda iken, akrep ve yelkovan arasındaki açının tam ortası
güneyi gösterir. (Bu yöntem kuzey yarımküre için geçerlidir)
KUTUP YILDIZINA BAKARAK YÖN BULMAK
Gece bulutsuz bir havada kutup yıldızını (kuzey
yıldızı) bularak yönümüzü belirleyebiliriz. Kutup yıldızı, küçükayı takımyıldızı
olarak bilinen yıldız grubunun en ucundaki parlak yıldızdır. Bu yıldızı bulmak
için üç ayrı yöntem kullanabiliriz. (Kuşkusuz farklı yöntemler de vardır)
a) Küçükayı’yı
bulabiliyorsanız, takımın sonuncu yıldızı kutup yıldızıdır.
b) Büyükayı’yı
bulabiliyorsanız, Büyükayı’nın tabanını oluşturan iki yıldız, kutup yıldızı ile
aynı doğrultudadır. Büyükayı’nın tabanını oluşturan iki yıldızın arasındaki
uzaklığın 5 katını küçükayı’ya doğru uzatırsanız kutup yıldızını bulursunuz.
c) Cassiopeia (Kraliçe) takım
yıldızını tanıyorsanız, bu yıldız grubundan yola çıkabilirsiniz. Cassiopeia
takımyıldızı, birçoğumuz tarafından bilinir. Ancak belki adını bilmiyor
olabiliriz. Bu yıldız grubu gökyüzünde “M” ya da duruma göre “W” şeklinde
dikkat çekici bir şekilde görünen 5 yıldızdan oluşur. Bu takımı bulduktan sonra
Büyükayı’yı bulmamız gerekmektedir. Cassiopeia’dan, Büyükayı’ya doğru bir hat
oluşturulduğunda, kutup yıldızı bu hattın tam ortasına gelir.
FARKLI
BİLGİLER
-
Ağaçların ve büyük kayaların kuzeye bakan yüzleri, kuzey rüzgarının
etkisi ile yosunlu olur.
-
Karınca yuvalarının kuzeye bakan yüzlerinde daha çok toprak yığılıdır.
-
Minarelerin şerefe kapıları güneye bakar
-
Müslüman mezarlarında mezar taşları güney yöne dikilir.
PUSULANIN
KULLANIŞ ŞEKİLLERİ
Pusula doğada çok amaçlı
olarak kullanılmaktadır. Yazı içersinde bunların hepsine belli oranlarda yer
vereceğiz. Ancak pusulanın en bilinen ve yaygın kullanımı harita ile birlikte
kullanılmasıdır. Doğada işlevsel olan haritalar ise, 1/50.000 ya da 1/25.000 ölçekli
haritalardır. Örneğin 1/25.000 ölçekli bir haritada 1 cm . arazide 250 m .’dir. Elimizde, içinde
bulunduğumuz bölgenin bu ölçekte bir haritası varsa her istediğimiz noktayı
elimizle koymuş gibi bulabiliriz. Ülkemizde bu ölçekte haritalar, daha çok
askeri amaçlı olarak üretilmekte ve sivil kullanıcılara kapalı bulunmaktadır.
Bu durum, ülkemizdeki doğa insanlarının, dağcıların, gezginlerin en ciddi
problemlerinden birini oluşturmaktadır. Neyse ki, bu ölçekte haritalara sahip
olmaksızın da doğada pusula ile bir çok şey yapabiliriz. Yazımızın bundan
sonraki bölümünde detaylı olarak pusulanın harita olmadan kullanım şekilleri
üzerinde duracağız. Daha sonra da haritaya sahip olma durumunda nasıl
kullanılabileceğini ayrı bir bölüm olarak ele alacağız.
PUSULANIN
HARİTA OLMAKSIZIN KULLANIM ŞEKİLLERİ
İSTİKAMET
AÇISI NEDİR?
Doğada ilerde gözle
görebildiğimiz bir noktaya ulaşmak teorik olarak kolay gibi görünse de, bütün
doğa insanları çok iyi bilir ki bu, hiç de göründüğü kadar basit değildir.
Yürüyüşe başladığımız anda iyi bir şekilde görebildiğimiz hedef belli bir süre
sonra gözden kaybolabilir. Ya da yürüyüşün başında belli bir açıdan gördüğümüz
hedefe başka bir açıdan yaklaşmaya başladığımızda tamamen farklı bir hedefe
doğru gittiğimiz hissine kapılabiliriz. Bütün bunlara sis, tipi, havanın
kararması ya da hedefle aramızda bulunan ormanlık bir alanın içinden geçmek
durumunda olmak gibi etkenleri de eklerseniz, başlangıçta saptadığımız hedefe
ulaşmak hemen hemen imkansız hale gelebilir.
Bu tür sorunları en aza
indirebilmek için, pusulamız aracılığı ile yürüyüşe başlamadan önce hedef ile
bulunduğumuz nokta arasındaki istikamet açısını hesaplayarak işe başlayabiliriz. Bu açıyı hiç kaybetmeksizin pusula ile
yürüdüğümüzde belirlediğimiz hedefe mutlaka ulaşırız. Kerteriz açısı, Hedef açısı gibi adlarla da
anılan istikamet açısı, kabaca kuzey doğrultu ile varılmak istenen nokta (hedef)
arasındaki açıdır. Bu açı pusula ibresinin gösterdiği kuzey doğrultudan
başlayıp, saat yelkovanı dönüş istikametinde hedefe kadar olan açı değeridir.
Pusulamızı hedefe
yönelttiğimizde, pusula yuvası içindeki kuzey–güney çizgilerinin pusula
ibresine paralel olduğu konumda, pusula ibresinden başlayıp hedefe kadar
ölçtüğümüz açı, saptadığımız hedefin istikamet açısıdır. Bu açının değeri,
istikamet açısı okuma çizgisinin karşısında döner bilezik üzerinde görünen
rakamdır. Şimdi de konuyu biraz daha açıklayarak yazalım.
İSTİKAMET
AÇISININ ÖLÇÜLMESİ
1)
Pusula kapağını
90 derece ya da biraz daha az olacak şekilde açın.
2) Pusulayı göz seviyesinde
yere paralel olacak şekilde tutun.
3) Hareket yönü oku, gitmek
istediğiniz noktayı (hedefi) gösterecek şekilde hedefe doğru dönün.
4) Ayna üzerindeki siyah çizgi,
geri istikamet açısı okuma çizgisi ile aynı hizada olacak şekilde pusulayı
tutarken, hedefi “V” çentiğine yerleştirin.
5) Bu konumu bozmaksızın
aynadan takip ederek, döner bileziği, bilezik üzerindeki N işareti pusula
ibresinin kuzey ucu ile aynı hizaya gelene kadar çevirin. (Aynı hizaya geldiği
an, pusula yuvası içindeki kuzey–güney çizgileri ile pusula ibresi birbirlerine
paralel konuma gelir)
6) Döner bilezik üzerinde,
istikamet açısı okuma çizgisinin karşısına gelen rakam, belirlediğiniz hedefin
istikamet açısıdır.
Doğada bir hedef ve onun istikamet açısını
belirlediğimizde bunun pratik anlamı şudur. Bu açıyı hiç bozmaksızın
yürüdüğümüzde hedefe ulaşırız. Bütün yürüyüş boyunca bu açıyı bozmadan nasıl
yürüyebiliriz? Bu teorik olarak şu şekilde olabilir. Pusulamızı elimize alıp,
pusula ibresini, N işareti karşısından hiç ayırmadan yani pusula ibresinin
pusula yuvası içindeki kuzey–güney çizgilerine paralel konumunu hiç bozmaksızın
yürümemiz gerekir. İbrenin saptığı durumlarda uygun dönüşler yaparak pusulanın
konumunun değişmesine izin vermeyiz. Böylece hedefe varırız.
Bu söylediğim tamamen teorik bir şeydir. Çünkü,
İstikamet açısı olarak belirlediğimiz açı, aslında hedefle bizim aramızda
oluşturduğumuz hayali bir hattır. Arazi koşullarında bu hayali hattı takip
edebilmek imkansızdır. Bu hayali hat üzerinde bizim yürüyüşümüzü engelleyecek
birçok doğal oluşum bulunabilir. Hayali hattımızı kesen kayalık bir yamaç, bir
göl, geçit vermeyen çok sık bitki örtüsü gibi. Yukarda anlattığımız ilerleme
şekli ancak futbol sahası gibi dümdüz bir arazide söz konusu olabilir. O halde
iş sadece istikamet açısını belirlemekle kalmıyor, arazi şartlarında
belirlediğimiz istikamet açısını nasıl takip edebiliriz? Bunun yöntemleri neler
olabilir? gibi sorulara da cevap bulmamız gerekiyor.
İSTİKAMET AÇISINI TAKİP ETMENİN KOLAY
YOLLARI
Burada amacım her duruma
uygun reçeteler vermek değil, zaten doğada böyle reçeteler söz konusu olmaz.
Ancak bir takım yöntemleri biliyor olmak, karşılaşılan zorlukların üstesinden
gelmeye yardımcı olabilir. Herkesin, kendi kişisel birikimleri ve deneyimlerini
kullanarak sorunları çözebileceği inancındayım.
“ARA HEDEFLER”
BELİRLEYİN
En pratik yol, gitmek
istediğimiz ana hedefle aramıza “Ara hedefler” koymaktır. Bunun için, istikamet
açımızı belirledikten sonra, kafamızda hedefle bulunduğumuz nokta arasında
hayali bir çizgi oluşturmamız gerekir. Bu çizgi üzerine denk gelen belirgin
bazı noktaları esas alarak yürüyüş sürdürülebilir. Her ara noktaya
ulaşıldığında yeniden pusula ile yön kontrolü yapılmalıdır. Ara noktalar
belirlenirken, hayali çizginin tam üzerinde olmasına ve görüş ve ulaşım
açısından uygun konumlarda bulunmasına özen gösterilmelidir.
Örneğin A noktasından, B noktası olarak
adlandırdığımız bir zirveye doğru belli bir istikamet açısı ile ilerliyoruz. A
ve B arası 3 km .
olsun. Biz kafamızda oluşturduğumuz hayali çizgi üzerinde 500 m . ilerde bir kaya
belirledik. Pusulamızı kapatıp direk olarak bu kayaya doğru yürümeye başlarız.
Yürüyüş sırasında bir dere ile karşılaştık ve karşıya geçemiyoruz diyelim.
Ancak derenin ilerde inceldiği bir nokta olduğunu görüyoruz, bu şartlarda
hayali çizgimizden sapacağız fakat bunu yaparken hiçbir zaman ara hedef
noktamızı yani kayayı gözden kaybetmememiz gerekir. Derenin inceldiği noktaya
kadar yürür buradan karşıya geçer sonra tekrar ara hedef noktamız olan kayaya
ulaşırız. Kayaya geldiğimizde pusulamızı çıkartır ve asıl hedefle zirve ile
olan istikamet açımızı kontrol ederiz. Daha sonra gene hayali çizgimiz üzerinde
ikinci bir ara hedef belirleriz. Bu da 1 km . ilerdeki bir ağaç olsun. Pusulamızı
kapatır ve bu ağaca kadar yürürüz. Yolda önümüze çıkan bir gölün etrafından
ağacı gözden kaybetmeden dolaşabiliriz. Ağaca ulaştığımızda diyelim ki asıl
hedefimiz olan zirveyi göremiyoruz. Bu çok önemli değildir çünkü pusulamızı
çıkartıp istikamet açımızı kontrol ettiğimizde zirveyi göremesek bile yönünü
hemen tespit edebiliriz. Bu yön üzerinde üçüncü bir ara hedef belirleyerek
yolumuza devam edebiliriz. Bu işlemleri zirveye varana kadar tekrar edersek
hedefimize ulaşırız.
Özetle, istikamet açısını belirledikten sonra asıl
hedefe kadar bir takım ara hedefler tespit ederek yürümek, hem bizi sürekli
pusulayı elimizde tutarak rotadan sapmamak için yoğun bir uğraş vermekten
kurtaracak hem de asıl hedefi göremediğimiz durumlarda bile doğru hat üzerinde
hedefe emin bir şekilde ilerlememizi sağlayacaktır.
Burada dikkat edilmesi gereken nokta, hedefe doğru
yürüyüşün aynı hat üzerinde yapılıyor olmasıdır. Yani istikamet açımıza göre
oluşturduğumuz hayali hattın dışına hiç çıkmıyoruz. (Pusula ibresinin N noktası
hizasından sapmaması bu anlama gelir) Gölü dolaşmak gibi bir nedenle hattan
ayrılsak bile ara hedefi gözden kaybetmeden tekrar hayali hat üzerine geri
dönüyoruz. Peki doğa koşullarında bu mümkün müdür? Örneğin çok dağlık bir
arazide ilerliyoruz, belirli bir zirve için belirlediğimiz istikamet açımız ve
ona bağlı olarak oluşturduğumuz hayali hattı ara hedefler koyarak bile takip
edebilmek neredeyse imkansızdır. Çünkü vadinin ortasından ilerleyen belli bir
patika vardır ve bizde bunu takip etmek durumundayızdır. Hayali hattan sapmamak
uğruna yamaçlara tırmanmak hiç de mantıklı değildir.
Bu gibi durumlarda tek bir istikamet açısını, ara
hedeflere bölmek yerine arazi koşullarına uygun birçok istikamet açısı belirlemek
ve bunları ara hedeflere bölerek ilerlemek daha uygundur. Bu durum, doğada
kırtasiye işlemlerini biraz artırmak anlamına gelse de, bu şekilde davranmayı
alışkanlık haline getirmek güvenli bir biçimde doğaya gidip gelebilmemiz
açısından önemlidir.
İSTİKAMET AÇISI
SAYINIZI ARTIRIN
Bu sayıyı artırmamızın amacı, doğada arazinin
koşullarına daha uygun bir ilerleme şekli yakalayabilmek içindir. Tek bir hattı
takip etmenin zorluğunun üstesinden gelebilmek için arazi koşullarına uygun birçok
hat (yani istikamet açısı) belirlemek daha pratiktir. Belirlenen her istikamet
açısını bir kağıda not etmek iyi bir alışkanlıktır. Çünkü bu açılar aynı hattan
geri dönerken de bize lazım olurlar.
Örneğin çıkmak istediğimiz zirveye doğru derin bir
vadinin içinden kıvrılarak ilerleyen bir patikada olduğumuzu düşünün. Ancak
vadinin ve patikanın da zaman zaman çeşitli kollara ayrıldığını ve başka
vadilerle birleştiğini varsayalım. Direk olarak çıkmak istediğimiz zirvenin
istikamet açısını hesaplamak yerine, vadi içindeki ilk ayrıma ya da ilk
dönemece kadar istikamet açısı almak daha uygun olur. Bu noktaya ulaşıldığında
gene arazinin yapısına göre, asıl çıkmak istediğimiz zirveye ters gelmeyecek
şekilde örneğin vadinin iki kola ayrıldığı noktaya kadar istikamet açısı alabiliriz.
Böylece belki 4 – 5 istikamet açısı belirledikten sonra zirveye ulaşabiliriz.
Tabi ki ilerlerken her istikamet açısını ara hedeflere bölmeyi de ihmal
etmeden.
YANA KAYMA YÖNTEMİ
Doğada istikamet açımızı takip ederken çeşitli
engellerle karşılaşmamız kaçınılmazdır. Bunları, nehir ve göl örneğinde olduğu
gibi nasıl geçmemiz gerektiğinden yukarda bahsettik. Ancak bazen karşılaşılan
engelleri aşma durumumuz olmayabilir. Ya da karşılaşılan engel, ara hedef
noktamızı görmemizi engelleyebilir. Örneğin çok sık ve geçit vermez bir orman
örtüsü ile karşılaştığımızı varsayalım. Bu ve benzeri durumlarda istikamet
açımızın belirlediği hayali hattımızdan ayrılmamız gerekir. Her ne nedenle
olursa olsun hayali hattımızdan ayrılmak zorunda kalırsak, bir daha aynı hatta
dönebilmemiz için dikkat etmemiz gereken bazı şeyler vardır.
Aslında bizim yapmak istediğimiz, karşılaşılan
engeli çizgisel olarak aşmaktır. Ancak doğa buna izin vermediği için sağa ya da
sola kayarız. Bu yana kayma işlemini yaparken hayali hattımızla 90 derecelik
açı yapacak şekilde hareket etmemiz gerekir. Ayrıca engelin durumuna göre kaç
metre? ya da kaç adım? veya yürüyerek kaç dakika sağa ya da sola kaydığımızı
hesaplamamız gerekir. Yana kayma işlemi
engel sona erene kadar devam eder. Bu noktada gene ilk istikamet açımızla
yürüyüşü sürdürmemiz gerekir. Böylece hayali hattımıza paralel başka bir hatta
yürüyor konuma geliriz. Engelin tamamen ortadan kalkmasından sonra ilk
hattımıza geri dönebilmek için bir öncekine ters olacak şekilde 90 derece açı
ile hattan ne kadar uzaklaşmışsak hatta doğru o kadar geri yürürüz. Bu işlemden
sonra, engel çizgisel olarak aşılmış olur ve biz ilk istikamet açımıza geri
dönmüş oluruz.
GERİDEN
KESTİRME YÖNTEMİ
Ara hedefler belirleyip bunlara doğru ilerlerken
bazen bu ara hedefi göremez duruma düşebiliriz. Örneğin aniden bastıran bir sis
bizi ara hedefimizi göremez hale getirebilir. Ya da ara hedef noktamızı bir
nedenle kaybedebiliriz. Böyle durumlarda rotadan saptığımız endişesine
kapılabiliriz. Gerçekte sapmış ta olabiliriz.
Panik olmayın eğer bir önceki ara hedef noktanızı görebiliyorsanız.
Mesele yok demektir. Tamamen pusulanız ile birlikte 180 derece geriye dönün. Bu
durumda pusulanın ibresinin beyaz ucu (güney) döner bilezik üzerindeki N
işaretinin karşısına gelir. Pusula bu konumda iken, hareket yönü okunun bir
önceki kerteriz noktasını gösteriyor olması gerekir. Gösteriyorsa sorun yok
demektir. Olmanız gereken hattasınızdır ve 180 derece arkanız varmak
istediğiniz ara hedef noktasına dönüktür. Hareket yönü oku, bir önceki ara
hedef noktanızı göstermiyorsa bu, hattan saptığınız anlamına gelir. Hattı
yeniden bulabilmek için pusula ibresi beyaz ucunun N işaretinin karşısında
olduğu konumu bozmaksızın, olduğunuz yerde sağa ya da sola doğru kayın. Ta ki,
hareket okunun yönü bir önceki ara hedef noktanızı gösterene kadar. Bu konuma
geldiğinizde kaybettiğiniz hattınızı yeniden bulmuşsunuz demektir. Bu yöntemin
adına, geriden kestirme yöntemi denmektedir. Geriden kestirme yöntemini rotadan
saptığınızı düşündüğünüz her hangi bir anda kullanabilirsiniz.
GERİ İSTİKAMET
AÇISI NEDİR, NASIL HESAPLANIR?
Doğada genellikle bir
yere gider ve daha sonra da aynı rotadan geri döneriz. Dağlık bir alanda bir
yere kampımızı kurup, belirlediğimiz bir zirveye gider ve daha sonra kampımızın
yolunu tutarız. Eğer giderken belli istikamet açıları kullanarak gittiysek,
geri dönüş sırasında yolumuzu bulamamak gibi bir sorunla karşılaşmayız. Daha
çok dönüş sırasında bastıran bir sis, ya da zaman hesabında yapılan bir hata
sonucu havanın kararması ya da başka herhangi bir nedenle geri dönüş yolunu
bulamamak, hiç tahmin etmediğimiz ciddi sorunlara yol açabilir.
Eğer bir noktaya giderken istikamet açıların
hesaplayıp not ettiysek, geri dönüş sırasında bu istikamet açılarının, geri
istikamet açılarını hesaplayarak başlangıç noktamıza rahat bir şekilde geri
dönebiliriz.
Geri istikamet açısı, bir istikamet açısı
doğrultusunun artı ya da eksi 180 derece farklı doğrultusuna denir. Örneğin, A
noktasından B noktasına belli bir istikamet açısı ile ilerlediğimizi varsayalım.
Aynı hattan, B’den A’ya geri dönmek istediğimizde başlangıç açımızla aramızda
180 derecelik bir fark olacak demektir. Bu nedenle bu fark (yani 180 derece)
istikamet açımıza eklenerek ya da çıkartılarak geri istikamet açımız bulunur.
Ekleme ya da çıkartma işlemini, istikamet açımızın değerine göre yaparız. Eğer
istikamet açımızın değeri 180’den küçükse eklenir. 180’den büyükse çıkartılar.
Bu durumu farklı şekilde söylersek, elinizdeki istikamet açısı değerinden 180
çıkıyorsa çıkartın çıkmıyorsa ekleyin. Bir örnek verelim;
İstikamet açınızın değeri 85 derece ise, geri
istikamet açınız, 85+180=265 derecedir.
İstikamet açınızın değeri 200 derece ise, geri
istikamet açınız, 200–18 =20 derecedir.
Kullandığınız pusulada bu hesabı yapma derdinden sizi
kurtaracak küçük bir çizgi bulunmaktadır. Bu çizginin adı “geri istikamet açısı
okuma çizgi”sidir. Herhangi bir istikamet açısı belirlediğinizde, döner bilezik
üzerinde, geri istikamet açısı okuma çizgisinin karşısında yazan rakam,
belirlediğiniz istikamet açısının geri istikamet açısı değeridir. İstikamet
açısını belirlediğiniz anda, geri istikamet açınızı da bu çizginin karşısından
okuyup bir yere birlikte not alırsanız, geri dönerken hesaplamak durumunda
kalmazsınız. Ancak geri dönüş için daha kolay yollarda vardır. İşte size geri
dönüşte izleyeceğiniz iki yöntem. Hangisi kolayınıza geliyorsa!
GERİ İSTİKAMET
AÇISININ TAKİBİ
Geri istikamet açısının
takibinde iki yöntem kullanılmaktadır.
AÇI BAĞLAMA
YÖNTEMİ
Geri istikamet açılarınızı, ister geri istikamet
açısı okuma çizgisi karşısından okuyarak,
ister istikamet açılarınıza 180 ekleyerek ya da çıkartarak hesapladıktan
sonra bulduğunuz değeri, döner bileziği çevirerek istikamet açısı okuma
çizgisinin karşısına getirin. Daha sonra, pusula ibresinin kuzey ucu N
işaretinin karşısına gelene kadar kendi etrafınızda dönün. İbre istediğiniz
noktaya geldiği anda hareket yönü okunun gösterdiği yön, gideceğiniz yöndür. Bu
yaptığınız işleme “açı ayarlamak” ya da “açı bağlamak” adı verilir. Özetle,
geri istikamet açınızı pusulanıza bağlayın ve yolunuza devam edin.
Açı bağlama yöntemi, size herhangi bir istikamet
açısı verilip izlemeniz istendiğinde kullanacağınız bir yöntemdir. Örneğin,
çeşmenin yanına geldikten sonra 120 derece açı ile 5 dakika yürümeniz halinde
yola ulaşacaksınız deniliyorsa; yola ulaşabilmek için yapmanız gereken işlem,
120 rakamını istikamet açısı okuma çizgisinin karşısına getirip, pusula ibresi
kuzey ucu, N işaretinin karşısına gelene
kadar kendi etrafınızda döndükten sonra ibrenin bu konumunu bozmaksızın pusula
hareket oku yönünde 5 dakika yürümektir.
GÜNEY UCU
TAKİP YÖNTEMİ
Bu yöntemde aynı geriden kestirme yönteminde
yaptığımızı yaparız. Bu yöntem geri dönüşte kullanılabilecek en pratik
yöntemdir. Çünkü bu yöntemde belli bir hesaplama yapmanıza gerek yoktur.
Mademki aynı hat üzerinden geri dönülüyor, ya da başka bir söyleyişle 180
derece geri dönmemiz gerekiyor, o zaman pusulamızla birlikte öyle bir döneriz
ki, pusulanın güney ucu, N işaretinin karşısına gelsin. Bu konumda 180 derece geri
dönmüş oluruz. Güney ucunu N işaretinin karşısından ayırmadan, hareket yönü
okunu takip ederek geri dönüşü gerçekleştirir ve başlangıç noktasına
varabiliriz.
AÇI HATASI YAPARSANIZ NE OLUR?
İstikamet açısını ya da
geri istikamet açısını hesaplarken, hedefe iyi nişan alamamaktan kaynaklanan
açı hataları yapabiliriz. Bu tür hatalar hedefe ulaşmanızı engelleyecek boyutta
olabilir. Özellikle görüş alanının iyi olmadığı durumlarda daha vahim sonuçlara
yol açabilir. Bir fikir vermesi açısından, 10 derecelik bir hatanın 1000 m . mesafede 100 m .’lik bir sapmaya neden
olduğunu söyleyelim. Eğer 12 derecelik hata yaparsanız 1000 m . mesafede 200 m . hedefi
şaşırırsınız. (Şekil 3)
100 ya da 200 m .’lik bir yanılma
örneğin sisli bir ortamda hedefi görmeksizin geçmemize neden olabilir. Açı
hatalarından en az zarar görmek için, istikamet açısı hesapladığımız her
noktanın (Buna durak diyelim) altimetre ile rakımını ölçmek ve eğer varsa
tanıtıcı bir özelliğini de (Örneğin su kaynağının bulunduğu nokta gibi) açı ile birlikte not almak yerinde olur.
Böylelikle hedefi bulamama durumunda diğer tanıtıcı özellikleri de
kullanabiliriz. Tabi ki altimetrenin hava koşullarına göre belli bir yanılma
payının olduğunu da akıldan çıkartmamak gerekir.
Şekil 3 |
PUSULANIZ İLE EĞİMİ ÖLÇEBİLİRSİNİZ
Eğer şekil 2’de tanıtımı
yapılan tipte olduğu gibi, pusulanızın eğim ölçme donanımı varsa pusulanızla
tırmanılan ya da inilen eğimi belirleyebilirsiniz. Karşılaşacağınız eğimi
biliyor olmak özellikle de tırmanış sırasında doğru zamanlama yapabilmeniz
açısından önemlidir. Ayrıca çığ tahminlerinde bulunabilmek için eğimi bilmek
yerinde olur. Çünkü çığ, olasılığı belli eğimlerde daha fazladır. Örneğin 25–45
derece arası eğimler çığ açısından daha risk taşırlar.
1 ) Pusulanın kapağını
180 derece olacak şekilde tam olarak açın.
2) Eğim ölçme kadranı üst
çizgisini, istikamet ve geri istikamet açıları okuma çizgileri ile aynı hizaya
gelene kadar döner bileziği çevirin.
3) Eğim ölçme kadranında fosforlu boya ile
boyanmış “0”
işareti, kadranın başlangıç noktasıdır. Bu nokta yere bakacak şekilde
pusulanızı eğimini ölçmek istediğiniz zemine yerleştirin.
4) Pusulayı zemine yerleştirirken, pusula ince
kenarı üzerinde duracak şekilde koyulmalıdır. (şekil 4)
5) Siyah renkli eğim
ölçme ibresinin karşısına gelen rakam, bulunulan noktanın eğimini gösterir.
Tırmanış sırasında bu eğim + olarak, iniş sırasında ise – olarak ifade edilir.
DEKLİNASYON AÇISI NEDİR?
Herhangi bir şeyi ölçmek
için daima bir başlangıç değerine ihtiyaç duyulur. Yönü de rakamsal olarak (Derece
cinsinden) ifade edebilmek için başlangıç değeri olarak, kuzey yönü kabul
edilmiştir. Ancak üç tür kuzey yönü tanımlanmaktadır.
1)
Gerçek Kuzey
(Coğrafi Kuzey)
Kuzey
kutbunun olduğu noktadır. Yeryüzünün herhangi bir noktasından kuzey kutbuna
doğru yönelen doğrudur. Haritalarda ucunda yıldız işareti ile gösterilir.
2)
Magnetik Kuzey
(Pusula Kuzeyi)
Pusulalarda
kuzeyi gösteren ibrenin gösterdiği kuzey doğrultusudur. Haritalarda ucunda
yarım bir ok işareti ile gösterilir.
Yeryüzündeki magnetik alanlar bölgeden bölgeye farklılıklar taşır. Bu
nedenle Magnetik kuzey, o an bulunulan noktaya göre değişiklikler gösterir.
3)
Grid Kuzeyi
(Harita kuzey )
Haritalarda
bulunan kuzey–güney çizgilerinin gösterdiği kuzey yönüdür. Haritaları dikine
kesen bu çizgilerin başına GK harfleri koyularak belirtilir.
DEKLİNASYON AÇISI
Yeryüzündeki magnetik
alanlar bölgeden bölgeye değişim gösterdiği için, Pusula ibresi de bu magnetik
alanların etkisi ile sapma yapar ve gerçek kuzeyi göstermez. Pusulamıza
baktığımızda ibrenin gösterdiği kuzey yönü, bu nedenle gerçek kuzeyden doğu ya
da batı yönünde biraz farklılık gösterir. İşte bu farka Deklinasyon Açısı
(Sapma açısı) denir.
Özetle gerçek kuzey ile,
magnetik kuzey arasındaki açı deklinasyon açısıdır. Deklinasyon açısı, içinde
bulunulan coğrafi bölgeye göre ve ayrıca yıldan yıla da değişim gösterir. Aynı
zamanda Grid kuzeyi ile magnetik kuzey arasında da bir deklinasyon mevcuttur.
Haritaların üzerinde bu konuda bilgiler bulunur. Bu bilgileri kullanarak
deklinasyon değerleri hesaplanır ve istikamet açıları belirlenirken eklenerek
ya da çıkartılarak dikkate alınır. Ülkemizde batıya doğru yaklaşık 2 derecelik
deklinasyon mevcuttur. Bu durumda 2 derecenin hesaplanan istikamet açısından
çıkartılması gerekir. Deklinasyon açısı, pek büyük bir değer olmamakla birlikte
eğer harita üzerinde yön belirliyorsak, hesaplanması ve pusulanın buna göre
ayarlanmasında yarar vardır.
PUSULANIZIN DEKLİNASYON AYARINI NASIL YAPACAKSINIZ?
İki tür ayar yapılabilir.
SABİT AYAR
Bunun için pusulanızın
döner bileziği üzerinde ya da arka tarafında küçük bir vida bulunur.
Deklinasyon ayarı bu vida kullanılarak yapılır. Vida, sağa ya da sola hafifçe
çevrilerek ayarlama gerçekleştirilir. Bu ayarlama sonucu pusula yuvası içindeki
kuzey – güney çizgileri deklinasyon
açısı kadar hafif eğilmiş olur. Bu eğme işlemi gerçekleştirilirken eğim ölçme
kadranındaki rakamlardan yararlanılır. Eğme işlemi tamamlanınca vida
sıkıştırılarak bu durum sabit hale getirilir.
GEÇİCİ AYAR
Bu yöntemde vida ile hiç
oynanmaz. Haritadan deklinasyon değeri hesaplanır. Eğer batıya deklinasyon
varsa döner bilezik deklinasyon değeri kadar saat yelkovanı dönüş yönünde
çevrilir. Böylece belirlenen istikamet açısından, bu değer çıkartılmış olur.
Türkiye’de deklinasyon değeri çok küçük olduğundan dağcılar tarafından
genellikle ihmal edilmektedir. Zaten harita üzerinde çalışılmıyorsa yani doğada
hedefi gözle belirliyorsak pusulamızda deklinasyon ayarı yapmaya gerek yoktur.
YÜRÜYÜŞ KROKİLERİNİN HAZIRLANMASI
Eğer doğada pusula ile
istikamet açıları hesaplayarak bir yürüyüş gerçekleştiriyorsak, bu bilgileri
bir kroki ya da tablo şeklinde yazabiliriz. Normalde bu kroki harita üzerinde
işaretlenerek çıkartılır. Ancak haritamız yoksa, bu bilgileri bir tablo halinde
not alabiliriz. Aşağıda örnek bir tablo çıkartılmıştır.
İstikamet
Doğrultusu
|
Uzaklık
( Metre )
|
İstikamet
Açısı
(Derece)
|
Geri
İstikamet
Açısı
|
Rakım
( 1 )
|
Rakım
( 2 )
|
Ulaşım
Süresi
( Dakika )
|
Notlar
|
AB
|
300
|
75
|
270
|
1600
|
1800
|
15
|
Kamp
Göl
|
BC
|
500
|
120
|
300
|
1800
|
2100
|
25
|
Göl
Kayalık
|
CD
|
800
|
150
|
330
|
2500
|
3000
|
120
|
Kayalık
Su Kaynağı
|
DE
|
400
|
40
|
220
|
3000
|
3300
|
90
|
Su kaynağı
Sırt
|
EF
|
250
|
320
|
140
|
3300
|
3600
|
30
|
Sırt
Zirve
|
Tabloda yer alan uzaklık
değeri, eğer haritanız varsa ölçülerek hesaplanır. Harita yoksa kısa mesafeler
için adım sayma yolu ile hesaplanır. (Bir adım ortalama 75 cm . olarak hesaplanır)
Adım sayılamayacak kadar uzun mesafeler için tahmini değer kullanılabilir.
TRAVERSE
Pusula kullanma ve doğada
yön bulma yeteneğimizi geliştirmek için sadece pusula kullanarak önceden
belirlenmiş bir parkur üzerinde yapılan yön bulma işlemidir. İstikamet açıları
ve birbirlerine olan uzaklıkları verilen çeşitli istasyon noktaları arasında
belli bir başlangıç noktasından başlanıp parkur tamamlanmaya çalışılır.
ORIENTEERING
Traversin daha
geliştirilmiş bir şeklidir. Haritası özel olarak hazırlanmış bir parkur
üzerinde, zamana karşı bir doğa sporu olarak yapılır. Orienteering’e
katılanlar, daha önceden bilgi sahibi olmadıkları bir parkur üzerinde, önceden
belirlenmiş olan kontrol noktalarını, sadece pusula ve harita kullanarak en
kısa zamanda bularak parkuru tamamlamaya çalışırlar. Orienteering için 1/10.000
ya da 1/15.000 ölçekli özel olarak hazırlatılan haritalar kullanılmaktadır. Bu
haritalar, aynı ölçekteki coğrafi haritalara göre çok daha detay bilgiler
içermektedir. Bu haritalar olmaksızın bu spor yapılamamaktadır. Orienteering
grupları, bölgelerinin bu tür haritalarını işin uzmanı olan haritacılara
hazırlatarak üyelerinin kullanımına sunmaktadırlar.
Yazan:
Yavuz İşçen / Ankara
Aralık
2000
HARİTA BİLGİSİ
VE DOĞADA HARİTA
KULLANIMI
Yazan:
Yavuz İşçen
Pusula kullanımını
anlattığım yazımda konu tamamen haritaya sahip olmadığımız koşullarda ele
alındı. Çünkü ülkemizde doğa insanlarının kullanımına açık, uygun ölçekli
haritalar bulunmamaktadır. Bu bölümde 1/25.000 ölçekli ya da daha küçük
ölçeklere sahip haritaların elimizde olduğu varsayımında bu haritalardan nasıl
yararlanabileceğimiz anlatılacaktır. Ancak böyle bir haritamız olmasa bile,
haritalar hakkında genel bir bilgiye sahip olmak ve kullanmasını bilmek, gene
de doğa insanları, dağcılar, mağaracılar ve gezginler için bir gerekliliktir.
HARİTA NEDİR?
Yeryüzünün belli bir parçasının coğrafi
özelliklerini, belli ölçekler kullanarak matematiksel olarak küçültüp, üzerine
özel işaretler ekleyerek düz bir yüzey üzerine çizilmesi ile elde edilen
grafiksel gösterime harita adı verilmektedir. Yapılış amaçlarına göre deniz
haritaları, hidrografi haritaları, hava haritaları, jeolojik haritalar gibi birçok
çeşidi bulunmaktadır. Doğa insanları tarafından kullanılan haritalar, yeryüzü
özelliklerini gösteren, bir takım eş yükselti eğrileri ve işaretler yardımı ile
içinde bulunulan arazi parçasının doğal yapısını tanımamıza yardımcı olacak
şekilde hazırlanmış topografik haritalardır.
HARİTALARIN
HAZIRLANMASI
Bir haritanın hazırlanması, haritası çıkartılacak
bölge üzerinde yapılan çeşitli ölçüm ve araştırmalara dayanmaktadır. Harita,
plan ya da kroki çıkartılması işi ile uğraşan bilime Kartografya (Haritacılık)
denmektedir. Son yıllarda haritacılık çalışmaları daha çok hava fotoğraflarına
dayalı olarak yürütülmektedir. Optik alandaki gelişmeler, elektronik uzaklık
ölçüm aletleri, GPS ve bilgisayar kullanımı da hazırlanan haritaların
güvenilirliğini artırıcı etki yapmıştır.
ÖLÇEK NEDİR?
Harita yapılırken ilk iş, haritası yapılacak
bölgenin gerçeğe göre ne oranda küçültüleceğine karar vermektir. Bu iş için
belirlenen orana ölçek denir. Özetle, harita üzerindeki uzaklık ile doğadaki
gerçek uzaklık arasındaki oran, haritanın ölçeğidir. Her haritanın mutlaka bir
ölçeği bulunur. Bu ölçek haritanın altında yazılıdır. Harita ölçeği genellikle
kesirli ya da oranlı bir rakam olarak belirtilmektedir. 1/100.000 ya da 1:100.000 gibi. Kesirli ya da oranlı
ölçeklerin yanı sıra, grafik ölçek olarak adlandırılan, bir doğru parçası
üzerinde bölümlere ayrılmış şekilde gösterilen ölçekler de bulunmaktadır. Kesirli
ya da oranlı ölçeklerde, kesrin paydası büyüdükçe, haritanın gösterdiği ayrıntı
azalır. Farklı bir söyleyişle kesrinin paydası küçük olan haritalar daha fazla
ayrıntıya sahiptirler.
Örneğin;
1/100.000 ölçekli bir
haritanın anlamı, harita üzerindeki 1 santimetrenin 100.000 santimetre
yani (1000 m )
olduğudur. 1/50.000 ölçekli bir haritada ise, 1 cm = 50.000 cm (500 m ) dir. Özetle daha ayrıntılı bir harita istiyorsak,
paydasında yazan rakamı daha küçük bir harita tercih etmemiz gerekecektir.
Dağcılar ya da doğa ile uğraşan insanlar tarafından tercih edilen haritalar,
1/50.000 veya 1/25.000 ölçekli haritalardır. Bu tür haritalarda doğada bizlere
lazım olabilecek birçok ayrıntıyı bulabiliriz. Özel olarak hazırlanan
orienteering haritaları ise, 1/15.000 veya 1/10.000 ölçekli olmakta ve daha çok
ayrıntıyı barındırmaktadır. Örneğin arazi üzerindeki bir dikenli tel bile bu
haritalarda belirtilmektedir. Burada karıştırılan ve genellikle yanlış
kullanılan bir kavrama da kısaca yer vermek istiyorum. Paydasında yazan rakam
küçük olan bir harita, “küçük ölçekli” bir harita değildir. Tersine büyük
ölçekli bir haritadır. Paydasında yazan rakamın küçük olmasına bakarak haritayı
küçük ölçekli olarak adlandırmak yanlış bir tanımlamadır. Çünkü paydada yazan
rakam, küçüldükçe aslında haritanın ölçeği büyümektedir.
NEREDEN HARİTA
SATIN ALABİLİRİZ?
Ülkemizde Cumhuriyet sonrası 1925 yılında kurulan
Harita Genel Müdürlüğü, ülke çapında harita hazırlanması işi ile uğraşmaktadır.
MSB’na bağlı askeri bir birim olarak çalışan bu kurum, 1983 yılında Harita
Genel Komutanlığı adını alarak çalışmalarını sürdürmektedir. Komutanlığın
karargahı ve harita satış yeri Cebeci/Ankara adresindedir.
Bu kurumun yanı sıra, Köy Hizmetleri, Orman Genel
Müdürlüğü, MTA, DSİ gibi kurumlar da kendi alanlarında haritalar üretmekte ve
hatta satışa da sunmaktadırlar. Harita Genel Komutanlığı’nın hazırlayıp satışa
sunduğu birçok harita bulunmaktadır. Bu haritalar içersinde satışına izin
verilen, ölçeğinin paydası en küçük topografik harita (en büyük ölçekli harita)
1973 yılı yapımı olup, 1/250.000 ölçeğe sahiptir. Bu ölçekteki bir Türkiye
haritası, 46 x 53 cm
ebadında toplam 71 paftadan oluşmaktadır. Bir paftasının bugünkü fiyatı
5.500.000 liradır. (yaklaşık 8 $) Satışına izin verilmeyen ve “Hizmete Özel”
statüsünde yer alan 1/25.000 ölçekli Türkiye haritası ise 51x69 cm ebadında
yaklaşık 7000 paftadan meydana gelmektedir.
HARİTA
ÜZERİNDE KULLANILAN İŞARETLER
Kullanıcıların haritayı daha kolay anlayabilmesi
için harita üzerinde bir takım semboller ve işaretler kullanılmaktadır.
Bunların tümüne Konvansiyonel işaretler adı verilmektedir. Bu semboller uluslar
arası bir harita dilinin oluşturulabilmesi amacı ile standartlaştırılmaya
çalışılmaktadır. Bütün haritaların altında ya da yanında bu sembollerin
açıklamaları bulunmaktadır. Bu bakımdan bunları ezberlemeye gerek yoktur.
Ancak, bazı çok kullanılan işaretleri tanımak harita okuma sırasında sürat ve
kolaylık getirecektir.
HARİTA
YORUMLAMA
Topografik bir haritaya baktığınızda, sadece
haritaya bakarak bölgeyi kafanızda canlandırabiliyorsanız, ya da başka bir
değişle haritaya bakarak arazinin yapısını kafanızda üç boyutlu olarak
oluşturabiliyorsanız, haritayı yorumlama yeteneğiniz var demektir. Harita
yorumlama yeteneği, zaman içinde geliştirilebilecek bir özellik olup, doğada
yön bulma konusunda pratik bir beceri ve doğru tahmin olanağı yaratmasının yanı
sıra doğada daha iyi ve doğru rota seçimi yapmamızı da sağlayacaktır.
Haritayı yorumlayabilmek için, harita üzerinde
bulunan eş yükselti çizgilerini kullanırız. Bunlar harita üzerinde eşit
yükseklikteki noktaları birleştiren kontur çizgileridir. Genellikle
kahverenginde çizilirler ve beş çizgide bir daha koyu olurlar. Belirli aralıklarla,
bu çizgilerin yükseklikleri üzerlerine yazılır. Bir dağa baktığımızı düşünelim,
eş yükselti çizgilerinin şekli dağın şeklini bize gösterirken, çizgilerin
yoğunluğu ise eğim hakkında bilgi verir.
Topografik bir haritayı incelediğimizde, hafif eğim,
dik eğim, çukur, uçurum, tepe, vadi, sırt, boyun, zirve, çöküntü alan, dere
yatağı gibi sık karşılaştığımız arazi yapılarını hemen tanıyabilmek harita yorumlamanın
püf noktalarıdır. (Elimizde harita olmadığı için bu yapıların tanıtımına
şimdilik girmiyorum )
HARİTAYI
YÖNÜNE KOYMAK
Bir topografik haritayı yorumlayabilmek için, ilk
önce harita üzerindeki ayrıntılar ile, arazi üzerindeki ayrıntıların birbirine
uydurulması gerekmektedir. Bunu yapmaksak haritayı okumakta güçlük çekeriz.
Özetle harita yorumlamanın ilk adımı, haritayı yönüne koyma ile başlar.
Haritayı yönüne koymak, harita yatay konumda iken haritanın kuzeyi ile gerçek
kuzeyi çakıştırmak demektir. Böylece haritadaki şekiller, arazi ile birebir
eşleşmiş olur. Haritayı yönüne koymak için en uygun yol pusula kullanmaktır.
Ancak pusulamız yoksa, arazideki bir takım özellikler kullanılarak da harita
yönüne koyulabilir.
PUSULA
KULLANARAK HARİTAYI YÖNÜNE KOYMAK
1- Haritanızı düz bir zemin
üzerine yatay olarak yerleştirin
2- Pusulanızı haritanın üzerine
bırakın ve bir elinizle kıpırdamaması için hafifçe tutun.
3- Pusula ibresi kuzey ucu ile,
haritanızın kuzey–güney çizgileri (boylam çizgileri) birbirine teğet olana kadar,
pusulanızı kıpırdatmaksızın haritanızı yavaşça çevirin
4- İstenilen konum elde
edildiği anda, haritanız yönüne koyulmuş demektir.
ARAZİDEN
YARARLANARAK HARİTAYI YÖNÜNE KOYMAK
Pusulanız yok, ancak farklı yöntemlerle yönleri
belirleyebiliyorsanız, kuzeyi belirleyin ve haritanızın kuzeyini (Bir haritanın
üst tarafı her zaman kuzey yönünü gösterir) belirlediğiniz kuzeye doğru
çevirin. Haritanız yönüne koyulmuş olur. Eğer yönleri belirleyemiyorsanız, izleyebileceğiniz
iki yol vardır.
1- Haritada gördüğünüz
karayolu, demiryolu, telefon hattı,
enerji hattı, gibi düz çizgi ile belirtilen bir işaretten yaralanabilirsiniz.
Haritada gördüğünüz bu hattı arazide bulup, haritayı buna paralel konuma
getirirseniz işlem kabaca tamamdır.
2- Böyle bir hat yoksa o zaman
arazideki gördüğünüz ve bildiğiniz bir noktayı kullanabilirsiniz. Ancak bu
yöntemi kullanabilmek için harita üzerinde hangi noktada bulunduğunuzu da
biliyor olmamız gerekir.
a) Bulunduğunuz nokta ile
belirlediğiniz noktayı harita üzerinde bir çizgi ile birleştirin.
b) Sonra bu çizgi, arazide belirlediğiniz noktayı
gösterene kadar haritayı döndürün
c) Haritada bulunduğunuz
nokta–Haritada belirlediğiniz nokta–Belirlediğiniz noktanın arazideki görüntüsü
aynı hat üzerinde ise kabaca harita yönüne koyulmuş demektir.
HARİTADA
UZAKLIK HESAPLAMAK
Bunun için bir cetvele ihtiyacımız vardır. Çoğu
pusulanın kenarında bu iş için kullanabileceğimiz bir cetvel bulunmaktadır.
Arasındaki uzaklığı hesaplamak istediğimiz iki nokta arası cetvelle ölçülür.
Bulunan rakam harita ölçeği ile kıyaslanarak uzaklık hesaplanır. Örneğin,
harita üzerinde arasındaki uzaklığı hesaplayacağınız iki nokta belirleyin.
Bunlara A ve B noktaları diyelim. A ve B noktaları arasına cetvelinizi
yerleştirerek düz bir çizgi çizin. Daha sonra bu çizginin uzunluğunu ölçün. AB
arasının 7 cm
olduğunu varsayalım. Haritanızın ölçeği 1/50.000 ise, 1 cm = 500 m .dir. AB arası 7
cm . olduğuna göre, AB = (7 x 500) = 3.500 m . bulunur.
Haritanızın ölçeği, 1/25.000 olsaydı aynı uzaklık 7 x 250 = 1750 m . olacaktı.
Burada dikkat edilmesi gereken şey hesaplanan
uzaklığın, kuş uçuşu olarak hesaplandığıdır. Eğer haritada çizdiğimiz çizgi
üzerinde düz olarak ilerlememize bir engel yoksa, sorun yoktur ölçülen uzaklık
yürünecek uzaklıkla aynıdır. Aksi durumlarda (doğada genellikle aksi durum
geçerlidir) bu yöntemle hesaplanan uzaklık bize sadece bir fikir verebilir.
Arazi koşullarında kuş uçuşu gidilmediği durumlarda uzaklığın doğru olarak
hesaplanabilmesi için bir takım farklı yöntemler kullanılmaktadır. Bu
yöntemlerden kısaca bahsedeceğim.
1) İP SERME
YÖNTEMİ
Haritada iki köy arasındaki kıvrılarak giden bir
yolun uzunluğunu hesaplamak istediğimizde, harita üzerinde iki köyü birleştiren
yolun üzerine, yol ile birebir örtüşecek şekilde ince bir ip serilir. Sonra bu
ip açılıp ölçülür ve bulunan değer harita ölçeği ile kıyaslanarak gerçek
uzunluk hesaplanır.
2) PENÇE İLE
HESAPLAMA
“Pençe” tabir edilen ve bu iş için üretilmiş özel
bir alet bulunmaktadır. Aletin özelliği, geniş ve dar aralıklardan oluşmasıdır.
Kıvrılarak giden yol pençe ile ölçülür ve kaç tane geniş aralık, kaç tane dar
aralık geldiği hesaplanır. Geniş ve dar aralıkların kaç santime karşılık
geldikleri bellidir. Buna göre uzaklık değeri bulunur ve harita ölçeği ile
kıyaslanarak gerçek uzunluk hesaplanır.
3 ) HARİTA
ÖLÇER KULLANMAK
Harita ölçer olarak adlandırılan ve bu amaç için
üretilmiş özel aletler bulunmaktadır. Mekanik ve elektronik çeşitleri bulunan
bu aletler ile harita üzerinde ölçülmek istenen uzaklık hesaplanabilmektedir.
Sistemin esası, dönen bir silindirin ölçülmek istenen mesafe üzerinde
yürütülmesine dayanmaktadır. Mekanik harita ölçerlerde silindirin hareketinin
kaç cm olduğu bir ibre aracılığı ile bize gösterilir. Daha sonra bu bilgi,
haritanın ölçeği ile oranlanarak gerçek uzunluk hesaplanır. Elektronik harita
ölçerlerde, haritanın ölçeği girilir ve daha sonra ölçüm yapılır. Digital
gösterge bize direk olarak uzunluğu gösterir. Mekanik olanlarının fiyatı 27 DM’dan
başlamaktadır. Elektronik olanlar ise, 43 DM dır.
HARİTANIZA
BAKARAK KOORDİNATLARINIZI HESAPLAYABİLİRSİNİZ
Doğada kaybolduğunuzu ya da bir kaza geçirdiğinizi
varsayalım. Telsiz ya da cep telefonu aracılığı ile yarım ekiplerine
ulaşabilirsiniz. Ancak yardım
ekiplerinin size ulaşabilmesi için onlara nerede bulunduğunuzu tam olarak
anlatabilmeniz gerekir. Çeşitli şekillerde bulunduğunuz yeri tarif
edebilirsiniz ama aslında bunun en sağlıklı yolu, bulunduğunuz noktanın
koordinatları onlara verebilmektir. GPS sahibi iseniz bu çok kolaydır.
Koordinatlarınızı hemen görebilirsiniz. Değilseniz üzülmeyin haritanıza bakarak
da koordinatlarınızı hesaplayabilirsiniz.
Harita üzerinde bulunduğumuz noktayı rakamsal olarak
belirleyebilmek için kareleme yöntemi kullanılır. Haritalar, haritayı doğu-batı
ve kuzey-güney (grid çizgileri) doğrultularda kesen çizgilerle karelenmiştir.
Her çizginin bir numarası bulunur. Bu numaraları kullanarak yerimizi tarif
ederiz. (Burada bir dip not olarak şu bilgiyi vermekte yarar var, her haritada
ölçek ne olursa olsun, her bir kare = 1 km2 dir)
KARELEME
YÖNTEMİ NEDİR?
İzlenecek yöntem şu şekildedir. Önce harita üzerinde
bulunduğumuz noktayı işaretleriz. Daha sonra bu noktanın haritanın hangi
karesine denk geldiğine bakarız. Bulunduğumuz noktanın 38 yatay, 50 dikey
çizgilerinin kesişerek oluşturduğu bir kare içinde olduğunu varsayalım.
Kareleme yöntemi, bu karenin hem yatay hem dikey çizgisinin 10 eşit parçaya
bölünmesi esasına dayanır. 1/50.000 ölçekli bir haritada çalışıyorsak bölme
aralıkları 2 mm .
1/25.000 ölçekli bir haritada çalışıyorsak bölme aralıkları 4 mm . dir. Daha sonra harita
üzerinde bulunduğumuz noktadan yatay ve dikey çizgilere dik gelecek şekilde
birer çizgi çekeriz. Çektiğimiz çizgiler, 10’a böldüğümüz alanlarda hangi
rakama karşılık geliyorsa bu rakamları kullanırız. Bu rakamların yatay çizgide
9, dikey çizgide 7 olduğunu düşünelim. 9 ve 7 rakamı oluşturacağımız 6 haneli
koordinat değerimizin üçüncü ve sonuncu rakamlarını oluşturacaktır.
Koordinatımızı
belirleyebilmek için, kareyi oluşturan rakamları önce yatay çizgi değeri, sonra
dikey çizgi değeri gelecek şekilde arka arkaya yazarız ve 3850 rakamını elde
ederiz. Üçüncü rakam olarak belirlediğimiz 9 ve sonuncu rakam olarak
belirlediğimiz 7 rakamını da yerlerine koyarsak, 389507 rakamını elde ederiz.
Bu 6 haneli rakam, bizim harita üzerinde bulunduğumuz noktanın koordinatıdır.
Bu koordinatları verdiğimizde bizi arayanlar elleri ile koymuş gibi
bulabilirler.
PUSULAMIZIN ROAMERİNİ KULLANARAK KOORDİNAT HESAPLAMAK
Eğer roameri bulunan bir
pusula kullanıyorsak (şekil 2 deki pusula gibi) koordinatlarımızı
hesaplayabilmek daha kolaydır. Çünkü bu durumda, yatay ve dikey çizgileri 10
eşit parçaya bölmek gibi bir işlem yapmamıza gerek yoktur. Pusulanın roameri,
bu işlemi basit bir şekilde yapabilmemiz için çeşitli bölünümlere sahiptir.
Pusula üzerinde 1/50.000 ve 1/25.000 ölçekli haritalarda kullanılmak üzere iki
roamer bulunmaktadır. Haritamızın ölçeğine göre kullanacağımız roameri seçeriz.
İlk iş olarak harita üzerinde bulunduğumuz noktayı işaretleriz. Daha sonra
roamerimizin köşesini bu noktaya yerleştiririz. İçinde bulunulan karenin
roameri kestiği noktalar, koordinat sayımızın üçüncü ve sonuncu rakamlarıdır.
Bundan sonra izlenecek yol, yukarda anlatılanın aynıdır.
PUSULANIZIN ROAMERİNİ KULLANARAK UZAKLIK HESAPLAMAK
Cetvel kullanarak harita
üzerinde nasıl uzaklık hesaplandığını anlatmıştık. Burada cetvel yerine
roamerin cetveli kullanılır. Roamer cetvelinin kullanılmasının amacı daha kolay
hesap yapabilmek içindir. Roamer cetvelinde her birim, 100 m . dir.
HARİTADAN PUSULAYA İSTİKAMET AÇISI ALMAK
Harita ve pusulanın
birlikte en yaygın kullanım şekli budur. Doğada elimizde haritamız varsa,
haritaya bakar ve belirlediğimiz bir noktadan (bu genellikle bulunduğumuz
noktadır) başka bir noktaya gitmeyi planlarız. Bu işlemi yaparken haritadan
pusulaya istikamet açısı almamız gerekir. Ayrıca görüş mesafesinin düşük olduğu
alanlarda yol alırken de bu yöntem oldukça
kullanışlıdır.
Yapılacak işlemler şu şekildedir.
1)
Haritanızı yere
paralel konumda tutun. Harita kuzeyinin nereyi gösterdiği önemli değildir. (Ancak
gene de harita ile işlem yapmadan önce haritayı yönüne koymak iyi bir
alışkanlıktır) Harita üzerinde bulunduğunuz A noktası ile gitmek istediğiniz B
noktasını bir çizgi ile birleştirin.
2)
Pusulanızın
uzun kenarını, hareket yönü oku, B yi gösterecek şekilde, çizdiğiniz çizgiye
teğet ya da paralel olacak şekilde A ile B arasına yerleştirin.
3)
Pusula yuvası
kuzeyi (kuzey–güney çizgileri) haritanın kuzey–güney çizgilerine (boylamlarına) paralel
olana kadar pusulanızın döner bileziğini çevirin. Burada dikkat etmeniz gereken
şey, döner bilezik üzerindeki N işareti ile harita kuzeyinin aynı hizada
olmasıdır. Yani döner bileziği çevirme işlemini yaparken bu duruma dikkat
edilmesi gerekiyor.
4)
Paralel konuma
ulaşınca, istikamet açısı okuma çizgisinin karşısına gelen döner bilezik
rakamını okuyun. Bu rakam, sizin A dan B ye ilerlerken kullanacağınız istikamet
açınızdır. Bu aşamadan sonra harita ile işiniz kalmıyor, onu katlayıp çantasına
koyabilirsiniz. Bundan sonra daha önceki bölüklerde anlatılan istikamet açısı
takip etme yöntemlerini kullanacaksınız.
5)
Pusulanızı elinize
alın ve pusula yuvası kuzey-güney çizgileri ile pusula ibresi kuzey ucu
birbirine paralel konuma gelene kadar pusulanızla birlikte kendi etrafınızda
dönün. İstenen konuma geldiğinizde üç kuzey birbiri ile çakıştırılmış olur.
6)
İstenilen
konuma geldikten sonra, pusula hareket yönü okunun gösterdiği yön, B ye ulaşmak
için izleyeceğiniz yöndür. Ara hedefler belirleyerek ve istikamet açısı takip
etmek bölümünde anlatılan yöntemleri izleyerek yolunuza devam edebilirsiniz.
PUSULADAN HARİTAYA İSTİKAMET AÇISI ALMAK
Bir önceki aşamada
yaptığımız işlemin tam tersidir. Böyle bir işlemi, doğada gözle gördüğümüz
ancak haritada tam olarak belirleyemediğimiz bir noktayı saptayabilmek için
kullanırız. Dağcıların sık karşılaştıkları bir durum, bir zirveye çıktıktan
sonra etrafta görülen diğer zirvelerin hangileri olduğunu tespit etmekte
zorlanmaktır. Eğer devamlı gidilen bir bölgede iseniz etraftaki diğer zirveleri
zaten ezbere bilirsiniz. Ancak ilk kez gidilen bir dağda bunu belirleyebilmek o
kadar kolay olmayabilir. Eğer haritayı yönüne koyarak gözle belirleme yapamıyorsanız,
harita ve pusula kullanarak bu durum basit şekilde çözülebilir.
1)
Pusulanız ile
ilgili zirveye nişan alın.
2)
Pusula yuvası
kuzeyi (kuzey–güney çizgileri ) ile pusula ibresi kuzey ucu birbirine paralel
olana kadar döner bileziği çevirin.
3)
Bu konuma gelince
istikamet açısı okuma çizgisinin karşısına gelen döner bilezik değerini okuyun.
Bu rakam bulunduğunuz noktadan, belirlediğiniz noktaya olan istikamet
açınızdır.
4)
Şimdi bu açıyı
haritanıza aktarmanız gerekmektedir. Bu işlem gönye yardımı ile yapılabilir.
Gönyenizi bulunduğunuz noktaya yerleştirin ve tespit ettiğiniz istikamet
açısını işaretleyerek, bulunduğunuz nokta ile işaretiniz arasında bir çizgi
çekin. Bu çizgi bilmek istediğiniz zirvenin üzerinden geçecektir. Ancak gönye olmaksızın da pusulanızla,
pusulayı gönye gibi kullanarak işi halledebilirsiniz. Bunun için pusulanızı
haritanız üzerine öyle bir şekilde koymalısınız ki, istikamet açı değeriniz hiç
bozulmadan (pusula yuvası KG çizgileri harita grid çizgilerine paralel konumda
iken) ve pusula yön oku belirlemek istediğiniz zirveyi gösterirken, pusulanızın
uzun kenarındaki cetvel, haritada bulunduğunuz noktaya teğet olsun.
5)
Bu pozisyonda,
haritada bulunduğunuz noktaya teğet olan pusula cetvelinden çizeceğiniz düz bir
çizgi, belirlemek istediğiniz zirveden geçecektir. Böylelikle belirlediğiniz
zirvenin hangisi olduğunu haritanıza bakarak tespit etmiş olursunuz.
HEDEFLEME YÖNTEMİ İLE KONUM SAPTAMAK
Elimizde harita ve pusula
bulunabilir, ancak biz haritanın hangi noktasında olduğumuzu tespit edemeyebiliriz.
Pusulamız aracılığı ile haritanın neresinde olduğumuzu saptamak kolaydır. Bunun
için arazi üzerinde üç tane nokta saptamamız gerekmektedir. A, B ve C noktaları
olarak adlandıracağımız bu noktaların pusula ile ölçeceğimiz istikamet
açılarından yararlanarak bulunduğumuz yeri tespit edebiliriz.
Yapılacak işlemler şöyledir.
1-
Haritayı pusula
yardımı ile yönüne koyunuz.
2-
180 derecelik
bir yay içinde dağılacak şekilde, arazide görebildiğiniz 3 tane nokta (zirve
olabilir) belirleyin Bunlara A, B ve C diyelim.
3-
Bulunduğunuz
noktadan A noktasına olan istikamet açısını ölçün.
4-
Daha sonra
bulduğunuz istikamet açısının, geri istikamet açısını hesaplayın ve bu açıyı kullanarak
A dan geriye doğru (bulunduğunuz noktaya doğru) harita üzerinde bir çizgi
çekin. Bu işlem, geri istikamet açısı hesaplamaksızın da yapılabilir. Bunun
için pusulanızı, belirlediğiniz A noktasına koyup (pusula yuvası KG çizgileri
ile harita grid çizgileri birbirine paralel konumda olmalıdır) pusula cetvelini
kullanarak geriye doğru bir çizgi çizilir.
5-
Aynı işlemleri
B ve C noktası için de tekrarlayın.
6-
Böylece harita
üzerinde üç tane doğrultu elde etmiş olursunuz. Bu doğrultular birbirleri ile
kesişerek bir nokta ya da küçük bir üçken oluşturacaklardır.
7-
Haritada
bulunduğunuz yer, bu noktanın üzeri ya da bu küçük üçgenin içidir.
Yazan:
Yavuz İşçen / Ankara
Aralık
2000
Doğada Köpek Saldırıları ve Korunma
Baldırdaki Diş İzleri
Çeşitli
nedenlerle doğada bulunan, dağa tırmanan, trekking yapan insanlar, burada
kuşkusuz bir çok tehlike ve risklerle karşılaşabiliyor. Bu tehlikeler, evde
oturduğumuz yerden hesaplayamayacağımız çeşitlilikte ve boyutta olabiliyor. Bu
şartlarda her doğa insanının, gezginin bilgi birikimi ve deneyimlerini
artırarak olası riskleri en aza indirebilmek için çaba harcaması gerekliliği
ortaya çıkıyor. Bu durum aslında bir tercih sorunu değil; yani doğaya giden
insanlar bu donanıma sahip olmak zorundalar. Gerekli bilgi birikimi pratik
hayatın içinde, uzun bir zaman diliminde kendiliğinden gelişiyor. Ancak
başkalarının birikimlerinin özetlendiği çalışmaların incelenmesinin bu süreci kısaltacağı
ve kendi deneyimlerimizle belki de hiç elde edemeyeceğimiz bilgileri bize
sunacağı da göz ardı edilmemeli. Bazen çok ufak bir bilginin bile hayat
kurtarıcı olabileceği unutulmamalı.
Son
yıllarda şehir yaşantısının çeşitli nedenlerle bıktırdığı birçok insan doğaya
açılabilmek için bütün olanaklarını zorluyor. Birçok tur şirketi alternatif
programlar düzenleyerek bu potansiyeli ticari anlamda değerlendirmeye
çalışıyor. Aslında başlı başına bu durum bile riskin boyutunu ciddi anlamda
çoğaltıyor. Birtakım kazaların yaşanmamış olması hiçbir zaman yaşanmayacağı
anlamına gelmiyor.
YABAN HAYVANLARI
ve ÇOBAN KÖPEKLERİ
Her
biri ayrı bir incelemenin konusunu oluşturabilecek birçok tehlikeli durumla
doğada karşılaşabiliyoruz. Bu incelemenin konusu, doğada belki de insana
saldırma cesaretini kendinde bulabilen tek tür olan köpeklerle ilgili (sanırım
bir de sivrisinekler var) Doğa insanlarının karşılaştığı köpek türü ise daha
çok çoban köpekleri oluyor. Kuşkusuz doğada köpekten çok daha tehlikeli hayvan
türleri bulunuyor. Ülkemiz için konuşuyorsak; boz ayı, kurt, yaban domuzu,
akrep ve özellikle zehri insanı da öldürebilen tek tür olan engerek yılanları
bunların başında geliyor.
Ancak
bu hayvanların hiç birinin özel bazı durumlar haricinde insana saldırmaları söz
konusu değil. Hayati tehlike altında bulunmak ya da yavrusunu veya yuvasını
korumak gibi bir durum yoksa ben hiçbir hayvanın insana saldırdığını duymadım.
Zaten doğaya çıktığınızda bu tür yaban hayvanları ile karşılaşma olasılığınız
neredeyse yok denecek kadar azdır. Olur da bir şekilde karşılaşırsanız bu
hayvanlar sizi gördüklerinde çok büyük bir olasılıkla başlarını belaya sokmamak
için olanca hızları ile kaçacaklardır. 25 yıldır doğada bulunmuş son 12 yıldır
da aktif olarak mağaracılık ve dağcılıkla uğraşan biri olarak bugüne kadar
doğada hiç kurt ve ayı görmedim. Bir kere engerek yılanı, bir kere de akrep
gördüm. Hepsi bu kadar. Yıllar önce ormanda bir gece yaban domuzu sürüsünün
içinde çıt çıkarmadan durmuştum. 10 kadar bireyden oluşan bu sürü, 5 m . kadar yakınımda
dolaşıyordu. Beni fark ettikleri an korku ile panik halinde nasıl
kaçıştıklarını hala hatırlıyorum.
HANGİSİ DAHA
TEHLİKELİ?
Özetle
yaban hayvanları saldırısı açısından çok risk altında olduğumuzu
söyleyemeyeceğim. Ancak defalarca çoban köpeklerinin saldırısı ile karşılaştım.
Paçayı çok zor kurtardığım anlar oldu. Bu açıdan bakıldığında belki de doğada
karşılaşabileceğimiz hayvan saldırısı açısından en yaygın ve tehlikeli durumun
çoban köpeği saldırısı olduğunu söyleyebilirim. Köpek ve özellikle de çoban
köpekleri insana saldırma konusunda tereddüt etmeyen tek canlı olma konumunu
koruyor.
Koruma,
kollama, sahiplenme ve görev güdüleri, diğer köpek türlerine göre daha gelişmiş
olan çoban köpekleri, korudukları sürü ya da ağıl gibi bir mekan için, insana
saldırmak da dahil her türlü riski göze alabilmektedirler. Bu onlarda içgüdüsel
olarak vardır ve kalıtımsaldır. Yoksa insana saldırmak pek akıl kârı gibi görünmüyor. Aslında insana
saldırırken bile bunu sahibi olan başka bir insanı ya da onun çıkarlarını
korumak için yapıyor olması, çelişkili gibi görünse bile asıl niyetin saldırı
değil koruma olduğunu gösteriyor. Bu özellik bize saldırıdan korunabilmenin ipuçlarını
da veriyor. Çok basit şekli ile söylemek gerekirse köpeğin koruduğu şeyden uzak
durmak mantıklı gözüküyor.
TEHLİKENİN BOYUTU
Çoban
köpeği saldırısına uğradığımızda bunu hiç de hafife almamamız gerektiğini
düşünüyorum. Çoban köpekleri genellikle bir sürüyü koruduklarından sayıca
kalabalıktırlar. Sürünün büyüklüğüne göre ve kurt riskinin fazla ya da az
olmasına bağlı olarak sayıları değişebilmektedir. Ortalama olarak bir sürüyü
koruyan 4–5 tane çoban köpeği bulunmaktadır. Saldırı anında bunların hepsi
işini gücünü bırakıp eğlenceye katılmaktadır. Grup psikolojisi ile davranan
köpekler birbirlerinden cesaret alarak saldırıyı hep birlikte
gerçekleştirmektedirler. Köpek sayısının artması tehlikenin boyutunu da
artırmaktadır. Olası kurt saldırılarına karşı kurdun köpeği boğmaması için
köpeklerin boyunlarına takılan ucu sivri demirden yapılmış boyunluklar insanlar
için de çok tehlikelidir. Bir keresinde çoban köpeğinin başını okşamak gibi
gaflette bulunduğum bir anda köpek başını diğer tarafa doğru hızlıca çevirince
boyunluğu elimi bıçak gibi kesmişti.
Grubun
en cesaretli köpeği (bu aynı zamanda o grubun lider köpeğidir) genellikle
saldırıyı ilk başlatan ve ilk ısıran olmaktadır. İnsana saldırdıklarında
çoğunlukla bacağından ısırıp yere düşürebilmektedirler. Diğer köpeklerin de
katılımıyla yerde de devam eden ısırmalar sırasında ölümcül olabilecek ciddi
yaralar almak mümkündür. Diş yaralarının yanı sıra boyunluk demirinin kesmesi
sonucu oluşan yaralar da hayli fazladır.
KÖPEĞİN ATALARI ve
EVRİMİ
Bütün
doğa insanlarını, gezginleri tedirgin eden köpek saldırısı olayını eğer bir
köpek fobisine dönüştürmek istemiyorsak, belki de köpekleri yakından tanımanın
yararları olacaktır. Canis familiaris bilimsel adı ile tanınan evcil köpeğin
atası olmaya en yakın aday, eskiden bütün Avrupa, Asya ve Kuzey Amerika’da
yaşayan ve birçok alt türü bulunan boz kurttur (Canis lupus). Günümüzde 100’ü
aşkın soy, tümüyle insanlar tarafından geliştirilen ıslah yöntemleri sonucu
ortaya çıkan tiplerin kendi içlerinde üretilmesi ile gelişmiştir.
Bunlara
genetik mutasyonların farklı etkilerinin de katılması ile seçkin türler elde
edilmiştir. Eski fosil kalıntılarının incelenmesinden köpeğin ilk kez Orta
Doğu’da günümüzden en az 10.000 veya 35.000 yıl önce evcilleştirilmeye
başladığını anlamaktayız. Köpeğin uyum yeteneği, zekası ve becerileri de
evcilleşme sürecinde kuşkusuz önemli bir etkendir. Eldeki bulgular, evcil
köpeğin büyük bir hızla her iki yarıküreye ve kutup bölgelerinden tropik
iklimlere kadar her bölgeye yayıldığını göstermektedir.
KÖPEKLERİN ÜSTÜN
YETENEKLERİ
Hayvanlar
dünyasının zeki yaratıkları arasında bulunan köpek, karanlıkta insana göre çok
daha iyi görebilme yetisine sahiptir. Ancak doğuştan renk körü olan bu
hayvanlar renkleri ayırt edemezler. Yeşil ışık yandığında kılavuzluk yaptığı
kişiyi yolun karşısına geçiren köpek, ışığı renginden değil bulunduğu konumdan
tanıyarak hareket etmektedir.
Ancak,
köpeklerin asıl üstünlükleri işitme ve özellikle de koku alma duyularındadır.
İşitme duyuları insana göre oldukça gelişmiştir. Bizim duyamadığımız
frekanslardaki birçok sesi köpekler duyabilir. Köpeklerin sesleri insana göre 4
kat daha uzak mesafelerden duyabildikleri saptanmıştır. Bizim için fazla
gürültülü olmayan ıslık sesi köpekler için oldukça tiz bir sestir ve bu sesi
çok uzaklardan duyabilmektedirler. Bu nedenle uzaklaşmış bir köpeği çağırmak
için ıslık çalmak iyi bir yöntemdir.
Bu
özellikleri aleyhlerine kullanılan köpekler, insan kulağının duyamayacağı,
ancak köpeğin fazlasıyla duyabileceği ve duyduğunda da rahatsız olacağı boyutta
bir ses çıkaran basit pilli aletler ile uzaklaştırılmaya çalışılmaktadırlar.
Köpeksavar olarak Türkçeleştirebileceğimiz bu aletlerin, köpek saldırıları
karşısında ne kadar etkili olabildiklerini denemediğim için bilemiyorum. Köpeklerin
tartışmasız üstün oldukları alan koku alma yetenekleridir. Köpeklerin burun içi
yapısı, kokuya duyarlı sinir uçlarına geniş yüzey sağlayacak şekilde
oluşmuştur. İnsanda bu alan 3 cm2 iken, köpekte 130 cm2 dir. Ayrıca beyinlerinde bulunan koku alma merkezi
çok daha gelişmiş düzeydedir. Çok fazla sayıdaki kokuyu birbirinden ayırt edip
hafızalarında barındırabilecek bir yapıları vardır. Beyinlerindeki bu iş için
ayrılmış hücre sayısı insandan 40 kat daha fazladır. Köpeğin koklama yeteneği
ona, insana göre bir milyon kat daha fazla iletişim ve bilgi temin etmektedir.
Koku
konusundaki bu şaşırtıcı üstünlükleri onların insanlar tarafından farklı
amaçlarla kullanılmalarını getirmiştir. Avcılıkta kullanılan av köpekleri,
narkotikte kullanılan köpekler ve en son yaşanan Marmara depreminden
hatırlayacağımız gibi enkazın altından hayat kurtaran köpekler bunlara birer
örnektir.
KÖPEĞİN DAVRANIŞ
ŞEKİLLERİ ve ÖZELLİKLERİ
“Havlayan
köpek ısırmaz” diye bir atasözümüz var. Buradan ısıracak bütün köpeklerin
havlamadan sincice yanaşıp birdenbire ısırdıkları gibi bir sonuç çıkarmaya
sakın kalkışmayın. İstisnai bir durum olmakla birlikte bu şekilde davranan
köpeklerin olduğu da bilinmelidir. Bu davranış şekli tehlikeli olarak gördüğü
kişiyi bir çeşit gafil avlamak düşüncesi ile yapılmış olabilir. Daha çok kendi
veterinerlerini bu şekilde avlayan köpeklere rastlanmaktadır. Oysa doğada
karşılaşacağınız çoban köpekleri çok uzaktan havlayarak üzerinize doğru
geleceklerdir ve gelirken tek düşünceleri vardır o da sizi ısırmaktır. Bundan
emin olabilirsiniz. Sakın atasözüne güvenip köpeği test etmeye kalkışmayın. Bu
test size pahalıya mal olabilir. Bu noktada köpek davranış şekillerini biliyor
olmak kendinize olan güveninizi artıracağı gibi, belki sizi kaçınılmaz gibi
görünen sondan koruyabilir.
Evcil
köpekler de, ataları olan kurttan davranış anlamında fazla farklı değildirler.
Topluluk halinde (sürü) yaşama ve grup içi hiyerarşik düzene uyma
eğilimindedirler. Baskı olmadıkça ya da eğitilmedikleri sürece insan
davranışlarına karşı koyma güdüsüne sahiptirler. Köpekte gözlenen insana karşı
bağlılık ve itaat, karşılıklı güven temelinde zaman içinde oluşmaktadır.
Köpek
türlerinin içgüdüsel davranış kalıplarına sahip oldukları bilinmektedir.
Aslında bu özellikleri onları insanlara yakınlaştırmış ve insanın bir
yardımcısı konumuna getirmiştir. Ev ve aile bireylerini koruma ve kollama
dürtüsü köpeğin tarzının temelini oluşturur. Köpekler, diğer köpekleri ve
insanı türdeş sayarlar. Kendilerine benzetirler. Ev köpeklerine göre ailenin
bir başı vardır. Köpek onu daima bu konumu ile benimser ve bir karar unsuru
olarak sayar. Ender olmakla birlikte bazı durumlarda köpeğin kendini karar
unsuru olarak kabul ettiği ve ailenin reisi gibi gördüğü hallere de
rastlanmaktadır. Eğer köpek böyle bir konumu benimsedi ise ne yapacağını fazla
kestiremezsiniz. Yerine göre tüm aileye bile saldırabilir.
ÇOBAN KÖPEKLERİ
Çoban
köpekleri, kolladıkları sürüyü kendi
halkı gibi algılarlar. Çoban ise her zaman aile reisi konumundadır. Köpeğin
koruma içgüdüsü ait olduğu mekana ve sahibine yöneliktir. Buralara yönelecek
herhangi bir yaklaşım köpek açısından bir tehdit olarak görülmektedir. Siz
çobanın bir arkadaşı olabilirsiniz ya da koyun sürüsünün içine doğru ilerlerken
koyunlardan birini boğazlamak hiç aklınızdan geçmiyordur ama köpek bunu
algılayamaz.
Eğer
köpeğin nasıl davranacağını kestirebilmek istiyorsanız olaylara köpeğin
gözünden bakabilmelisiniz. Böyle bakmayı becerebilirseniz olası saldırıları da
önceden hesaplayabilirsiniz. Bir arkadaşım Sinop’taki eski Amerikan Üssü’nü
gezerken buradaki bir köpek tarafından ısırılmış. İyi bir koruma eğitimi almış
olan bu köpeğin bakıcısı ile arkadaşım konuşuyorlarmış. Bu arada köpek oturur
vaziyette yanlarında duruyormuş. Konuşmanın sonunda arkadaşım köpeği çok
beğenmiş ve bakıcısına fotoğrafını çekmek istediğini söylemiş. Bakıcı da
çekebilirsin demiş. Arkadaşım bel çantasında bulunan fotoğraf makinesini
çıkartmak için elini beline doğru götürdüğünde, baştan beri son derece sakin
olarak oturmakta olan köpek oturduğu yerden ok gibi fırlamış ve arkadaşımın
elini ısırdığı gibi parçalamış. Bu örnek aslında köpeğin ve bizim dünyayı ne
kadar farlı gözlerle algıladığımızı gösteriyor. Eğer arkadaşım, köpek
davranışları hakkında biraz bilgi sahibi olsaydı böylesine riskli bir hareketi
koruma eğitimi almış bir köpeğin karşısında kesinlikle yapmazdı.
Doğada
bir çobanın konuğu olduğunuzda aslında onun dostu olduğunuz her halinizden
bellidir. Çobanla oturup konuşuyor, yiyip içiyor olabilirsiniz. Köpek de bunu
hisseder ve ona göre davranır. Ancak köpeğin bulunduğu ortamda sakın
davranışlarınızı abartmaya kalkışmayın. Örneğin çobana bir el şakasında
bulunmayın. Ya da yanınızda çoban olsa bile sürünün içine girmeye, ağıla
yanaşmaya kalkışmayın. Unutmayın ki çoban köpeği sizi her zaman için potansiyel
bir tehlike olarak görmektedir. Havlamıyor ya da saldırmıyor olması hep böyle
olacağı anlamına gelmez. En ufak bir ters hareketinizde aniden yerinden
fırlayıp üstünüze gelebilir. Yanınızda köpek duruyorsa dikkati hiç elden
bırakmayın. Bir davranışta bulunmadan önce mutlaka köpeğin gözünden olayı
değerlendirin.
Sultan
Dağları’nda 2075 m .
yükseklikteki Yellibel kamp yerinde ağılların karşısına çadırlarımızı
kurmuştuk. Bir gün sonra kamp yerimize gelen koyun sürüsünün çobanları ile
arkadaş gibi olmuş, çay demleyip birlikte bir şeyler yemiştik. Dört saat kadar
sohbetten sonra çoban, ağılı ve orada barındıkları kulübeyi göstermek üzere
arkadaşımı davet etmiş ve birlikte ağıla doğru yürümeye başlamışlardı. O ana
kadar etrafta yatmakta olan köpekler birden bire saldırıya geçip iki çobanın
bütün engelleme ve koruma çabalarına karşın arkadaşımın baldırında sonradan 7
dikişle kapanacak bir yara açmayı başarmışlardı.
Köpekli
bir ortamda bulunuyorsanız mümkünse dost olduğunuzu ona hakikaten belli
etmekten kaçınmayın. Köpeğe yiyecek vermek bu konuda oldukça iyi sonuçlar
vermektedir. Her zaman aç olan çoban köpekleri verdiğiniz yiyeceklere hiç
itiraz etmeyeceklerdir. Yiyeceği uzaktan fırlatarak köpeğe atabilirsiniz.
Yiyecek almak için bile olsa yanınıza fazla yanaşmasına izin vermeyin. Hele
şehirli duyarlılığı ile elinizden falan yedirmeye sakın kalkışmayın. Bu ancak
köpekle gerçek bir samimiyet kurduktan sonra olabilir.
ÇOBAN KÖPEKLERİNDE
GÖREV BİLİNCİ
Kimi
köpeklerin kızgınlıkları sahipleri tarafından bile denetlenememektedir. Bu
şekil saldırganlaşmış bir köpek fazlasıyla tehlikelidir. Frenlenemeyen saldırganlık
çevredekiler için büyük tehdit oluşturmaktadır. Mümkünse oradan uzaklaşmalı ya
da güvende olunacak bir konumda bulunulmalıdır (arabanın içi fena
sayılmaz).
Çoban
köpeklerinin komut altında çalışma ve katı kurallara uyma yetenekleri
fazlasıyla ön plandadır. Hayvanları ve insanları gütmekten büyük bir zevk
alırlar. Yıllar önce Işık Dağı’nda kalabalık bir grupla derin karda iz açarak
yürüyüş yapıyorduk. Oldukça iri ve çok güzel bir çoban köpeği koşarak yanımıza
geldi. Bütün davranışları tamamen dostçaydı. Yürüyüş grubunun başına geçerek 25 m . kadar önden grubu
götürmeye başladı. Hızını tamamen bizim tempomuza göre ayarlıyordu. Bizler mola
verdiğimizde ya da geride kalanları beklemek için durduğumuzda o da yerinde
oturarak bizi bekliyordu. Sürekli geriye bakarak grubun durumunu kontrol
altında tutuyordu. 5 saat kadar bizle bu şekilde yürüdükten sonra yaylaya
ulaştığımızda bizi terk etti.
Koruyuculuk
ve görev bilinci çoban köpekleri için o kadar önemlidir ki, bir nedenle sürüden
ayrılan ve yalnız kalan koyunların başında 3 - 4 gün aç susuz beklediklerine
şahit olunmuştur. Aslında karakter olarak fazla saldırgan olmayan bu köpeklerin
genel olarak uysal oldukları bile söylenebilir. Doğada, dağcıların ve
gezginlerin sık dolaştıkları yerlerde karşılaştığımız çoban köpekleri,
insanlara kısmen alışkın oluyorlar. Sürünün içine girmediğiniz sürece size
fazla tepki göstermiyorlar. Ancak doğa insanlarına yabancı olunan ortamlardaki
köpekler kesinlikle daha saldırgan ve tehlikeli oluyorlar. Ağrı Dağı’nda 3200 m . yükseklikteki kamp
yerimizde yiyecek çantalarımıza saldıran ve bütün karşı koymalarımıza, yoğun
taş bombardımanımıza karşın bütün yiyeceğimizi zorla yiyen 4 tane çoban
köpeğini hiç unutamayacağım.
KÖPEĞİN VÜCUT DİLİ
Havlayan
köpek insana birtakım ikazlarda bulunuyor demektir. Bunun tek yorumu budur. Bu
ikazı dikkate almak durumundayız. Köpeğin havlıyor olması onun mutlaka kızgın
olduğu anlamına gelmez. Köpek bazı isteklerini anlatabilmek için de
havlamaktadır. Çağırma, oyuna davet, yapılmasını istediği bir şeyin
hızlandırılması gibi nedenlerle de köpek havlamaktadır. Köpeğin havlayış şekli
neye hangi niyetle havladığını belli etmektedir. Köpeğin özellikle insana ve
hayvana havlayış şekilleri birbirinden farklıdır. Bu şekli burada tarif
edemeyeceğim; ancak gözlerseniz bu farkı ayırt edebilirsiniz. Hatta av
köpeklerinin değişik av hayvanlarının izini sürerken çıkarttıkları havlama
sesleri birbirinden farklıdır. Usta avcılar bu sese göre köpeğin takip ettiği
hayvanın ne olduğunu anlayıp ona göre arazide pusuya yatacakları yeri seçerler.
Özetle köpeğin havlaması ve havlama şekli, köpeğin en önemli kendini anlatma
tarzıdır.
Havlayış
şeklinin yanı sıra vücut dili olarak adlandırabileceğimiz bazı davranış
şekilleri köpeğin içinde bulunduğu ruh ve düşünce halini anlamamızda bize
yardımcı olmaktadır. Köpeğin vücut dilini çözebilmek için onun duruş şekli
başta olmak üzere, yüz ifadesi, kulaklar, gözler, ağız şekli, tüyler ve kuyruk
pozisyonları gibi birçok özelliğine dikkat etmemiz gerekmektedir. Bize saldıran
bir köpeğin kızgınlık durumunu algılamamızda yarar vardır. Eğer köpek kuyruğunu
yere paralel olacak şekilde düz uzatıyor, ağız açık diş gösteriyor ve kulaklar
hafif geriye çekik bir pozisyonda tüyleri dikleşmiş olarak havlıyor, zaman
zaman dalacak gibi hamleler yapıyorsa bize çok kızmıştır. Ancak bizden de
korkuyordur. Dalabilecek cesareti yoktur. Gene de çok dikkatli olmak gerekir;
çünkü o an cesaretinin olmaması bu cesareti hiç bulamayacağı anlamına gelmez.
Bu durumu korkulu kızgınlık olarak adlandırabiliriz. Bu davranış tarzı daha çok
savunma durumundaki köpeklerde gözlenir.
Bize
saldıran köpek, kuyruğunu havaya doğru kaldırmış, kulaklarını geriye doğru
değil öne doğru dikmiş ise ve diş gösterip dalma hamleleri sergiliyorsa, durum
gerçekten ciddidir. Köpek çok kızgındır ve her an dalabilir. Bu durumu da
saldırgan kızgınlık olarak adlandırabiliriz. Bu durumdaki köpek, saldırı
pozisyonundadır. Sivas Kangal köpeklerinde kuyruk yukarı doğru kıvrılmış ve bir
halka oluşturacak şeklinde tutuluyorsa, bu durum köpeğin tetikte beklediği
anlamına gelmektedir. Bu davranışın arkasından duruma göre bir saldırı
başlayabilir. Kızmış durumdaki bir köpeği sahibi bile olsanız
sakinleştirebilmek, öfkesinin geçmesini sağlamak pek kolay değildir. Bu oldukça
ustalık isteyen bir konudur. Sakin ve kendinden emin olmak, köpeği azdıracak
davranışlardan kaçınmak yerinde olacaktır.
KÖPEĞİN YÜZ
İFADESİ
Köpeğin
yüz ifadesini algılayabilmek önemlidir. Bazen köpek gözlerini size dikip sabit
bir bakışla sizi süzmeye başlayabilir. Bu durum açık bir meydan okumadır. Bu
davranışın bir adım ilerisinde saldırı başlayabilir. Size sabit bakışla bakan
bir köpeğe ya da herhangi bir anda, bir köpeğe gözlerinin içine doğru devamlı
bakarsanız, köpek bundan sizin de ona meydan okuduğunuz sonucunu çıkartır. Böyle
bir davranış karşılıklı restleşmek gibi bir şeydir ve eğer elinize
güvenmiyorsanız blöf yapmamanızı öneririm. Özetle o an gelebilecek bir
saldırıyı bertaraf edebileceğinizden emin değilseniz köpeğin gözlerinin içine
devamlı bakmamanızda yarar vardır.
Köpek
saldırısına maruz kaldığınız bazı özel durumlarda meydan okumanız da
gerekebilir. Meydan okumak, başka seçeneğinizin kalmadığı bir anda yapılabilir.
Bir keresinde 5 tane çoban köpeği tarafından çevrilmiş ve küçük bir çember
içine sıkıştırılmıştım. Kabus gibiydi. Köpekler dalabilmek için fırsat
kolluyorlardı. Köpeklerden özellikle bir tanesi sürekli dalma hamlesi yapıyor
ve etrafımda dört dönüyordu. Yere çömelmiş gelebilecek saldırıya karşı
korunmaya çalışıyordum. Ekip lideri gibi görünen ve en saldırgan davranışları
sergileyen bu köpekten gözlerimi bir an olsun ayırmadım. Bu birbirimizi test
ettiğimiz kısa fakat çok önemli anlardı. Meydan okumamdan etkilenmiş olacak ki
bir türlü dalacak cesareti toplayamadı (bunda atmadığım ancak elimde
bulundurduğum, köpek dalma hamlesine geçtiğinde atacakmış gibi yaptığım iri
taşın da etkisi bulunabilir). Neyse ki çoban koşarak tam zamanında yetişti ve
beni bu tehlikeli kumardan kurtardı. Blöfüm tutmuştu; ancak kumarda acemi
iseniz blöfü hiç denememeniz daha yerinde olacaktır.
SİVAS KANGAL ÇOBAN
KÖPEKLERİ
Çoban
köpekleri üzerinde bu kadar durup da Sivas Kangal köpeğinden bahsetmemek olmaz.
Literatürdeki adı “Anadolu Çoban Köpeği” olan, Sivas’ta ve özellikle de Kangal
İlçesi çevresinde geliştirildiği için “Kangal Köpeği” olarak bilinen çoban
köpekleri, ülkemizde ve dünyada da en makbul olarak kabul edilen türler
arasındadır. Bu kadar değer verilmesinin bir nedeni, gen yapısında başka köpek
geni bulunmamasıdır. Bu yapısı ile ülkemizde ve dünyada en özgün soy olarak kabul
edilmiş ender köpek türlerinden biridir.
IRK ÖZELLİKLERİ
Kangal
köpeklerinin ırk özelliklerini bozmaksızın geçmişten günümüze dek
gelebilmeleri, gerek yetiştirildikleri Kangal ve çevresinin, gerekse
Anadolu’nun özgün coğrafi koşulları ve halkının geçim ve yaşam şartları ile
yakından ilgilidir. Geçimin ağırlıklı olarak hayvancılıktan sağlandığı
Anadolu’da, koyun sürülerinin kurtlardan korunabilmesi oldukça önemlidir.
Dünyadaki köpek ırkları arasında kurda karşı koyabilen, duruma göre onu
boğabilen tek tür Kangal köpeğidir. Böyle olunca sürü sahipleri geçmişten
günümüze değin bu köpeğe gözleri gibi bakmışlar ve değer vermişlerdir. Soyunun
bozulmaması ve geliştirilebilmesi için uğraşmışlardır. Bu çaba Kangal
köpeklerinin özgün bir tür olarak günümüze kadar gelmesini sağlamıştır.
TARİHÇESİ
Kangal
köpeğinin geçmişine ilişkin bir belge bulunmamaktadır. Böyle olunca köpeğin
geçmişine ilişkin bir çok söylentiyle karşılaşma olasılığımız daha da
artmaktadır. Ancak bilinen bir gerçek, Osmanlı Devleti döneminde de Kangal
köpeklerinin bilinen ve aranan bir tür olduğudur. Evliya Çelebi
Seyahatnamesi’nde, aslan kadar kuvvetli olduğunu belirttiği bu köpeklerden
bahsetmektedir. Osmanlı arşivlerine ait bazı belgelerde bu köpeğin
yetiştiriciliğinin yapıldığı belirtilmektedir.
KURT BOĞABİLME ÖZELLİĞİ
Bu
özellik Kangal köpeğini diğer köpeklerden ayırmaktadır. Koruyucu özellikleri,
sahiplerine bağlılıkları, zeki ve atak olmalarının yanı sıra çok güçlü olan bu
köpeklerin fazlasıyla cesaretli olduklarını söyleyebiliriz. Bu yapısı ile kurda
saldırmaktan korkmamaktadır. Ancak bütün Kangal köpeklerinin kurt boğdukları da
sanılmasın. Gene de bir kurda saldırabilmek güç, cesaret ve fazlasıyla da
tecrübeyi gerektirmektedir. Kurt boğmuş köpekler sahipleri için bir ayrıcalık
ve övünç kaynağı olmakta, geçmişinde böyle bir olay bulunan köpeklerin değeri
artmaktadır.
Sürü
köpeklerinin hepsinde boyunlarına takılmış sivri demirlerden oluşan yakalık
kurtla boğuşma sırasında köpeğe belirgin bir üstünlük kazandırmaktadır. Kurdun
köpeği boğmasını engelleyen bu yakalık sayesinde köpekler kurda saldırabilmek
için gerekli cesareti toplayabilmektedirler. Kangal köpekleri, kurda
saldırdıklarında kurda hızla çarparak onu yere yuvarlamaktadırlar. Bu çarpışma
sırasında köpek de yere düşmekte, ancak kurttan daha çabuk davranarak kalkıp
kurdun boynuna yapışmaktadır. Eğer kurt önce kalkıp köpeği boğmak isterse
demirden yakalığı köpeği korumaktadır. Böylece köpek ölümcül bir yara almaktan
kurtulmaktadır.
RUH HALLERİ
Kurda
saldırmaktan bile korkmayan, zaman zaman onu boğup öldürebilen bu yaratığın
insana neler yapabileceğini düşünmek bile istemeyiz. Ancak durum göründüğü
kadar vahim değildir. Kangal köpekleri aslında çok yumuşak karakterli, uysal ve
duygusal hayvanlardır. İnsanla çok çabuk dost olma eğilimindedir. Özellikle
çocuklara karşı daha koruyucu bir tavır içindedirler. Önsezileri kuvvetli ve
sahiplerine aşırı bağlı olan bu köpekler, sahipleri tarafından
azarlandıklarında, suçlu bir çocuk gibi başlarını öne eğerek, sahibinin
gözlerine mahzun mahzun bakıp affedilmek için adeta yalvarırlar. Hislerini hal
ve hareketlerinden anlamak mümkündür. Çeşitli mimik ve jestlerin yanı sıra
çıkarttıkları inlemeler ve çeşitli tonlardaki seslerle bir tür özür dilerler.
KÖPEK SALDIRISI
İLE KARŞILAŞTIĞIMIZDA NE YAPMALIYIZ?
Bu
bölümü yazarken amacım her duruma ve konuma uyabilecek bir reçete sunmak değil.
Böyle bir reçete vermek hem teorik olarak olanaksız hem de doğru olmaz. Ancak
gene de bazı genellemeler yapmanın ve konuyu başlıklar altında toplamanın
yararlı olabileceğini düşünüyorum.
1) İÇİNİZDEKİ
KORKUYU YENMELİSİNİZ
Saldıran
bir köpek, karşısındakinin tüm hareketlerini dizginler ve denetim altına alır.
Adeta sizi bloke eder. En ufak bir yanlış davranışınızda ısırılacağınızı hemen
algılarsınız. Bu durum gerçekten de korku vericidir. Köpek saldırısı karşısında
korkmamak mümkün değildir. Ancak köpek davranışlarını tanıyorsanız ve bu konuda
deneyim sahibiyseniz bu korku yerini daha bilinçli bir tavır olan endişe ve
tedbire bırakmalıdır. Aslında gerçekten de korkunun ecele faydası yoktur.
Üstelik köpek sizin ondan korktuğunuzu anlamakta hiç gecikmeyecektir.
Bakışlarınızdan en ufak davranışınıza kadar birçok hareketinizden köpek bunu
hemen anlar. Bazıları korku sırasında insanda salgılanan bir hormonun ve buna
bağlı olarak yayılan bir kokunun köpek tarafından fark edildiğini söylerler
ancak bu doğru değildir. Köpeğin korktuğunuzu algılaması sizin hareketlerinizi
yorumlamasına dayanmaktadır.
İçten
içe korkuyor bile olsanız bunu köpeğe hissettirmekten kaçınmalısınız. Çünkü
korktuğunuzu anlayan köpek size dalmakta tereddüt etmeyecektir. Oysa o an, emin
olun ki köpek de sizden korkmaktadır. Sürekli durumu kollama halindedir. Köpek
bu konumda kendine sürekli olarak ‘saldırayım mı, saldırmayayım mı’ sorusunu
soruyordur. Sizin davranışlarınız onun bu konudaki tavrını belirleyecektir.
Saldırı anındaki bu ön aşama rakiplerin birbirini test ettiği kısa bir süredir.
Bu testi başarı ile geçebilmek için içinizdeki korkuyu yenmeniz, kararlı ve
kendine güvenen bir tavır sergilemeniz yerinde olacaktır. Korkmadığınızı
gösterebilmek için de gereksiz davranışlardan ve hareketlerden kaçınmanızda
yarar vardır.
2) KENDİNİZE,
BİLGİ BİRİKİMİNİZE ve ZEKANIZA GÜVENİN
Bir
köpek size saldırıyorsa hemen hemen bütün avantaj onun elindedir. Birçok bakımdan
köpek bizden daha üstündür. Bizim elimiz, ayağımız ya da dişimizle ona karşı
koyacak onu püskürtebilecek bir yapımız yoktur. Böyle bir şeyi başarmamız
mümkün değildir. Ancak tartışmasız üstün olduğumuz bir yanımız vardır ki o da
zekamızdır. Zekamızı bir silah olarak ona karşı kullanmak yapılabilecek en
anlamlı davranış olacaktır. Köpek davranış şekillerini ve saldırı biçimlerini
önceden biliyor olmak bize bir üstünlük kazandıracaktır. Bu üstünlüğümüzü ona
karşı kullanmak durumundayız. Saldırı anında bütün gözlem yeteneğimizle köpeği
dikkatle izlemeli ve neden saldırdığını, korkusunun boyutunu, cesaretinin
ölçüsünü tartmaya çalışmalıyız. Bütün bunlar ona karşı izleyeceğimiz mücadele
şeklini belirleyecektir. Doğru saptamalar yapmamız durumunda paçayı kurtarma
olasılığımız hayli yüksektir.
3) SAKİN DAVRANIN
ve KÖPEĞİ YATIŞTIRMAYA ÇALIŞIN
Bir
saldırı anında olayı bütün soğukkanlılığınızla karşılayın ve kendinizden emin
olun. Kesinlikle panik yapmayın ve sakin davranın. Bu tavrınız köpeği
etkileyecek ve sizin ilk raundu kazanmanızı sağlayacaktır. Size saldıran
köpekle konuşabilirsiniz (tabii ki böyle bir şey için fırsat bulabilirseniz).
Konuşma konusunu kendiniz belirleyin. Çok felsefi konulara girmeyin; daha çok
köpeğe sakin olmasını, korkulacak bir şey olmadığını, tehlikeli biri
olmadığınızı içeren şeyler söyleyebilirsiniz. Haydi oğlum (kızım), haydi
evladım gibi terimleri kullanarak sakinleşmesine yardımcı olmaya çalışın. Köpek
ne dediğinizi tam olarak anlamasa bile konuşma şeklinizden ve ses tonunuzdan mutlaka
etkilenecektir ve gereken anlamı çıkartacaktır. Bu tür bir konuşma köpekte
istediğiniz türde bir etki yapabilir.
Köpekle
konuşma tavrı, köpeğin direkt saldırıdan çok sizi sınırlamak ve denetim altında
tutmak istediği durumlarda daha etkilidir. ‘Bir adım daha atarsan ısırırım’
gibi bir tehditle karşı karşıya iseniz konuşmak ve sakinleştirme tavrı olumlu
sonuç verebilir.
4) YİYECEK VERMEK
İŞE YARAYABİLİR
Saldırıya
uğradınız; köpek dibinize kadar geldi ve havlayıp dalma hamleleri yapıyorsa,
sakin tavırlarla cebinizde taşıdığınız uygun bir yiyeceği, ona yiyecek
attığınızı belli edecek şekilde (taş atar gibi değil) atabilirsiniz.
Etrafınızdaki köpekler birden fazla sayıda ise yiyeceği, size dalma ihtimali en
az görünen köpeğe, grubun davranış anlamında en zayıf köpeğine ya da varsa
yavru olana doğru atınız. Büyük bir olasılıkla hemen kabul edecektir. O
yediğinde en azgın olanı da yeme girişiminde bulunacak ve size olan kızgınlığı
ve ilgisi belli oranda azalacaktır. Aynı anda sakinleştirici sözler de söyleyerek
köpekleri yatıştırabilirsiniz. Yiyeceği yemiş olmaları dostluk yolunda atılmış
ilk adımdır. Gene de tedbiri sakın elden bırakmayın.
Bir
keresinde Hititlere ait Eflatunpınar Kaya Anıtı’nı gezmeye gitmiştim. Arabadan
inip anıta doğru ilerlerken anıtın yanındaki evden iki tane çoban köpeği
havlayarak üzerime doğru saldırdılar. Asıl niyetleri beni korudukları eve doğru
yaklaştırmamaktı. Birden cebimde yarısını yemediğim bir simit olduğu aklıma
geldi. Simidi yarıya bölüp köpeklerden uygun gördüğümün önüne attım. Önce bir
kokladı ve arkasından hemen yedi. Köpeklerle konuşmaya başladım. Birkaç
yatıştırıcı sözden sonra simidin kalan parçasını da daha saldırgan görünen
diğer köpeğe doğru fırlattım. Aradan biraz zaman geçtikten sonra köpeklerin
başını okşar duruma gelmiştim.
5) SAKIN KAÇMAYA
KALKIŞMAYIN
Bir
köpek size saldırdığında sakın kaçmaya kalkışmayın. Her şeyden önce şunu
bilmelisiniz ki, köpek sizden en az 10 kat daha hızlı koşabilir ve
yorulmaksızın size göre çok daha uzun mesafeleri kat edebilir. Bu şartlarda
kaçmaya kalkışmanın hiçbir anlamı yoktur. Nasıl olsa size yetişecek ve
ısıracaktır. Emin olun ki kaçarsanız mutlaka ısıracaktır. Bunu aklınızdan
çıkarmayın. Ama kaçmazsanız ve uygun davranışlar sergilerseniz ısırılma
olasılığınız oldukça azdır.
Köpekler
kovalama güdüleri gelişmiş hayvanlardır. Kaçan bir şey fazlasıyla dikkatlerini
çeker ve peşine koşmaktan kendilerini alıkoyamazlar. Tasma ile sokakta hava
alsın ve ihtiyaçlarını gidersin diye dolaştırılan köpeklerin hepsi kedi
kovalamaya bayılırlar. Bu iki hayvan arasında gelişmiş olan ve Fenerbahçe–Galatasaray
çekişmesini gölgede bırakacak ezeli rekabetin temeli aslında kaçma ve kovalama
güdüsüne dayanmaktadır. Kediyi kovalamaktaki tek amaç oyundur. Evdeki sıkıcı hayata ufak bir renk
katabilme çabasından başka bir şey değildir. Bazen kedinin kaçmadığı ve yere
sinerek tüylerini kabartıp köpeğe tıslayarak bu oyunu bozduğuna şahit
olmuşsunuzdur. Bu şartlarda köpek saldıracak gücü bir türlü bulamamaktadır.
Köpeklerin
yoldan geçen arabaları bir süre havlayarak kovaladıklarını hep görürüz. Burada
köpek arabayı kullanan insanla, arabayı bir bütün olarak algılamaktadır. Dönen
tekerin hareketi arabayı kullanan insanın bir kaçma eylemi olarak yorumlanmakta
ve köpek bunu kesinlikle es geçmemektedir. Arabayı kovalarken tekere doğru
dalma hamleleri yapmaları boşuna değildir. Bir gün Haymana’daki Demirözü
Mağarası’ndan dönüşte ağılların önünden geçerken 10 kadar çoban köpeği arabayı
havlayarak kovalamaya başladılar. Arabayı kullanan arkadaşa durmasını söyledim.
Araba durduğunda hemen aşağıya köpeklerin arasına indim. Hepsi havlamayı
kesmişlerdi. Köpeklerin hiç biri saldırma ve dalma girişiminde bulunmadı. Hatta
biraz üstelesem onları okşayabilirdim. Tekrar arabaya binip hareket ettiğimizde
bütün köpekler havlayarak peşimizden gelmeye devam ettiler.
Köpek
saldırısı sırasında panik olup kaçmaya başlarsanız, çok kısa bir süre sonra
yorulur ve bütün gücünüzün tükendiğini hissedersiniz. Köpek size yetiştiğinde
onunla baş edebilecek bütün enerjinizi hem ruhen hem de bedenen yitirmiş
durumdasınızdır. Bu konumda bütün rauntları aynı anda kaybetmiş sayılırsınız.
Yani bu bir nakavt durumudur ve bildiğiniz tüm duaları okumaktan başka çareniz
kalmamıştır. Kaçma eylemi, hemen çok yakınınızda bir kulübe ya da araba varsa
ve köpek size ulaşmadan siz buraya ulaşabilecekseniz denenebilir. Böylece
gereksiz yere köpekle muhatap olmaktan ve bir dizi karşılıklı testten kurtulmuş
olursunuz. Ama sakın hesabınızı yanlış yapmayın.
6) AĞACA ÇIKMAK
BİR ÇÖZÜM MÜDÜR?
Köpek
size yetişmeden yakında hemen çıkabileceğiniz bir ağaç varsa bütün komik
görünüşe karşın denenebilir. Aklınızda bulunsun ağaca çıkmak göründüğü kadar
kolay değildir. Başarısız olma durumunda mücadeleye puan kaybetmiş olarak
başlamak durumundasınızdır. Tırmanmayı başardığınızda en azından orada daha
güvende olursunuz. Köpeğin sahibi ağacın altına gelip sizi kurtarana kadar
köpekler ağacın altından ayrılmayacaklardır haberiniz olsun.
Köpek
saldırısı karşısında eğer birkaç kişi iseniz sırt sırta verip savunma pozisyonu
almak yararlıdır. Böylece köpek dalmaya korkacaktır. Tek başınıza iseniz ve bir
ya da birden fazla köpekle baş etmek durumunda kaldıysanız arkanızdan gelecek
saldırılardan korunabilmek için sırtınızı bir ağaca veya kayaya vermek uygun
olacaktır.
7) KÖPEĞE MEYDAN
OKUMAK BİR İŞE YARAR MI?
Köpek,
saldırı niyetinde çok ciddi ise, kızgın saldırganlık dediğimiz pozisyonda ve
her an dalmak için fırsat kolluyorsa, artık ikna yöntemleri bitmiştir. Kısaca
onu sakinleştirme ihtimaliniz yoksa siz de meydan okuyabilirsiniz. En azından
ona yapacağı saldırıdan kendisinin de zarar göreceğini hissettirmelisiniz. İlk
başta köpeğin gözlerinden gözünüzü ayırmayın. Bu, sizin ona meydan okumanızdır
ve ona verebileceğiniz ilk uyarıdır. Sonra meydan okumaya sesinizi de
katabilirsiniz. Yüksek sesle bağırabilirsiniz. Bu bağırma, azarlama ve durdurma
komutu şeklinde olmalıdır. Bunu size dalmaya kalktığında deneyin. Etkili
olduğunu göreceksiniz.
Kaz
Dağları’nda ormanın içinde iki tane çoban köpeğinin saldırısına uğramıştım.
Köpek tam dalmaya kalktığı anda çok yüksek sesle ve yüzümde hiddet ifadesi ile
ona ‘duuuurrrr’ diye bağırmıştım. Köpekler aynı çizgi filmlerdeki köpekler gibi
ön ayakları ile sıkı bir fren yaparak durmuştu. Bu komutun bu kadar etkili
olacağını ben bile tahmin etmemiştim. Ancak, dur komutundaki ve ses tonumdaki
karalılığın altını çizmek istiyorum.
8) TAŞ ATARAK
KURTULABİLİR MİSİNİZ ?
Köpeğe
meydan okuduğunuzda artık kartlar açılmıştır. Her iki taraf birbirini kontrol
ediyordur. Bu an çok kısa süren bir soğuk savaş anıdır. Mutlaka taraflardan
birinin üstünlüğü ile sonuçlanacaktır. Orta yol yoktur. Oyuncular oyunlarını
çok iyi oynamak durumundadırlar. Başarı garanti değilse meydan okumak
risklidir. Ancak saldırı kaçınılmazsa meydan okumak son çözüm olabilir ve
köpeği korkutup geri adım attırabilirsiniz.
Dalma
hamlesi karşısında yerden bir taş kapın ve atacakmış gibi bir harekette
bulunun. Ancak atmayın. Köpek bu hareketiniz karşısında büyük bir olasılıkla
dalma eylemine son verecek ve yön değiştirerek taşı yememeye çalışacaktır. Her
köpek insanlar tarafından mutlaka taşlanmıştır ve sizin bu davranışınızın
sonuçlarını biliyordur. Aslında köpeği taşlamak onu daha da kızdırmaktan başka
bir işe yaramaz. Taşı bir silah gibi kullanın, köpek dalmaya kalktıkça
hamlenizi tekrarlayın. Böylece köpek saldırmadığı sürece risk altında olmadığı
sonucunu çıkartacaktır. Bu onu dalma eyleminden vazgeçirebilir.
Köpek
bütün bu hamlenize karşın dalmayı sürdürürse ve artık ısırılma noktasına
geldiyseniz taşı atmaktan başka çareniz yoktur. Ancak taşı attığınızda mutlaka
isabet ettirmelisiniz. Bu noktada isabetsiz bir atış ısırılma ile eş anlamlı
olabilir. Bu ilk dalma hamlesini başarı ile savuşturabildiyseniz, aslında
kefeni yırttığınız söylenebilir. Taşı yedikten sonra aynı köpeğin ve çevredeki
diğer köpeklerin yeniden dalabilme cesaretleri büyük oranda kırılmıştır. Ancak
bu tehlikenin geçtiği anlamına gelmez. Taşı attıktan sonra hemen yerden ikinci
bir taş daha kapın ve oyuna çoban yetişene kadar devam edip zaman kazanmaya
çalışın.
9) YERE ÇÖMELMEK
NASIL BİR ETKİ YARATIR?
Köpek
saldırısı karşısında yere çömelmek ve saldırıyı bu şekilde beklemek, çok uygun
gibi görünmemekle birlikte kesinlikle etkili ve işe yarayan bir yöntemdir.
Saldıran bir köpeğe karşı en etkili silahımız gibi görünen ayağımız aslında
saldırı anında fazla bir işe yaramamaktadır. Saldıran bir köpeği tekme ile
savuşturabilmek hiç de kolay değildir. Köpek kesinlikle bizden daha çeviktir ve
biz onu tekmeleme şansını bulmadan o bizi çoktan ısırmış olacaktır.
Yere
çömeldiğimizde dişlerimiz köpeğin dişleri ile aynı hizaya gelir. Bu köpek için
kesinlikle caydırıcı bir etkendir. Köpek herhangi bir saldırıda bulunduğunda
bizim de onu ısırabileceğimizi düşünür ve bundan korkar. Çömelmek bu bakımdan
köpeğin bize dalmasını engelleyici bir etki yapar. Her ne kadar bu konumda
kendimizi oldukça savunmasız bir halde hissetsek de çömelmenin işe yaradığını
kendi deneyimlerimle gözlemledim. Çömelin ve dişlerinizi köpeğe gösterin (çok
üstünüze gelirse hırlamayı da deneyebilirsiniz !). Bu vaziyette iken de yukarda
anlattığım yerden taş alma ve atma hamlelerini yapabilirsiniz. Köpek size
yanaşmaya korkacaktır.
Çömelmiş
konumda iken arkanızı kontrol etmeniz zor olabilir. Özellikle birden fazla
köpeğin saldırısına uğramışsanız sürekli arkanızı da kollamanız gerekir. Yer
yer arkanıza dönerek veya bakarak burayı boş bırakmayınız. Ancak dikkatinizi
size dalma ihtimali en fazla olan ekip lideri konumundaki köpekten hiç
ayırmayınız. Mümkünse arkanızı bir
kayaya ya da sağlam bir yere verip kendinizi savunmaya çalışınız.
10) HEMEN ÇOBANA
SESLENİN ve DOSTLUK GÖSTERİSİNDE BULUNUN
Doğa
gezginlerinin en çok karşılaştıkları köpek saldırısı çoban köpeği saldırısıdır.
Köpek saldırısı ile karşılaşılan bütün anlarda çobanın büyük bir gayretle
saldırıya uğrayanı kurtarmak için uğraştığını gördüm. Bunun için sizin ondan
yardım istemeniz gerekmez. Çoban zaten koşarak gelecek ve köpeklerinin elinden
sizi kurtaracaktır. Bütün mesele çoban yetişene kadar ısırılmadan durumu idare
edebilmektir.
Köpeklerin
ilerden havlayarak üzerinize doğru geldiğini gördüğünüzde, çobanı tanıyor ya da
görüyor olmanız gerekmez; sanki arkadaşınızmış gibi ona yüksek sesle bağırarak
seslenin. ‘Mehmet Abiiiiii nee haabeer ?’ gibi. Köpekler ses tonunuzdan ve
bağırış şeklinizden onu tanıdığınız sonucunu çıkartabilirler. Görev gereği size
saldırmayı sürdüreceklerdir. Benzer şekilde bağırmayı sürdürün. Köpekler
üzerinde kesinlikle olumlu etki yapacaktır.
Bu
şekilde bağırdığınızda çoban açısından bu aynı zamanda çobandan yardım
istediğiniz anlamına da geldiğinden, çoban bir an önce yanınıza ulaşmak için
çaba gösterecektir. Köpeklerin çobanın dostu olduğunu anlamaları için elinizden
ne geliyorsa yapın. Bu sizin emniyet sigortanızdır. Çoban yetişene kadar idare
edebildiyseniz kurtuldunuz demektir. Ama tehlikenin henüz bitmediğinin
bilincinde olun ve çobanla olan konuşmalarınıza ve hareketlerinize çok dikkat
edin. Köpeklerle olan dostluğu geliştirmek için de adımlar atmaya başlayın.
Sakinleştirici konuşmalar ve yiyecek ikramı olabilir.
11) HER ŞEYİ
DENEDİĞİNİZ HALDE ISIRILDIYSANIZ
Her
şeyden önce geçmiş olsun. Yukarda anlatılan bütün bilgilerin mutlak bir koruma
sağlamayacağı kesindir. Kişisel fikrim, bütün bunları bilip gerektiği gibi
uygulamış olmak sizi % 90 oranında koruyacaktır. Bugüne kadar defalarca köpek
saldırısına uğramış ancak hiç ısırılmamış biri olarak, bunu tamamen köpek
saldırısı karşısındaki tavrıma bağlamaktayım.
Isırılma
anında panik olmayın, elden geldiğince az diş izi ile olayı atlatmaya çalışın.
Hassas yerlerinizi korumaya dikkat edin. Yere düşmemeye ya da düştüyseniz hemen
kalkmaya bakın. Tamamen teslim olmayın ve mücadeleyi sürdürün. Köpeğin insana
saldırış şekli öldürmeye yönelik değildir. O sadece görevini yapıyordur ve asıl
amacı sizi caydırmaktır. Büyük bir ihtimalle bir kez ısırdıktan sonra bunun
size bir ders olacağını düşünüp defalarca ısırmaya kalkmayacaktır. Isırma
hareketinden sonra köpekler genellikle sakinleşmekte ve az önceki kızgın
halleri kalmamaktadır.
KÖPEK ISIRMASI
SONRASI KARŞILAŞTIĞIMIZ RİSKLER
Genellikle
köpek ısırıkları bacak ve kollarda olmaktadır. Eğer hayati tehlike
yaratabilecek bir yerimizden ısırılmadıysak, karşılaştığımız sorun daha çok
kuduz riski ve 2 cm
derine kadar inebilen diş izlerinin açtığı yaranın mikrop kapması olabilir.
Doğada kapılabilecek mikroplardan tehlikeli olanlarının başında tetanoz
gelmektedir.
1) YARANIN MİKROP
KAPMASI
Isırma
sonucu oluşan derin sayılabilecek yara, dışardan her türlü mikrop kapmaya
hazırdır. Ayrıca köpeğin ağzında kuduz harici mikroplar da bulunabilir.
TETANOZ
Doğada
oksijensiz ortamda yaşayan bir basilin neden olduğu, kaslarda sertleşme ve
spazm şeklinde ortaya çıkan bulaşıcı ve tehlikeli bir hastalıktır. Doğada
yaygın olarak özellikle toprağın üst katmanında bol miktarda bulunan tetanoz
mikrobu, vücuda yaralar, hatta küçük sıyrıklar yolu ile de girebilmektedir.
Mikrobun vücuda girmesinden hastalık yaratmasına kadar geçen süre ortalama
olarak 2 gün ile 2 hafta arasında değişmektedir. Köpek ısırmaları sonucu oluşan
yaraya topraktan ya da çoban köpeklerinin demir yakalıklarından tetanoz mikrobu
bulaşma ihtimali bulunmaktadır. Bu nedenle köpek ısırması sonrası sağlık
merkezinde uygulanacak tedavi sırasında tetanoz aşısı da yapılmaktadır.
2) KUDUZ
Hastalığa
neden olan kuduz virüsünün, merkezi sinir sistemini etkilemesi sonucu ortaya
çıkan bulaşıcı ve öldürücü bir hastalıktır. Hastalık genellikle köpek ısırması
sonucu köpeğin salyasında bulunan mikrobun yara aracılığı ile vücuda girmesi
ile başlar. İnsanda görülen kuduz vakalarının % 90’ı köpek ısırması sonucu
ortaya çıkmaktadır. Köpeğin dışında ülkemizde kedi, inek, at, domuz, kurt,
tilki ve çakal da kuduz mikrobu taşıyabilmektedir.
Ülkemizde
yılda 90.000 kişi kuduz şüpheli ısırık nedeni ile tedavi ve izlemeye
alınmaktadır. Avrupa ülkeleri içinde birçoğunda kuduz vakasına hiç
rastlanmazken Avrupa’da kuduzdan ölüm görülen tek ülke Türkiye’dir.
KULUÇKA SÜRESİ
Kuduz
mikrobu, insana genellikle mikrop taşıyan hayvan tarafından ısırılma yolu ile
bulaşmaktadır. Ancak vücuttaki açık yara ya da çizik gibi yerlere taşıyıcı
hayvanın salyasının bir şekilde değmesi de mikrobun vücuda girmesine neden
olabilmektedir. Kuduz mikrobunun vücuda girdikten sonra hastalık yaratmasına
kadar geçen süre yani kuluçka süresi ortalama olarak 20 ile 90 gün arasında
değişmektedir. Bu süre, ısırılan yerin beyine yakınlığı ve ısırılma sırasında
vücuda giren mikrobun fazla ya da az olmasına bağlı olarak değişebilmektedir.
BELİRTİLER
İnsanlarda
başlangıç semptomları genellikle çok tipik değildir ve iştahsızlık, kırgınlık,
yorgunluk, ateş görülür. Hastaların yaklaşık % 50’sinde ısırık bölgesinde ağrı
ve duyu kaybı görülür ki kuduza özgü ilk belirti budur. Daha sonra huzursuzluk,
aşırı korku hali, saldırganlık, uykusuzluk, psikiyatrik bozukluklar, depresyon
ve bunlara eşlik eden öksürük, boğaz ağrısı, titreme, karın ağrısı,
bulantı-kusma, ishal görülebilir. Nörolojik semptomlar ise hiperaktivite,
oryantasyon bozukluğu, hayal görmeler, sara krizleri, tuhaf davranışlar, ense
sertliği, hızlı ve sık nefes alıp verme, salya artımı ve felçler olarak ortaya
çıkar.
Hasta
nöbetler halinde kriz dönemleri yaşar. Hastaların yaklaşık olarak yarısı
ataklar döneminde su içmek istemekte ve su içme teşebbüsü sırasında boğaz
kaslarının kasılması nedeniyle kişide tıkanma, boğulma hissi ortaya çıkarak
hastalarda hidrofobi (sudan korkma) gelişmektedir. Ataklar arasındaki dönemde
hasta genellikle kendindedir ve bilinci yerindedir. Nörolojik belirtilerin
gelişmesinden 4 -10 gün sonra koma hali gelişir. Koma hali saatler hatta
aylarca sürebilir ve sonunda hasta yaşamını kaybeder.
TEDAVİ
Kuluçka
süresinin bitiminde kuduz hastalığı ilk belirtilerini göstererek başlar. Kuduz,
hastalığa yakalanıldıktan sonra, yani ilk belirtiler görüldükten sonra tedavisi
imkansız olan bir hastalıktır. Bu aşamadan sonra hastalık kesin olarak ölümle sonuçlanır.
Bu nedenle tedavi, kuduz şüphesi olan bir hayvan tarafından ısırılır ısırılmaz
başlatılmalıdır. İlk yapılacak iş yaranın temizliğidir. Bunu ilk yardım
bölümünde daha detay olarak ele alacağız. Daha sonra en geç 8 saat içinde bir
sağlık merkezine ulaşarak serum ya da aşı tedavisi başlatılmalıdır. Özellikle
ilk yardım sırasında yapılacak yara temizliği ve hemen sonrasında başlanması
gereken aşı uygulaması hastalığa yakalanmama konusunda hayati önem
taşımaktadır.
KUDUZ AŞILARI
Bugün
kuduz aşıları çok yüksek teknoloji ile hücre kültürlerinden üretilen aşılardır
ve son derece etkin ve güvenlidir. Eskiden hayvan beyninden üretilen aşılar ile
oluşan yan etkilerden dolayı insanlarda kuduz aşısına karşı bir korku
gelişmiştir. Günümüzde üretilen hücre kültürü aşılarında kesinlikle kuduza ait
yan etki meydana gelmemektedir ve güvenle kullanılmaktadır. Hücre
kültürlerinden üretilen aşılar içinde en çok kullanılanlar insan diploid
hücrelerinden (HDCV) ve sürekli hücre kültürlerinden üretilen (PVRV ) aşılardır.
Ülkemizde
hücre kültürü aşısı olarak HDCV ve VERO (Verorab) aşıları mevcuttur. Her iki
aşının da bağışıklama gücü ve yan etki açısından hiçbir farkı yoktur.
Üretimlerinde aynı aşı suyu kullanıldığı için birbirlerinin yerine
kullanılabilirler ya da zorunlu hallerde aşılamaya birisi ile başlayıp diğeri
ile devam edilebilir. Kuduz aşıları soğuk ortamda saklanmalıdırlar. +2 ile +8
derece arasında korunduklarında dayanma süreleri 3 yıldır.
KAÇ AŞI OLMAK DURUMUNDAYIZ?
Aşılama
şeması, Dünya Sağlık Örgütü’nün önerdiği
şekilde 0., 3., 7., 14., ve 28. günlerde 5 doz olmak üzere intramuskuler yoldan
ve mutlaka deltoid adaleden, bebeklerde ise uyluğun anterolateral kısmından
yapılmalıdır. Aşı kesinlikle kalçadan uygulanmamalıdır. Bazı uzmanlar 90. günde
de bir rapel doz önerebilmektedir.
PASTEUR’A TEŞEKKÜRLER
Dünyada
kuduza karşı mücadeleyi ilk olarak bundan bir asır önce başlatan ve başarılı
olarak insanlığa en büyük hizmetlerden birisini veren kişi Louis PASTEUR'dür.
1885 yılında kuduz bir köpek tarafından ısırılan bir çocuğun hayatını, tavşan
omuriliğinden elde ettiği canlı virus aşısı ile aşılayarak kurtarmış ve kuduz
hastalığına karşı mücadeleyi kazanan ilk kişi olarak tarihe geçmiştir
KÖPEK
ISIRMALARINDA İLK YARDIM
Kuduz
virüsü köpeğin salyasında bulunduğu için ilk dikkat edilmesi gereken nokta bu
salya ile temas etmemektir. İlk yardımda bulunan kişinin elinde bulunan açık
bir yara kanalıyla kuduz mikrobu bu kişiye de bulaşabilir. Ya da salyaya temas
eden elin ağıza, buruna götürülmesi gibi hareketler de bulaşma nedeni olabilir.
Elinde bu tür yara bulunan kişi mümkünse ilk yardımda bulunmamalıdır. Ancak ilk
yardımda bulunacak başka biri yoksa önlem alarak ilk yardımı başlatmalıdır.
Çünkü ısırılmanın hemen sonrasında yapılacak ilk yardım, mikrobun bulaşma riskini
önemli oranda azaltmaktadır. İlk yardımı
yapan kişi varsa eline steril bir eldiven giyerek ilk yardımda bulunmalıdır.
Köpek ısırması sonrası kocasına ilk yardımda bulunan bir arkadaşım, elindeki
açık yara nedeni ile daha sonra kocası ile birlikte kuduz aşısı olmak durumunda
kalmıştı.
YARANIN TEMİZLENMESİ
Pantolon
ya da gömlek üzerinden yapılmış ısırıklarda salyanın çoğu giysi üzerinde
kaldığı için ısırılan kişi bir oranda korunmuştur. Salya bulaşmış giysinin
çıkartılması ve bir naylon torbaya koyularak ağzının bağlanması ve temizlenip
sterilize edilmeden bir daha kullanılmaması yapılacak ilk işlemdir. Daha sonra
ısırık yerleri saptanmalı ve tüm yaraların temizliği yapılmalıdır. Şüpheli bir
hayvan tarafından ısırılan kişinin yaraları sabunlu ya da deterjanlı su ile
bolca yıkanmalıdır. Hiçbir şey yoksa bol su ile yıkanmalıdır. Çok basit gibi görülen bu uygulamanın
özellikle yüzeysel yaralarda riski %90 oranında azalttığı saptanmıştır.
Yaraya
antiseptik uygulanmalıdır. Tentürdiyot, alkol, oksijenli su ya da bunlar yoksa
kolonya bile olabilir. Antiseptik madde ile yara iyice temizlenmelidir. Daha
sonra, kuduz dışındaki enfeksiyonları önleyebilmek açısından varsa antibiyotik
içeren bir merhem yaraya sürülmelidir. Bu şekilde temizlenen yaranın üzeri
dışardan mikrop kapmaması amacı ile gazlı bez tampon koyularak kapatılmalı ve
ısırılan kişinin en geç 8 saat içinde en yakın sağlık merkezine ulaşması
sağlanmalıdır.
Yazan:
Yavuz İşçen / Ankara
Aralık
2001
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder